Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Padişahları tahttan indiren hal’ fetvaları ve gerekçeleri

Padişahları tahttan indiren hal’ fetvaları ve gerekçeleri


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı tarihinin ilginç sayfaları arasında padişahların tahttan indirilirken fetva makamının verdiği hal’ fetvaları da yer almaktadır.

Bu fetvalar bazen padişahın kişilik özelliklerinden hareketle verilirken bazen de “maslahat gereği” olarak gerçeklerle bağdaşmayan bir şekilde ya da tartışmaya açık nedenler ortaya konularak kaleme alınmıştır.

Genel olarak değerlendirildiğinde hal’ fetvalarının siyasi nedenlere dayanmasına rağmen “şeriata uygunluk” görünümü altında takdim edildiği ve bu yolla padişahın tahtan indirilmesine “dini meşruiyet” kazandırılmasına çalışıldığı görülmektedir.

İMAM-HALİFE HAL’ EDİLEBİLİR Mİ?

Sözlük anlamı olarak hal’, “soymak, çekip almak, çıkarmak, çözmek, tecrit etmek” anlamında kullanılsa da hukukî karşılığı devlet başkanının görevden uzaklaştırılması ve ona yapılan biatin sona erdirilmesidir.

Osmanlı tarihinde padişahların görevden alınmaları “hal’” kelimesiyle ifade edilmiş, memurların görevden alınmasına ise “azil” denilmiştir. Tahttan indirilen padişah ise artık “mahlû’” olmuştur.

İslam hukukunda halifenin görevden alınması konusunda farklı görüşler vardır. Bazı fıkıhçılara göre Müslüman halkla halife arasındaki ilişki bir “müvekkil-vekil” ilişkisi olduğundan müvekkil yani ümmet, halifeyi hal’ edebilir.

Halife ile İslam ümmeti arasındaki bağı “velayet ilişkisi” olarak gören fakihler ise ona “velayet-i amme” yetki ve görevi yüklediklerinden ümmet, istediği zaman bu yetkiyi geri alma hakkına sahip değildir.

İslam hukukçularına göre halifenin görevden alınabilmesi için “irtidad etmesi yani dinden dönmesi, düşmanın elinde esir olması veya sahip olması gereken vasıflardan birisini kaybetmesi” gereklidir. Tahmin edileceği üzere ilk iki şartın gerçekleşmesi çok küçük ihtimal olduğundan tartışmalar daha çok sahip olması gereken niteliklerden birisinin kaybı üzerinde yoğunlaşmış ve Osmanlı geleneğinde de hal’ fetvaları bu doğrultuda verilmiştir.

Sahip olunan niteliklerin kaybı denildiğinde akli melekelerin kaybedilmesi, felç olma gibi kolay tespit edilebilecek durumlar yanında tartışmaya yol açabilecek halifenin “adaletten uzaklaşarak fasık olması” hususu karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla “fasık olma” gerekçesiyle halifenin görevden alınması konusunda farklı görüşler söz konusudur.

İmamı “masum” kabul eden İmamiye Şiasına göre halifenin fasık olması mümkün olmadığından görevinden alınması mümkün değildir. Hariciler ise Kur’an-ı Kerim’deki “emr-i bil’l maruf nehy-i ani’l münker” ayetlerine ve Peygamberimizin kötülüğün elle, dille ortadan kaldırılması ya da onay verilmemesi hadisine dayanarak imamın azlini onaylamaktadırlar.

Şafiilere göre adaletten ayrılmasıyla fasık imamın görevi kendiliğinden sona ermekte, Hanefilere göreyse azledilme hakkı doğmaktadır. Ayrıca Hanefiler adaletten ayrılan halifenin hilafeti “mekruh” olsa da caiz olduğu görüşündedirler. Bununla birlikte böyle bir halife, “fitne ihtimali yoksa” değiştirilir. Maliki ve Hanbeliler ise fasık halifenin değiştirilmesini onaylamamaktadırlar.

DELİLİKLE VELİLİK ARASINDAKİ PADİŞAH

İlk Müslüman Türk devletlerine bakıldığında Türk egemenlik anlayışı çerçevesinde taht kavgaları devam ettiğinden hükümdarlar tahttan indirilirken İslam hukukunun hal’ şartlarının yerine getirilmesine ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir.

