Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Unutulan ihanetler

Unutulan ihanetler


YORUM | LEVENT KENEZ 

Geçtiğimiz hafta, 7 Haziran-1 Kasım arası incelenmeden muhalefet için bir strateji belirlemenin mümkün olmadığında kalmıştık.

Çok kısaca hatırlarsak, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçimlerde AKP ilk defa mecliste çoğunluğu sağlayamamış ve tek başına hükümet kuramamıştı. Erdoğan’ın kayıplara karıştığı ve sesinin duyulmadığı bir süre, sandıktan belirsizlik çıkmasına rağmen ülkede bir rahatlama, nefes alma ve huzur yaşanmıştı. Ancak bu huzurun sadece birkaç hafta süreceği ve o günden sonra bir daha ülkenin gün yüzü göremeyeceği bilinmiyordu. Erdoğan’ın “Verin 400’ü, bu iş huzur içinde çözülsün” lafı hayatında dürüstçe söylediği ender laflardan biriydi. Halk 400’ü vermedi bir daha da huzur görmedi.

7 Haziran-1 Kasım arası ülke tam anlamıyla bir cehennem yaşadı. Bu topraklarda insan hayatının bir önemi olmadığı için çok hatırlayan yok. Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemi olan Gar Katliamından tutun, Suruç’taki patlama, Hendek ve özyönetim saçmalıklarının yaşandığı dönemde 167 güvenlik görevlisi, 453 PKK’lı ve 242 sivil olmak üzere tam 862 kişi hayatını kaybetti. İki polis memurunun uykudayken evlerine hiçbir zorlama olmadan girilerek öldürüldüğü ve yakalanan kişilerin cinayetle hiç ilgilerinin olmadığının mahkemede ortaya çıktığı cinayet üzerine inşa edilen devlet politikası ve bu politikaya PKK’nın pasları kirli senaryonun en can alıcı kısımlarından.

Artan terör zannedildiği gibi MHP’nin oylarını arttırmadı. HDP ve MHP’nin oyları birlikte düştü. Baraj altı kalırsa AKP tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa gelebilir endişesiyle HDP’ye giden emanet oyların bir sonraki seçimde eski adreslerine gittiği görüldü. Seçmene verilen mesaj, devlet ve otorite boşluğunda terör azdığı ve bunun çözümü koalisyonlarda değil tek başına güçlü bir hükümet olduğuydu ve bu kafalara kanla nakşedildi.

IŞİD’in gerçekleştirdiği eylemlerdeki MİT bağlantısı, PKK’nın, HDP’nin tarihindeki en yüksek oyu almış olmasına rağmen sahaya inmesi hiç sorgulanmadı.

Kaybedilen iktidar resmen kanla geri alınmıştı. Bunun Erdoğan’ın bir stratejisi olmadığını görmek için gerçekten insanî duygulardan çok uzaklaşmış olmak lazım. Erdoğan’ın Davutoğlu’nun hükümet kuramayıp yetkiyi iade etmesinden sonra CHP’ye hükümeti kurma görevi vermemesi ilk günden beri kafasında yeni şartlarda yeni bir seçim olduğunun bir başka göstergesiydi.

İşin muhalefete bakan yanı bir o kadar trajik. Bu yazının alabileceği hacimde anlatmaya çalışalım.

Mecliste çoğunluğu kaybeden AKP’nin meclis başkanını seçtirebilmesiyle başlayan gariplikler zinciri tekrar iktidar olana kadar devam etti.

O zamanki MHP’nin ve Bahçeli’nin seçim meydanlarında Erdoğan ve AKP’ye söyledikleri sözleri şimdiye kadar hiçbir siyasetçi bunlara söylememiştir. Bahçeli’nin kendisine hükümet kurmak için gelen Davutoğlu’na hükümet kurma şartının 17-25 dosyasının açılması ve Bilal dahil herkesin yargılanması olduğunu not düşelim.

Ne var ki, MHP liderinin o gün içinde AKP’nin olmadığı hükümet formüllerini reddedeceğini söylemesinin hala mantıklı bir sebebi yok. Bugün, her şey yerine oturuyor diyebilirsiniz.

HDP’nin dışarıdan destek vereceği bir seçim hükümeti formülleri de  reddedildi.

Halbuki muhalefet seçime, anayasanın öngördüğü meclisteki temsille orantılı bakanlık sayısının paylaşıldığı bir nevi yine AKP’nin kontrolünde olan teknokrat bakanların dahi AKP’nin azılı bürokratları olduğu bir hükümetle gidilmemesi ve sadece seçimin adil şartlarda yapılabilmesi için bir araya gelebilirdi.

Erken seçim kararının tek madde olduğu bir hükümet programında partizan bütün valilerin, emniyet müdürlerin ve tabi ki MİT müsteşarının görevden alındığı, 17-25 ve benzeri dosyaların tekrar açıldığı, medyada kayyum rezaletinin yaşanmadığı, devlet imkanları ile seçime gidilmeyen bir ortam oluşturabilirlerdi. O zamanki konjonktür ve iklim bugünkünden çok daha başkaydı. Ve mümkündü.

