Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Türkiye perspektifinden Rusya-Ukrayna krizi (2)

Türkiye perspektifinden Rusya-Ukrayna krizi (2)


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

Türkiye 2016’dan bu yana giderek NATO ve Avrupa Birliği’nden (AB) uzaklaştı, Rusya’nın yörüngesine girdi. Önceki yazıda bu dış politika yönelim değişikliğine götüren yolun belli başlı kilometre taşlarını anlatmıştım. Bu yazında bunları biraz daha detaylandıracağım.

Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşımını üç başlık altında incelemek olanaklı: Korku, tercih ve pragmatizm.

1 – Korku

Duraklama ve gerileme dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun esas rakibi Rusya oldu. Osmanlı’nı zayıflamasıyla beraber Karadeniz havzasında, Kafkasya’da ve Balkan Yarımadası’nda oluşan güç boşluğunu Moskova doldurdu. On dokuzuncu yüzyıl boyunca büyük devletler Osmanlı’nın Rusya tarafından yutulmasını engelleme stratejisi izledi. Oyun Moskova etrafında kuruldu. Artık Osmanlı figürandı. Osmanlı karar alıcılarının da dış politika davranışlarında “Moskof” korkusu esas belirleyicilerin başında geliyordu. Balkanlarda Slav ve Ortodoks etkisini kullanarak ve Osmanlı aleyhine Balkan halklarının bağımsızlığını destekleyerek güç kazanan ve etki alanını genişleten Rusya, Karadeniz havzasını ve Kafkasların Karadeniz kıyılarını kontrol altına alırken Osmanlı gücünü geriletmekteydi. Rusya ve Osmanlı’nın çıkarları böylece diyametrik olarak karşı karşıya gelmişti. Aralarındaki ilişkiler neredeyse sıfır toplamlı bir oyuna dönüşmüştü.

Birinci Dünya Savaşı’na giren Osmanlı İmparatorluğu, kendisine esas yayılma alanı olarak Rusya topraklarındaki Türkî halkların yaşadığı coğrafyaları belirlemişti. Turancı Türk-üstünlükçü ideolojiyi benimseyen İttihatçılar, güç dengesi kurabilmek için bu büyük savaşı bir fırsat olarak gördüler. Hesaplarının bir noktası mantıklıydı. Eğer Rusya savaşı kaybederse, Osmanlı büyük bir beladan kurtulacak, geniş coğrafyalara egemen olacak, büyük güç statüsünü yeniden elde edebilecekti. Oysa güç hesaplamalarını yanlış yapan İttihatçılar, Turan imparatorluğu hayalleriyle daldıkları Rus cephelerinde hezimete uğradılar. Sarıkamış faciasıyla beraber bu hayaller çöktü.

Rusya korkusu yine bir kara bulut gibi Osmanlı devletinin üzerine çökmüştü. Rusların Osmanlı’yı parçalayarak kendi güdümlerine almaları an meselesiydi. İşte bu esnada Rusya’da devrim başladı. 1917’de Rusya Çarlık rejimini yıkarak sosyalist devlet haline geldi. Sovyetler Birliği kuruldu. Lenin Rusya’yı dünya savaşından çekti. Böylece Rusya tehlikesi geçti, daha doğrusu ötelendi.

Türkiye’de 1920’de iktidara gelen milliciler, 1923’te cumhuriyeti kurdu. Kurucular Rusya’nın en ciddi tehdit olduğunu biliyordu. Bu arada Rusya’nın devrimci reflekslerini kullanarak Moskova ile bir dizi anlaşmalar imzalamayı bildiler. Rusya yeni Türkiye’nin doğu sınırlarını tanıdı ve bu sayede Türkiye doğudaki birliklerini batı cephesine kaydırabilme olanağına kavuştu. Lenin, Kemalistleri ve onların vizyonundaki Türkiye’yi antiemperyalist milli devrim gerçekleştirmiş bir politik güç olarak algıladı. Bu rejimle dostluk anlaşmaları imzalandı. Türkiye’deki karar alıcılar Rusya’yı hep kuzeydeki büyük komşu olarak gördü ve ondan sakındı, ürktü. Onu kızdırmamaya ve tahrik etmemeye çalıştı.

