Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Zincire vurulan, kitapları yakılan yoldaşım

Zincire vurulan, kitapları yakılan yoldaşım


Bugün 19 Ocak… Tam 15 yıl önce sevgili Hrant Dink‘i, yarattığı Agos‘un önünde soykırım inkarcısı, halklar düşmanı, insan sevgisinden zerrece nasibini almamış bir karabasan rejimin zavallı bir tetikçisinin kurşunlarına kurban vermiştik.

Tam da bu acıyı 15. kez yeniden yaşarken ekrana düşen çok kısa, ama acı bir haber beni yarım yüzyıl öncenin uyanış, direniş ve kavga günlerine götürdü. 60’lı yılların başından itibaren hem Türkiye İşçi Partisi saflarında yoldaşım, hem de gazeteci ve yayıncı olarak sosyalist düşüncenin tanıtılması kavgasını birlikte yürüttüğümüz meslektaşım Süleyman Ege yaşama veda etmişti.

Tüm gazeteleri ve internet sitelerini taradım… Bu yazıyı yazdığım ana kadar hiçbir yerde Süleyman‘ın yaşam öyküsünü yansıtan bir habere rastlamadım, mücadelesini yansıtan bir fotoğrafına da…

İnci‘yle birlikte belleğimizi zorlarken, onun 1973 yılında 30 yıla mahkum bir aydın olarak hastaneye yatırıldığında yatağa zincirlenmiş fotoğrafını anımsadım. Fotoğraf bize ulaştığında Demokratik Direniş örgütü olarak onu Türkiye’deki rejimin yüz kızartıcı belgelerinden biri olarak tüm insan hakları örgütlerine ve medyaya yansıtmıştık. Bu yazımın sunuş görselinde paylaşıyorum.

Bilim ve Sosyalizm Yayınları kurucusu Süleyman Ege, benden beş yıl önce dünyaya gelmişti. 1931 yılında Konya Ereğlisi’nin Gaybi köyünde doğan Süleyman, dört yıl köy öğretmenliği yaptıktan sonra gazetecilik yaşamına katılmıştı. 60’lı yılların ikinci yarısında ben Ant Yayınları’nı yönetirken, o da Bilim ve Sosyalizm Yayınları‘nın başındaydı.

Süleyman’la şahsen Türkiye İşçi Partisi‘nin Aybar liderliğinde örgütlenmeye başladığı 1962 yazında tanışmıştım. TİP Ankara il başkanı ve Yapı İşçileri Sendikası başkanı Fukara Tahir (Tahir Öztürk) Karadeniz Ereğlisi’ndeki demir-çelik fabrikaları inşaatında işçilerin gayri insani koşullarda çalıştırılmasına karşı büyük bir miting düzenlemiş, biz de TİP İzmir il örgütü adına bu mitinge katılmak üzere önce Ankara’ya gitmiştik.

Hasan Hüseyin Korkmazgil, Teoman Okaygün, Sermet Çağan, Uğur Cankoçak gibi Süleyman Ege‘yi de o zaman tanımıştım. O sırada Müşerref Hekimoğlu Öncü Gazetesi’ni devralmış, sol bir kadro kurarak onu solun sesini duyuracak bir gazete haline getirmek istiyordu. Büyük işçi mitinginden sonra Süleyman’la gazeteci olarak Öncü‘de birlikte olduk.

1963 yılında Aybar’ın isteği üzerine İstanbul’a geldiğimde, Süleyman’la Türkiye İşçi Partisi genel merkezinin basın bürosunda yine beraberdik.

Yön’ün giderek daha “tepeden inmeci” bir çizgi benimsemesi, TİP’e karşı mesafeli durması karşısında parti yönetimi haftalık bir sol dergi yayınlama kararı almıştı, adı Sosyal Adalet olacaktı. Yönetmenliğini Turhan Tükel’in yaptığı dergide onun yardımcıları olarak Süleyman‘la ben de görev üstlendik. Ancak Sosyal Adalet, 21 Mayıs 1963 darbe girişiminden sonra sıkıyönetim tarafından kapatıldı.

1964 yılında yapılan TİP 1. Büyük Kongresi’nde ben merkez yürütme kuruluna seçildiğim halde seçimde fikir işçisi olanlarla olmayanlar arasında ayrım yapılmasına, gençlik kollarının Genel Yönetim Kurulu’nda temsil edilmesinin engellenmesine karşı çıkanlardan biri olduğum için TİP’ten ihraç edildim.

Süleyman Ege de, TİP 2. Büyük Kongresi’nden başlatılan ikinci tasfiyeler sürecinde Halit Çelenk ile birlikte haysiyet divanına verildi, 23 Aralık 1967’de de Sevinç Özgüner, Rasih Nuri İleri, Ahmet Say, Vahap Erdoğdu, Ümran Baran ve Naci Ormanlar‘ın da aralarında bulunduğu 11 üyeyle birlikte partiden ihraç edildi.

Hakkımızda verilen ihraç kararlarına rağmen ikimiz de, sosyalist hareketin başarılı olması için mücadelemizi yayın hayatında sürdürdük.

Ben 1964-66 yıllarında Akşam’ı solun günlük sesi haline getirdikten sonra Ant Dergisi ve Ant Yayınları‘nı kurarken, Süleyman da Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nı kurarak Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’su dahil, sol düşüncenin birçok temel kitabını Türkiye düşün yaşamına kazandırdı.

Süleyman Ankara’da, ben İstanbul’daydım… Faşizan saldırıların yoğunlaştığı, sol yayınevleri üzerinde ceza davaları ve kitap toplatma kararlarıyla baskıların iyice yoğunlaştığı günlerde mücadelemizi bir arada örgütlü yürütmek için 1970’de Ant Dergisi adına bir girişim başlatmıştık. Tüm sol yayıncılarla tek tek görüşerek sorunlarını ve önerilerini yayınlıyorduk.

