Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bir imparatorluğun mimari ve sosyal dönüşüm serüveni (2): Konstantinopol’den İstanbul’a…

Bir imparatorluğun mimari ve sosyal dönüşüm serüveni (2): Konstantinopol’den İstanbul’a…


HAFTASONU | M. NEDİM HAZAR

Zeynep Çelik, “19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul” isimli eserinin girişinde şöyle yazar:

“Osmanlı başkenti İstanbul’u 19. yüzyılda Batı tarzı bir başkente dönüştürmek için harcanan toplu çabalar, geleneksel kurumlarda reform yaparak Osmanlı İmparatorluğu’nu boğulmaktan kurtarmayı amaçlayan genel mücadeleye koşut gider.”

Yaklaşık on altı yüzyıl boyunca (Konstantinopolis’in kurulduğu 4. yüzyıldan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı 1920’lere kadar) bir Akdeniz havzası başkenti olan İstanbul, kent ve mimarlık tarihçilerinin ilgisini yeterince çekmemiştir.

1838 ile 1908 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu eski düzenini çağdaşlaştırmak için yoğun bir toplumsal ve iktisadi çaba harcamıştır.

Geleneksel Osmanlı sisteminde kamu sağlığı, eğitim, sosyal güvenlik gibi sosyal programların yürütülmesi bir merkezden idare edilmeyerek, muhtelif özerk cemaatlere, yani milletlere, loncalara ve tarikatlara bırakılmıştı. Tanzimat dönemindeki reform yanlıları, kanunların toplanmasını, sistemleşmeyi ve merkezi denetimi gündeme getirerek bu sisteme son vermişti.

Tanzimat Fermanı’nı izleyen dönemde İstanbul, Avrupa tarzı belediyeciliğin ve 19. yüzyıl Batı tarzı kent planlaması ilkelerinin deneyden geçirildiği bir arenaya dönüşmüştü.

19. yüzyılda İstanbul’un nüfusundaki artış, diğer Avrupa kentlerinin nüfuslarında görülen artışla paraleldi. İstanbul ve banliyölerinin 1844’teki nüfusu yaklaşık 391 bin iken, 1856’da bu sayı 430 bine, 1878’de 547 bin ve 1886’da 851 bine ulaşarak, kırk yılda ikiye katlanmanın da ötesinde bir artış göstermişti.

İstanbul’da nüfus artışının nedenlerinden biri, güneydoğu Avrupa ve Rusya’nın güneyindeki kargaşadan kaçan Müslüman halkın Osmanlı devletine akınıydı. Bundan başka, kente gelen yabancı gayrimüslimlerin sayısında önemli artışlar olmuştu. 1840 ile 1900 yılları arasında İstanbul’a yerleşen 100 bin gayrimüslim, çoğunlukla kapitülasyonlar ve Avrupalı tüccar ve yatırımcılara tanınan diğer haklardan yararlanmak için gelmişti.

1885 sayımında İstanbul’da yaşayan Osmanlı tebaasının milletlere göre dağılımı şöyleydi: Müslüman %44,06; Ortodoks Rum %17,48, Ermeni %17,12; Yahudi %5,08; Katolik %1,17; Bulgar %0,50; Latin %0,12 ve Protestan %0,09.

Nüfusun geri kalan %14,74’ünü ise yabancılar oluşturuyordu. Yabancı nüfusun yüksek çıkmasının nedeni, kısmen Osmanlı vatandaşı gayrimüslimlerin yabancı devlet tebaasına geçerek sefaretlerin koruması altına girmeye çalışmalarıydı. Bu grubun ekonomik faaliyetleri ve dünya görüşleri Avrupalılara yakın olduğu için, İstanbul’un gelişmesine katkıları, artan Batılılaşma eğilimini güçlendirici yönde olmuştu.

Bu arka plandan sonra tekrar Kavalalı ailesinin hikayesine dönecek olursak.

İstanbul ile ilişkilerin düzelmesinden sonra Mehmed Ali Paşa, İstanbul’a gelmeye başlamış ve padişahın yanında Osmanlı protokolünde yer alarak birçok törende hazır bulunmuştu. Mısır Hanedanı’nın İstanbul’da inşa ettirdiği yapılardan ilkinin de temellerini Mehmed Ali Paşa atmış ve Sultan Abdülmecid’e hediye edilmek üzere Beykoz’da bir kasrın inşasına başlanmıştı.