Ama 3 parti adeta bu ülkede koalisyon olmaz dedirtircesine beceriksizce hiçbir konuda bir araya gelemedi. Dediğim gibi meclis başkanı bile seçtiremediler. Sadece MHP’ye yüklenmek haksızlık olur. Mesela MHP dedi ki CHP’ye, beraber Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiğimiz Ekmeleddin İhsanoğlu meclis başkanı olsun. CHP reddetti. Yani Cumhurbaşkanı olmasına evet dedikleri adamı meclis başkanlığı için layık görmediler. Halbuki İhsanoğlu fena bir formül değildi. Ve kaldı ki en fazla bir yıl başkanlık yapacaktı. CHP, Baykal’ın aday olmasını bile engelleyemedi. Erdoğan’ın hiçbir etik kural tanımadan siyasi rakiplerini alt edebilme yeteceğini bütün ülke maç seyreder gibi izledi.

AKP sözde anayasal seçim hükümeti ile gittiği seçimde yine bütün devlet imkanlarını kullandı. Davutoğlu, başbakan olarak gitti seçime. Devlet mekanizmasından ayrılmadıkları için de yaşanan terör olayları ve devlet şiddeti için bütün aparatlar tekrar emirlerindeydi. Halbuki muhalefet partileri ve özelinde belki CHP-MHP azınlık hükümeti polis, asker ve jandarmanın ellerinde olduğu, mahkemelerin işlediği ve YSK’nın parti teşkilatı gibi davranamadığı bir hükümetle Erdoğan’ın da elini kolunu bağlayabilirdi.

Elbette bugünkü İYİ Parti ile o günkü MHP aynı parti değil Akşener de Bahçeli değil ama yine muhalefet kanadı ezici bir çoğunlukla bir milliyetçi parti, CHP ve HDP’den oluşuyor.

Bu partiler, yarın seçim ortamında artacak terör, gelecek şehit cenazeleri ve pompalanacak milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı konusunda nasıl bir strateji izleyip iktidarın oylarını yeniden arttırmasına engel olacakları konusunda bir umut vermiyor. Yine aynı tuzağa düşmeyecekler demek oldukça zor ki o günden bugüne Erdoğan gücünü konsolide etti, medya o günden bugüne tanınmayacak halde. Bürokrasi, YSK malum.

AKP’den hoşnutsuzluk artmasına rağmen muhalefetin aynı oranda oylarını arttıramamasının önemli bir nedeni mesajlarının ne olduğunu, iktidara gelirlerse ne yapacaklarını kimse bilmiyor. Cem Uzan’ın oldukça basit ve bir gazete ve televizyon ile gerçekleştirdiği kampanyadan öğrenecekleri şeyler var. Halkla pek ilgisi olmadığı her halinden belli zengin bir işadamı mazot 1 lira olacak ve benzeri sloganlarla oluşan ve defalarca aynı şeyleri okuduğu 3 paragraf seçim konuşmasıyla ülke siyasetinin kaderini değiştirdi, iki merkez partiyi sandığa gömdü.

Muhalefetin 7-8 maddelik ama herkesin duya duya ezberleyeceği, vatandaşın önceliklerini anlatan partiler arası farklılıkları en aza indiren asgari bir müştereke ihtiyacı var.

Düşünce özgürlüğü ve benzeri bir vaadinin bir anlamı yok. Nedeni çok basit. Düşünce özgürlüğünü önemseyen ve bunun ne demek olduğu bilincinde bir seçmen zaten muhalefet blokunda. Bu meydanlarda söylenecek bir söz değil.

Çok daha pratik şeyleri kastediyorum:

En düşük emekli maaşı asgari ücret kadar olacak!

Elektrik zammı geri alınacak!

5’li çete ve ortaklarından çaldıkları geri alınacak!

İletişim vergisi haracı, akaryakıttan ve araçlardan alınan fahiş vergilerin kaldırılacağı anlamına gelen “Vergiler kalkacak.”

Şehit cenazeleri gelmeyecek.

Torpil bitecek.

Suriyeli sorununa insani ve kardeşçe çözüm!

Parlamenter sistem geri gelecek. Ülke Saray’dan yönetilmeyecek.

İsraf son bulacak.

Ballı maaşlara son.

Elbette bu işin uzmanları halkın öncelikleri çalışmalarından da faydalanarak bunları çok daha iyi sloganlara dökebilir. KHK’lıların unutulmadığı, hükümetin eline yeni bir koz vermeyecek ana onun elinden bir kozu alacak, Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışıyla uyumlu bir genel affı bile seçim vaadi yapabilirler.

Ama öncelik, kesinlikle artacak terör ile ilgili aynı tuzağa düşmemek olmalı. İktidarın gelirlerse Ayasofya’yı tekrar kapatacaklar, başörtülüler yeniden ikinci sınıf vatandaş olacak benzeri propagandaları için de hazırlıklı olmalılar.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version