1940’larda İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’yla flört eden ve NAZİ ideolojisine yaklaşan Türkiye rejimi, Bakü Fatihi olarak anılan ve Birinci Dünya Savaşı’nda Azerbaycan’ı ele geçiren Nuri Paşa’yı gizlice Berlin’e gönderdi. Orada temaslarda bulunan Nuri Paşa, NAZİ’lerle olası bir işbirliğinde Rusya’daki Türkî bölgelere Türkiye’nin yaklaşımlarını anlattı. NAZİ’ler Türkiye’nin yanlarında savaşa girmesi ve Rusya’ya Türkiye üzerinden bir güney cephesi açarak Sovyetleri tümüyle bitirme planını önemsiyordu. Bu arada Türkler Almanya’yla el altından krom ticareti yapıyordu. Bu durumlar hakkında bilgisi olan Moskova, savaş sonrası Türkiye’ye bu siyasetin bedelini ödetmeye kararlıydı. Türk-Sovyet dostluk anlaşmaları böylece uzatılmadı, bunun yanı sıra savaş bitince Yalta ve Potsdam’da Türk-Sovyet sınırı tartışmaya açıldı. Ruslar Kars ve Ardahan dâhil, Türkiye-Rusya sınırı bölgesinde olan geniş topraklarda hak iddia ediyordu. Dahası Boğazlar bölgesini, yani İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı gibi stratejik deniz yollarını “Türkiye’yle beraber savunma” olanağına kavuşmak için bu bölgelerde üs talep ediyorlardı. Bu talepler diplomatik notalarla Türk devletine iletildi.

Bu arada Sovyetler tüm doğu Avrupa’yı işgal etmişti. NAZİ Almanyası’ndan boşalan yerleri Sovyetler ele geçirmiş, bu bölgelerde kendilerinin istediği sistemi kurarak başına kukla yönetimler geçirmişlerdi. Aynısı Türkiye’de olmak üzereydi. Çünkü Türkiye’de kendisini koruma kapasitesi yoktu. Tüm planlar Ankara’nın Batısını savunma üzerine kuruluydu. Türkiye olası bir Sovyet işgaline askeri olarak karşı koyamayacak, muhtemelen doğu Avrupa’dakine benzer bir kukla Sovyet yönetimi başa geçecek, ülke fiilen Rus kontrolüne girecekti.

İşte bu çerçeve dâhilinde Ankara Truman Doktrini ve Marshall Planı’na dâhil oldu. Yeni süper güç ABD’ye talepte bulundu ve sınırlarının korunması konusunda güvence aradı. Başkan Truman, Türkiye ve Yunanistan’a açık destek verdi. Sonrasında yeni kurulan Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü’ne (NATO) Türkiye ve Yunanistan aynı anda alınarak bu iki devletin toprak bütünlükleri garanti altına alındı. Eğer NATO olmasaydı, Türkiye bir Rus uydusu olacaktı. Bağımsız Türkiye devleti ortadan kalkacaktı. Tüm bu politikaların odağında Rus korkusu vardır. Ve bu korku gerçekçi ve meşru bir güç analizine dayanmaktadır. Yani rasyoneldir.

Türkiye’nin NATO’ya girişi ve Batı İttifakı’nda yer alışı bir tercihtir. Kimse Türkiye’yi NATO’ya girmeye zorlamadı. Ayrıca Türkiye’nin durumu açıkçası Soğuk Savaş’ta ilk ve tek örnek de değildir. Yunanistan gibi onlarca Avrupa ülkesi NATO sayesinde Sovyet yayılmacılığını durdurabildi. Türkiye NATO’ya katılmak için çok uğraştı. İttifaka uygun olduğunu kanıtlamak adına Kore’ye asker gönderdi. Ayrıca Avrupa Konseyi’ne kurucu üye olarak katılmayı da, sonrasında o dönem adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan AB’ye üye olmayı da kendi istedi.

Türkiye’de sadece bazı marjinal çevreler değil, neredeyse tüm siyasi kesimler, solculardan İslamcılara, milliyetçilerden ulusalcılara ve Kürt siyasi hareketine, inanılması güç şekilde NATO karşıtıdır. Bu çevreler NATO’yu bir işgalci veya yayılmacı olarak algılıyor, Türkiye’nin NATO üyesi olduğu gerçeğini de, NATO’ya üye olmanın Türkiye’nin tercihi oluşunu da, NATO sayesinde Sovyet uydusu olmaktan kurtulduklarının da farkında değilmiş gibi davranıyor.

