Türkiye Mahkemesi’nin (Tribünal) raporunda “İşkence” altı ana başlıktan biri olarak geçmekte. Mahkeme işkence konusunda aşağıdaki sorulara yanıt aramış :
Soru 1: (İşkence) ifadelerinin altında yatan gerçeklerde bir örüntü görebiliyor muyuz? Hangi gruplar ve neden hedeflenmektedir? Motivasyon nedir ve devlet bu olaylara en yüksek hangi seviyede karışmıştır?
Soru 2: İşkence ile ilgili ifadeler, Türkiye’de sistematik ve organize bir işkence uygulandığı sonucuna varmamızı sağlıyor mu?
“Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele ve Cezaya Karşı Sözleşme”( UNCAT ), Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 10 Aralık 1984 tarihli oturumunda 39/46 sayılı kararla kabul edilmiş, ve 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, söz konusu sözleşmeyi 25 Ocak 1988’de imzalamış, 2 Ağustos 1988’de onaylamıştır.
UNCAT’in 12. maddesine göre “her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.”
İşkence yasağı, UNCAT 2.2 maddesiyle teyit edildiği üzere kat’i ve mutlaktır: “Hiçbir istisnai durum, ne harp hali ne de bir harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.”
Ayrıca Türkiye tarafından 4 Kasım 1950 ‘de imzalanan ve 18 Mayıs 1954’ te onaylanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi işkence yasağını düzenlemekte. “Hiç kimse işkenceye veya gayri insani veya küçültücü muameleye veya cezaya tabi tutulamaz.”
AİHS’nin 15.2. maddesine göre, AİHS’nin 3. maddesinin sınırlandırılması mümkün değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında AİHS’nin 3. maddesinin işkence iddialarını etkin bir şekilde soruşturmayı içerdiğini doğrulamış durumda.
Ayrıca, işkence Türkiye kanunlarına göre de yasaktır. İşkence yasağı 1982 Anayasası m. 17/3’de düzenlenmiş, Türk Ceza Kanunu’nun 94.1. maddesi de işkence eylemlerini suç kabul etmiştir. “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Bu suçta zamanaşımı bulunmamakta.
1990’larda, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve İşkenceye Karşı Komitesi (CAT), 1980 askeri darbesi sonrası özellikle Türk polis ve güvenlik güçlerinin faaliyetleri dahilinde acımasız işkencenin genelleştirilmiş kullanımına açıkça ve eleştirel bir şekilde işaret eden raporlar yayınladı. 2003 yılında Erdoğan hükümeti “işkenceye karşı sıfır tolerans politikası” uygulayacağını açıkladı, olumlu yasal değişiklikler de yaptı.
Ancak Tribünal raporunda, son on yılda durumun tekrar kötüleştiği, başta Temmuz 2016’daki darbe girişimi olmak üzere çeşitli faktörler nedeniyle, geniş kapsamlı istisnai yasal önlemler getirildiği, (mesela adli inceleme olmaksızın karakollarda uzun süreli gözaltı uygulaması, avukatla beş gün boyunca temasın engellenmesi, avukatlara erişim hakkından yararlandırmama, tıbbi raporlar da dahil olmak üzere dosyaya erişimin yasaklanması, güvenlik görevlilerinin cezasız kalması,…) bunun sonucu da işkenceyle ilgili iddiaların keskin bir şekilde artmasına neden olduğu belirtilmekte.
Raporda, AİHM’in neredeyse sürekli olarak, devletin etkili bir soruşturma yürütme çabası göstermemesi ve uluslararası standartlara uygun olarak düzenlenmiş tıbbi raporları dikkate almaması ve cezai kovuşturmalarda neredeyse yaygın hale gelmiş olan zaman kaybetme kültürü nedeniyle Türkiye’nin AİHS’nin 3. maddesini ihlal ettiği sonucuna vardığını belirtilmekte.
BM Antlaşma organlarından ve diğer uluslararası kuruluşlardan alınan çeşitli raporlara dayanarak hedef alınmış beş grup tanımlanmış durumda. (1) Kürt halkı; (2) Gülen hareketi ile bağlantılı veya bu hareketi desteklediği düşünülen kişiler; (3) “adi” suç ve özellikle ağırlaştırılmış suç ve cinsel suç şüphelileri; (4) gençler/çocuklar; (AİHM, Kavala/TÜRKİYE, no. 28749/18 10 Aralık 2019, AİHM, Rahmi Şahin/TÜRKİYE, no. 39041/10, 5 Temmuz 2016, AİHM, Alpar/TÜRKİYE, no. 22643/07, 21 Ocak 2016, ; AİHM, Şakir Kaçmaz/TÜRKİYE, no. 8077/08,10 Kasım 2015) (5) polis muhbiri olmaları için “ikna etmek” amacıyla tutuklanan kişiler.
İşkence kullanımının altında yatan motivasyonun UNCAT m. 1 ‘deki işkence tanımına uygun olarak; (1) bir itiraf elde etmek; (2) bilgi edinmek; (3) cezalandırmak; (4) gözdağı vermek veya zorlamak ya da (5) işkence mağduruna ayrımcılık uygulamak olduğu saptanmış durumda.