O dönemin Ankara’daki sol yayıncıları Muzaffer Erdost, Ahmet Küflü, Bekir Harputlu, Remzi İnanç, Zülfü Livaneli gibi Süleyman Ege ile de görüşmüş, görüşlerini Ant dergisinde yayınlamıştım.

12 Mart 1971 darbesi indiğinde, Süleyman da ben de, diğer sol yayıncı dostlarımız gibi, yüzlerce yıllık hapis tehdidi altındaydık, yayınlarımız yasaklanmıştı. Ben cuntaya karşı mücadeleyi yurt dışında sürdürmek için sürgüne çıkarken Süleyman 26 Haziran 1971’de tutuklanmış, üç ay sonra da, yayınlamış olduğu dört kitapta “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle sıkıyönetim askeri mahkemesi tarafından 14 Eylül 1971’de tam 30 yıl hapse ve 12 yıl sürgüne mahkum edilmişti.

Bugün paylaştığım hastane yatağında zincirli fotoğrafı işte o döneme ait…

1974 affından sonra tahliye olarak Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın başında yayın mücadelesini sürdüren Süleyman Ege, tüm sol yayıncılar gibi, Ecevit iktidarı döneminde de dokunulmayan Türk Ceza Yasası’nın 142. maddesine göre “komünizm propagandası” suçlamasıyla kovuşturulmaya devam edecekti.

Ama Süleyman Ege‘ye en büyük darbe, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle geldi. 6 Ağustos 1982’de Sıkıyönetim Komutanlığı Bilim ve Sosyalizm Yayınları‘nın aşağıdaki kitaplarına el koydu:

Dünya Komünist Hareketi’nin Ortak Belgeleri (1957-1976), Yaşasın Halk Savaşının Zaferi (Lin Piao), Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm (Lenin), Teorik ve Siyasal Düşünceler (Mao Tse-tung), Vietnam Halk Savaşı’nın Zaferi (Giap), Tsankov’un Kanlı Faşizmi (N. Hristozov), Diyalektik ve Tarihi Materyalizm (Stalin), Komünizm ve İnsanlık Değerleri (Maurice Cornforth), Faşizm Üzerine Dersler (Palmiro Togliatti), Dün Köleydik Bugün Halkız (P. Horvath), Proleter Devrim ve Dönek Kautsky (Lenin), Yoldaşımız Ho Chi Minh (Le Figueres, C. Fourniau), Devlet ve İhtilal (Lenin), Gölgeler Ordusu (J. Kessel), Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz (Belgeler), Karl Marx ve Doktrini (Lenin).

Sıkıyönetim Komutanlığı, 27 Ağustos 1982’de ikinci bir emir çıkartarak yayınevinin kalan 14 kitabına daha el koydu.

Bu el koymaların ardından, 28 Ağustos – 9 Eylül 1982 tarihleri arasında tam 13 gün boyunca aralıklı gidiş gelişlerle yayınevinin 7 kamyon dolusu tam 133.607 kitabı bilinmedik bir yerlere götürüldü.

9 Eylül 1982’den itibaren tam üç yıl kitapların başına ne geldiği bilinemiyor, Süleyman Ege‘nin başvurularına resmi makamlardan bir yanıt gelmiyordu.

Yaptıkları itiraza Sıkıyönetim Kurmay Başkanı Yardımcısı Tuğgeneral Cengiz Çetin Varol imzasıyla verilen yanıtta 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 3. maddesine göre sıkıyönetimin aldığı tedbirlere hiçbir şekilde itiraz edilemeyeceği ve aleyhinde dava açılamayacağı bildiriliyordu.

Süleyman, Kitabın Ateşle İmtihanı adlı kitabında, bu yanıtı şöyle yorumluyor: “Yani: Biz yakarız, yıkarız… Yetkimiz var. Bunun hesabı sorulamaz. Kitapların niçin, nasıl imha edildiğini açıklayacak belgeleri de göndermek zorunda değiliz.”

Ankara’da sıkıyönetimin kaldırılması üzerine Süleyman Ege 10 Haziran 1985’te Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne başvurarak tutanakla teslim alınan 133.607 kitabın ne olduğunu soruyor.

Emniyet Müdürlüğü’nün yanıtı: “133.067 kitabınız imha edilmiştir.”

Süleyman Ege, bu yanıt üzerine Cumhurbaşkanı Evren’e de, Başbakan Turgut Özal’a da kitaplarının akıbetini soruyor.

Onlardan da bir yanıt çıkmıyor.

Acı gerçeği nihayet Süleyman Ege‘nin hem yoldaşı, hem de avukatı Halit Çelenk meydana çıkartıyor.

Kitabın Ateşle İmtihanı adlı kitabında Süleyman Ege kitaplara el konulması kararına Halit Çelenk‘in itiraz ettiğini, ancak yakılmaktan kurtaramadıklarını anlatırken şöyle diyor: “Çelenk şimdi de o görüşme odasındaki gibi acılıydı. Neden sonra yutkunarak şu iki sözcük çıktı ağzından: Yakmışlar kitapları.”

Kitaplarının yakılmasının üzerinden tam 40 yıl geçtikten sonra bugün Süleyman Ege‘yi de, tıpkı değerli meslektaşlarımız İlhan Erdost gibi, Muzaffer Erdost gibi büyük acılar içinde sonsuzluğa yolcu ediyoruz,

Aynı zamanda, onların da sol yayıncılar olarak özverilerle büyük katkıda bulunduğu büyük mücadeleye rağmen, yarım yüzyıl sonra ülkemizde islamo-faşist bir karanlığın sürüp gidiyor olmasının verdiği acılarla…

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version