2 – Tercih

Bugün gözlemlenen bir başka tercih, bazı çevrelerin NATO ve Batı yönelimine karşı Rusya ve Avrasya yönelimidir. Aslında bu tercihin kökleri 28 Şubata kadar uzanır. Neden? Çünkü 1990’ların sonlarına doğru Türkiye AB yönelimine odaklanmış, ama bir türlü istediği tam üyelik perspektifini yakalayamamıştı. Oysa 1960’ların başından beri, 1997 itibarıyla neredeyse 30 yıldır Avrupa entegrasyonuna katılmak için can atıyordu. Yunanistan’ın 1982 yılında tam üye olması Ankara’yı iyice çıldırtmıştı. Tüm dış politikanın birincil hedefi AB üyeliğiydi. İşte 1990’ların sonunda Kopenhag Kriterleri denen AB demokrasi ölçütleri önüne konduğunda, bu kriterler konusunda derin devletin ciddi kuşkuları oluştu. Özellikle azınlık hakları çerçevesinde Kürtlere anayasal haklar temin etmek bu çevrelere ters geldi. AB’ye girmemek yönünde bir irade oluştu. Batılılaşma olsun ama Türkiye AB’ye girmesin, çünkü bu üniter devleti bitirir anlayışı somut olarak ortaya atıldı.

İşte Avrasyacılar ve Rusyacılar bu tür düşünceyi benimseyen, Türkiye’nin kendi yoluna Avrupasız devam etmesini savunan ve ciddi ağırlığı olan askeri-bürokratik-sivil derin devlet unsurlarıdır. Bu grubun etkisiyle 1999-2010 yılları arasında AB reformları gerçekleştirilirken CHP ve MHP kanadı bu reformlara yeterince destek olmadı. Hatta Kürtlerle çözüm süreci gibi konularda alenen muhalefet ettiler.

2016 sonrası Rusyacılar Türk dış politikasında etkin güç oldu. TSK’da yapılan operasyonla tüm AB’ci, NATO’cu ve genel olarak Batı’cı kadrolar elimine edildi. Rusya-Avrasya yanlısı kadrolar etkin konumlara geldi. Bu kadroların Batı yönelimini ters çevirme ve gemiyi Rusya-Avrasya hattına sürme projesi bilinçli bir tercihtir. Türkiye tahayyüllerine uygun politika olduğu için bu politikayı desteklediler. Rusya’yla yaklaşmak, stratejik ortaklık kurmak, askeri işbirliğini yoğunlaştırmak, Rus silah envanterine yönelmek gibi tercihlerde bulundular. S-400’leri alma kararını doğru okumak gerekiyor. Mesele asla sadece bir silah alımı değildi. Bunun NATO’yla ve ABD’yle ilişkileri sabote edeceğini iyi biliyorlardı. Dahası Suriye politikasını Moskova’ya endekslemek ve Batı’dan kopmak da böyledir. AB reformlarını terk etmek, Kürtlerle çözüm sürecini bırakıp 1990’ların şahin askeri politikalarına geri dönmek de öyle. Batı yönelimi olsa bunları yapamayacaklardı. Türkiye üzerinde insan hakları ve demokratikleşme baskısı böylece sona erdi. Çünkü Avrasya kampının böyle bir derdi yok.

3 – Pragmatizm

Diğer gerekçe pragmatizm, ya da diğer ifadeyle işlevselci yaklaşımdır. Türkiye’yi idare edenlerin bir bölümü Rusya’ya tercihen yaklaştı. Diğer bölümü ise bunu pragmatizmle yaptı. Erdoğan ve avanesi, yani tüm İslamcılar, Rusya’ya gayet anlaşılır pragmatik nedenlerle yaklaşmayı seçti.

2016’da büyük bir yolsuzluk skandalıyla suçüstü yakalandılar. Batı liginde kalarak bu yolsuzluk rejimini ilelebet devam ettirmek mümkün değildi. Dahası istedikleri takibat politikaları, devletteki “temizliği”, yani cadı avını yapmaları da demokratik hukuk devleti normları varken yapılamazdı. Ayrıca yeni ortakları – Avrasyacı derinler – kendilerinden bazı beklentiler içerisindeydiler. Bunların başında dış politikada bahsettiğim yönelim değişikliği gelmekteydi. Dahası yeni ligde otoriterleşmek ve tek adam rejimi inşa etmek mümkündü. Putinizm Erdoğan için çok iyi bir rol-model alternatifti.

Bu üç pragmatik nedenle Erdoğan ve yakın çevresi Rusya-Avrasya yönelimine evet dediler. Bu sayede hem yolsuzluk skandalından sıyrıldılar, hem yeni ortaklarını memnun ettiler, hem de otoriter bir rejim inşa ettiler. Tüm bunları Batı liginde – en azından bu derecede – yapamazlardı.

(Devamı gelecek yazıda)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version