Raporda varılan sonucun, olayların gerçekleşme sıklığına, işkencede son derece uzman kişilerin (çoğu zaman MİT görevlileri) varlığını belirten mağdurların tutarlı örüntüsüne ve ifadelerine dayandığı kabul edilirken, belirli gruplara yönelik işkencenin sıkça kullanılmasının belli polis memurlarının spontane olarak gelişen reaksiyonları olmadığı, bunun aksine güvenlik güçlerinin organize gerçekleştirdiği bir uygulama olduğu kanaatine şüpheye yer bırakmayacak şekilde ve mutlak bir netlikle ulaşılabildiği belirtilmekte.
Net rakamların olmamasından dolayı ihtiyatlı yaklaşılsa da, rapor – kesinlikle son beş yılda –belirli hedef alınmış grupların üyelerine karşı işkence kullanımının sistematik olduğu ve bu konuda cezasızlığın yaygınlaştığı sonucuna varmakta.
Tribünal, sunulan belgeler ve raporlarla tutarlı olan ve işkence eylemlerinde geçerli olan örüntüyü doğrulayan tanık ifadelerine ve BM İşkenceye Karşı Komitesinin raporuna dayanarak, bazı durumlarda, tıbbi personelin ulusal yasalar uyarınca işkence niteliğinden kaçınmak için tıbbi raporlarında mağdurlara uygulanan acıların fiziksel kanıtlarını azaltmaları için baskı yapıldığı iddialarını dikkate alarak işkence olgusunu “organize” ve “sistematik” olarak kabul etmekte.
Tribünal, belirtilen hususların yanı sıra, AİHM’nin bu konudaki davalara ilişkin kararlarına da atıfta bulunmakta. ( İltümür Ozan- Türkiye, no. 38949/09, 16 Şubat 2021; Yavuz Çelik v.- Türkiye, no. 34461/07, 26 Temmuz 2011- Sacılık e.a. v. Türkiye, no. 43044/05, 5 Temmuz 2011 )
Tribünal’e, bireysel işkence vakalarında bir beyanda bulunması için değil, Türkiye’deki küresel insan hakları durumu hakkında bir mütalaa oluşturması için bir çağrıda bulunulmuş durumda.
Tribünal, özellikle akrabalara yönelik işkence tehditlerinin, kurbanların bazılarını kendilerine yönelik fiziksel işkence eylemlerinden daha fazla etkilediğini, bu bağlamda başkalarına uygulanan ağır kötü muameleyi izlemeye zorlanan kişilerin zihinsel acılarının, uluslararası işkence suçu kapsamında kabul edilmesi gerektiğini belirtmekte.
Ayrıca Tribünal, özellikle terörizm şüphesiyle keyfi tutuklama, gözaltı ve işkencenin mağdurlar üzerinde sadece fiziksel ve zihinsel düzeyde değil, aynı zamanda sosyal düzeyde de ciddi ve uzun süreli bir etkiye sahip olduğunu, bazı kişilerin hapisten çıktıktan sonra aileleri ve toplulukları tarafından reddedildiğini gözlemlediğini, bu sosyal reddedilmenin onlar için dayanılmaz hale gelebildiğini ve ülkeden kaçma kararlarını etkileyebildiğini kabul etmekte.
Tribünal, Türk Devletinin kötü muamele iddialarını önlemek ve soruşturmak için önlemler alma yükümlülüğünü yinelerken, işkence konusunda bağımsız soruşturmaların eksikliğinin teyit edildiğini, mahkemelerin işkenceyle ilgili bağımsız tıbbi raporları kabul etmediğini, yalnızca hükümet kontrolündeki adlı tip kurumları tarafından hazırlanan tıbbi raporları kabul ettiğini belirtmekte.
Yukarıda belirtilenler ışığında, Tribünal, Türkiye’nin davranışının uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olmadığı görüşünde olduğunu açıklamakta.
Peki hukuksuzluğu bu noktaya taşıyan ve insan onuruna saygıyı berhava eden AKP iktidarının parti programında ne yazıyor:
Parti Programının “Temel Haklar ve Siyasi İlkeler” başlığının 2.1 “Temel Hak ve Özgürlükler” alt başlığı altındaki ilkeler şöyle sıralanmış :
-Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir.
-Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı bütün unsurlarıyla gerçekleştirilecektir.
-İşkence, gözaltında ölüm, kayıp, faili meçhul cinayetler gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez uygulamaların üstüne ciddiyetle gidilecek ve şeffaflık sağlanacaktır. Bu konuda her vatandaşın şikayeti değerlendirilecek, caydırıcılığı sağlayan gerekli düzenlemeler yapılacak, sorumlular cezasız kalmayacaktır.
Parti programında hukuk güvenliği, adil yargılanma hakkı, işkenceyle mücadele, özgürlükçü demokrasi vaatlerinde bulunan AKP’nin iktidar sürecinin sonunda programının aksine hukuksuzluğa ve otoriterliğe savrulması insanlarımız için büyük bir talihsizlik.
Hukuk güvenliğini sağlayamayan bir iktidara kimse güvenmez.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***