Büyük Selçuklularda Tuğrul Bey’in yerine geçen Süleyman Alparslan tarafından, Türkiye Selçukluları hükümdarı I. Gıyaseddin Keyhüsrev II. Süleyman, III. Kılıçarslan da I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tahttan indirilirken herhangi bir hal’ fetvası alınmamıştır.

Osmanlı Devleti’nde ise hükümdarların tahttan indirilmesinde şeriata uygunluk şartı aranmış, bu doğrultuda fetvalar hazırlanmıştır. Bu fetvalar, devrin siyasi ortamının bir sonucu olarak verilmiş ve hükümdar değişikliğinin “dini ve hukuki meşruiyet” zemini oluşturulmuştur.

Daha sonraki yazılarda ele alacağımız II. Osman, İbrahim, III. Ahmet, III. Selim, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in tahttan uzaklaştırılmaları tamamen siyasi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Farklı bir örnek ise iki defa tahta çıkan, bazılarına göre “deli” bazılarına göre “veli” olan I. Mustafa’nın tahttan indirilmesidir.

1595’te tahta çıkan III. Mehmet, on dokuz kardeşini katlettirmişti. III. Mehmet’in vefatından sonra hükümdar olan oğlu Ahmet ise hem hanedanın tek varisi olması hem de babasının yaptığı şehzadeler katliamının meydana getirdiği infial nedeniyle kardeşi Mustafa’yı öldürtmedi.

Bazı tarihçiler sonradan Ahmet’in çocukları dünyaya gelmişse de bunlar küçük olduklarından ve saraydaki çekişmelerden dolayı Mustafa’nın hayatta kaldığını iddia etseler de asıl nedenin ne olduğu tam olarak bilinmemektedir.

Yine Osmanlı veraset geleneğine göre Ahmet’ten sonra oğlu Osman’ın tahta çıkması gerekirken şeyhülislam ve devlet adamlarının tercihiyle ölen padişahın kardeşi Mustafa hükümdar yapılmıştır. Böylece padişahlık da “babadan oğula geçen saltanat” yerine “ekber ve erşed” usulüne dönüşmüştür.

Mustafa artık şehzadelerin sancağa gönderilmesi uygulamasından vazgeçildiğinden 1595’ten 1617’ye kadar Saray’ın sonradan “kafes” adını alacak “Şimşirlik” bölümünde baskı altında yaşadı. Bu durum psikolojisinin bozulmasına ve akli melekelerini yitirmesine yol açtı. Mustafa’nın akli problemleri olduğu bilinmesine rağmen şehzade Osman’ın küçük yaşta olması ve Peçuylu İbrahim’e göre “sonradan düzeleceği” kanaatiyle tahta çıkarıldı.

Mustafa hükümdar olsa da “cinnet hali” saklanamaz hale geldiğinden padişahlığı üç ay altı gün sürdü. Yerine I. Ahmet’in on dört yaşındaki oğlu Osman tahta çıkarıldı. Ancak Mustafa öldürülmeyerek sarayda hapsedildi ve dört yıl sonra ikinci defa padişah yapıldı.

İlk hükümdarlığı hakkında çok fazla bilgi bulunmayan Mustafa’nın sürekli avlandığı, toplara ve gemilere ilgi duyduğu belirtilmektedir. Bunun yanında ulema, tekke şeyhleri ve fakirlere ihsanda bulunmuştu.  

Mustafa bazıları tarafından “deli değil veli” olarak görülse de tedavilerin sonuçsuz kalması, tutarsız davranışlarda bulunması ve diğer şehzadeleri öldürterek Osmanlı hanedanının soyuna son vereceği kanaatinin oluşması nedeniyle tahttan indirilmiştir.

Peçuylu ve Kâtip Çelebi onun devamlı deniz seyrine gittiği, yanındaki altınları balıklara yem olarak attığı, yanına giren vezirlerin bazılarının başlarını açtığı, kavuklarını yuvarladığı gibi tuhaf davranışlarından bahsetmektedirler.

Bunun sonucu olarak Kaymakam Sofu Mehmet Paşa ve Şeyhülislam Esad Efendi, Valide Sultan’la da anlaşarak “aklî zafiyet” nedeniyle Mustafa’nın tahttan indirilmesine karar verdiler. Bu karar İslam hukukunun “akli melekelerini kaybeden” halifenin tahtan indirilmesi hükmüne uygundu ve böylece hal’ meşruiyet kazanmış oluyordu.

