Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kamber Ateş nasıl olabilir ki?

Kamber Ateş nasıl olabilir ki?


YORUM | BÜLENT KORUCU

“İnsan insana nasıl hükmeder?”

Biraz düşünüp, “Acı çektirerek” dedi Winston.

“Tamam işte. Acı çektirerek. Boyun eğmek yetmez; acı çekmiyorsa, kendi iradesine değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? Hükmetmek acı çektirmekle ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. Nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı şimdi? Çocuk ile ana baba, insan ile insan, kadın ile erkek arasındaki bağları kopardık. Artık hiç kimse karısına, çocuğuna ya da arkadaşına güvenmeyi göze alamaz…”

George Orwell’in 1984 romanında herkes ‘Büyük birader bizi gözetliyor’ ya da ‘düşünce polisi’ gibi kavramları biliyor. Oysa yukarıda alıntıladığım bölüm en az diğerleri kadar önemli. Herhalde yeni olmadığı, kadimden beri benzerlerine tanık olunduğu için yeterince dikkat çekmedi. İşkence insanlık tarihi boyunca yaşana yaşana neredeyse olağanlaşmış. Oysa Orwell işkencenin fiziki ve psikolojik arkaplanını ve amacını müthiş analiz etmiş.

1980 darbesinden sonra yaşanan binlerce hikayeden biri ‘Kamber Ateş nasılsın!’ Oğlunu cezaevinde ziyarete giden Kürt Anne İpek Ateş, öğrenebildiği tek Türkçe cümleyle bütün bir açık görüşü geçiriyor. Zira Kürtçe konuşma yasaktır ve ağır cezaları vardır. O da üç kelimelik tek cümleyle, ayların birikmiş hasretini gidermeye çalışır.

Şayet ağızından tek kelime Kürtçe kaçırsaydı, oğlu gözünün önünde işkenceye uğrayacak ve görüş hakkı elinden alınacaktı. Tıpkı Muşlu ‘Ülkücü’ Abdussamet Karakuş’un yaşadığı gibi. MHP Davasının önemli sanıklarından Karakuş, annesi Kürtçe konuştuğu için, onun gözünün önünde öldüresiye dövülmüş ve daha kötüsü görüş hakkı elinden alınmıştı. Çocuğunun yaralanmasına sebep olmak, bir anne için en ağır travmadır. Bir evlat için de anasının bu sahneye tanık olması kaldırılması en zor işkenceydi. Gözü önünde oğluna işkence yapılması değildi anneyi kahreden, ‘buna ben sebep oldum’ diye kendini kahretmesiydi istenen. Annenin canını yakmak, sonra o acıyı katlayarak Abdussamet’in omuzuna yüklenmek…

İpek Ateş yaşanmış örneklerle tembihlendiği için hata yapma korkusuyla, ürkek ürkek sadece o üç kelimeyi tekrar edip durdu. Bu sessiz ve tedirgin çığlık hem içeriye hem dışarıyı özetlemeye yetiyordu.

Bugün de başka şekillerde aynı canavarlık sürdürülüyor. Oğlunu, kızını, gelinini görüşe giden yaşlı kadınlar, annesine babasına giren genç kızlar çıplak aramaya maruz kalıyor. Cezaevindekilerle yetinmiyorlar; onları tamamen bir viraneye çevirmek üzere ateşi ulaşabildikleri her yere atıyorlar.

Psikolojik direnci kırmak için fiziki işkence yetmiyor, benliğini yok etmeye çalışıyorlar. Dilin, kimliğin, inancın, annen, çocuğun… Sana ait olan her şey bir acı gerekçesi olarak sana dönüyor. Böylece seni sana düşman etmeye çalışıyorlar. Bir aşamadan sonra doğduğun yere, konuştuğun dile, belki de doğuran anaya lanet etmen bekleniyor. İşkenceciler çok profesyoneldir, bedeninde iz bırakmayacak şekilde yaparlar çoğunlukla; ya da iyileşmeni beklerler. Asıl acıyı ruhuna çektirir ve izi orada bilinçli bırakırlar.

Dil, kültür ve kimliğe yapılan saldırı bedene yapılandan bir farkı var kuşaklar boyu bu yara aktarılır. Ve zaten bunun için yapılır. O yara kuşaklar boyu kanasın istenir; biraz kabuk bağlamaya yüz tutsa deşelenir ve yeniden tazelenir.

Diyarbakır Cezaevi ise distopya romanlarında görseniz inanmayacağınız bir gerçeklik. Orwell’in hayal gücünün kurguladığı 101 numaralı odadan bile korkunç neredeyse. Bugünlerde onun yerini Ankara’daki MİT tesisleri aldı. Aylarca işkence altında tutulan insanlar var ve seslerini duyuramıyor, haklarını arayamıyorlar. 6 Ay hukuksuz biçimde işkenceli sorguda tutulan Ayten Öztürk’te tam 898 yara izi tespit edildi. Bir yılı aşkın süredir ortadan kaybolmuş kişiler var. Bir kayıp eşya gibi emniyet müdürlüklerinin bahçesine bırakıldıklarında, avukat bile talep edemeyecek ölçüde korkmuş ve sindirilmiş halde bulunuyorlar.

15 Temmuz’dan sonra işkence edilmiş insanların fotoğrafları devlet ajansı eliyle servis edildi. Hukuk sisteminin bütün paydaşlarının işkencenin suç ortağı olduğu düzene sistematik işkence diyoruz. Yapan kadar kayıt altına almayan hekim, göz yuman savcı, takibini yapmayan avukat, şikayete kulak tıkayan yargıç… Hepsi suç ortağı.

İşkence ile bireylerin kendisine olan saygısını sıfırlayıp kimliksiz hale getirme amacının ötesinde toplumu resetleme, sıfırlayıp yeniden kurma amaçlanıyor. Mağdur kadar fail de formatlanıyor; daha önemlisi sessiz kalan toplum yeniden şekillendiriliyor. Ne diyordu O’Brien, “Çocuk ile ana baba, insan ile insan, kadın ile erkek arasındaki bağları kopardık. Artık hiç kimse karısına, çocuğuna ya da arkadaşına güvenmeyi göze alamaz…” Sizce de bugünün Türkiye’sini anlatmıyor mu?

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version