Kasrın inşası için seçilen arazi de manidar; zira Beykoz’da, geniş bir koru içinde ve sahile tepeden bakan kasır, Osmanlı ile Rusya’nın Mehmed Ali Paşa’ya karşı ittifak anlaşması imzalamalarının anısına dikilen Hünkar İskelesi’ndeki anıta bakmakta. 1845’te temelleri atılan ve Stefan Kalfa tarafından inşa edilen kasrın bitişini Mehmed Ali Paşa görememiş ve inşaat, oğlu Said Paşa döneminde de devam ederek ancak 1854 yılında nihayet bulmuştu.

Sultan Abdülmecid döneminde fazla aktif olmayan ve bir ‘seyir köşkü’ olarak kullanılan yapı, Sultan Abdülaziz’in saltanatında yoğun olarak kullanılmış, yabancı devlet erkânlarının kabulü, cülus yıldönümleri ve çeşitli törenlere ev sahipliği yapmıştı. Sultan Abdülhamid’in saltanat yıllarında kaderine terk edilen kasır, 1. Dünya Savaşı yıllarında yetimler yurdu, sonrasında ise göçmenlerin yerleştirildiği bir merkez olarak kullanıldı. Bir müddet ordunun da kullanımına verildikten sonra 1953’te onarılarak ‘Prevantoryum’, 1963’te ise Çocuk Göğüs Hastalıkları Hastanesi oldu. 1999 yılında ise Milli Saraylar’a devredilerek restorasyonuna başlandı.

Mehmed Ali Paşa Hanedanı’ndan İstanbul’a yerleşen ilk isim ise Mehmed Ali Paşa’nın kızı Zeyneb Hanım oldu. Zeyneb Hanım, aynı zamanda sadrazamlık mevkiine kadar yükselmiş bir Osmanlı bürokratı olan Yusuf Kamil Paşa’nın eşiydi. İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın kaydettiğine göre Yusuf Kamil Paşa, henüz yirmili yaşlarının başındayken bir gece rüyasında kendisini Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa ile bir kırda otururken görür. Mehmed Ali Paşa kendisine pırlantalı bir enfiye kutusu hediye eder ve sonra beraber kalkarak saraya doğru yürürler. Yusuf Kamil Paşa bu rüyasını tabircilere anlattığında kendisine Mısır’a gidip Mehmed Ali Paşa’ya intisap etmesi salık verilmiş. O da hakikaten Mısır’a gidip Paşa’nın hizmetine girmiş ve 1840 yılında kızı Zeyneb Hanım ile evlenmiş.

Zeyneb Hanım’ın İstanbul’da en çok dikkatleri çeken mülkü Bebek’teki Zeyneb Kamil Hanım Yalısı idi. Dünyanın en büyük ahşap binalarından bir tanesi olan yalının inşaatında eski kalyonların enkazından kalan sağlam direkler seçilmişti ve inşaatı İmamzade Esad, Musahib Said Efendi ve Mimar Charles Garnier’nin üstlendiği tahmin ediliyor. Bahar aylarını Yakacık’taki köşkünde, kışlarını Beyazıt’taki konağında geçiren Zeyneb Hanım, yaz aylarını ise Bebek’te bu yalıda geçiriyordu. Osmanlı usulüne göre pembe boyalı olan yalı, çatı fenerleri ile aydınlanan geniş galerilere sahipti. Ayrıca yalının bahçesinde içerisinde küçük bir ada bulunan bir havuz, içi havuzlu suni bir mağara, kar kuyusu, üstü ve ön cephesi camlı bir kış bahçesi ve daha birçok işlevsel ve görkemli yapı vardı.

Zeyneb Hanım’ın vefatının ardından kardeşi Abdülhalim Paşa’ya geçen yalı, o tarihten sonra ‘Büyük Halim Paşa Yalısı’ olarak anılmaya başlandı. Abdülhalim Paşa’nın resme ve müziğe meraklı bir isim olması dolayısıyla da döneminde ressamların, müzisyenlerin ve birçok sanatçının toplandığı bir kültür merkezi kimliğine büründü. 1. Dünya Savaşı yıllarında yetimler yurdu olarak kullanılan yapı, bir müddet de tütün deposu olarak kullanıldıktan sonra, 1928-1929 yıllarında yıktırılarak aile tarafından elden çıkarıldı.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version