MUSTAFA TEKRAR TAHTTA

Mustafa tahttan indirildikten sonra dört yıl boyunca Topkapı Sarayı’nda hapis hayatı yaşadı. Zaten akli melekelerinde problem olan Mustafa’nın bu süre içinde cinnet halinin daha da arttığı anlaşılmaktadır.

Yerine geçen II. Osman Hotin seferine giderken kardeşini öldürttüğü halde muhtemelen aklî probleminden dolayı ona dokunmadı ve Mustafa dört yıl sonra yine padişah oldu.

1622 yılına gelindiğinde yeniçeri ve sipahilerin önderliğindeki grup, çeşitli nedenlerle II. Osman’ın tahttan indirilmesine ve dört yıl önce hal’ edilen Mustafa’nın padişah olmasına karar verdiler. Mustafa’nın tercihinde asilerin kolay yönlendirebilecekleri birini tahta çıkarmak istemeleri etkili olmuştu.

Osman’ın tahttan indirilerek yerine Mustafa’nın tekrar hükümdar yapılmasına dair tanıklık ettiği olayları tarihinde anlatan Hüseyin Tugi’ye göre, ulema ve Esad Efendi, “aklî zafiyet” nedeniyle karşı çıksa da tehditler sonunda bu durumu kabul etmek zorunda kaldılar.

Bulunduğu odanın kubbesi delinerek iple yukarı çekilen Mustafa, perişan bir vaziyetteydi ve atın üzerinde duracak hali bile yoktu. Buna rağmen, dört yıl önce akli melekelerini yitirdiği gerekçesiyle tahttan indirilen Mustafa, İslam hukukunun açık hükmüne rağmen yeniden hükümdar yapıldı.

Mustafa’nın ikinci hükümdarlığı annesinin ve etrafındakilerin verdiği kararlarla ülkenin yönetildiği bir dönem oldu. Zaten hatt-ı hümayunlar da padişah adına annesi tarafından yazdırılmaktaydı.

Bu sırada etrafa padişahın “deli değil veli” olduğuna dair söylentiler yayılmaya çalışıldı. Örneğin Cerrah Mehmet Paşa Camii vaizi sultanın “veli” olduğuna dair rüyalar anlatarak “ermiş bir zat olduğunu” iddia etmiş, padişahın bayramlaşma merasiminde geleneklere aykırı olarak tahtta oturmayıp ayakta durması da Hulefa-yı Raşidin’i örnek almasıyla açıklanmıştı.

Çok geçmeden yaşanan iç çekişmeler ve padişahın tuhaf davranışlarının devam etmesi nedeniyle hal’ yeniden gündeme geldi. Tugi’ye göre “adın nedir, kimin oğlusun, bugün günlerden nedir?” sorularının sorularak padişahlığının devam edip etmemesi için karar verilmesi teklif edildi. Bunu üzerine Valide Sultan “hali sizce de malum” dedikten sonra “mecnunun imametinin caiz olmadığı” fetvasıyla oğlunun tahttan uzaklaştırılmasını onaylamak zorunda kaldı.

Mustafa’nın doksan altı gün süren ilk hükümdarlığından sonra ikinci padişahlığı da bir yıl üç ay yirmi iki gün devam edebildi ve önceden hapsedildiği odaya yeniden konuldu. Burada on beş yıl yaşadıktan sonra da vefat etti.

İkinci defa tahta çıkışı esnasında II. Osman’ın katlediliş şeklinin Mustafa’nın ruh halini daha da bozduğu anlaşılmaktadır. Hatta saray koridorlarında koşarak kapıları çalıp “Osman” diye seslendiği ve kendisini bu yükten kurtarması için ondan yardım istediği rivayet edilmektedir.

Bütün bu yönlerine rağmen halkın bir kısmı ve tekke şeyhlerinin bazılarına göre Mustafa, “derviş meşrep” ve “keramet sahibi bir velidir”. Tugi de eserinde ondan “padişah-ı veli” olarak bahsetmektedir.

Yazı yazmayı bilmediği ve hatt-ı hümayunları cariyesine yazdırdığı söylenen Mustafa’nın; imlası bozuk, büyük ve çirkin bir şekilde kaleme alınmış fermanları vardır. Mustafa harem kadınlarına da ilgi duymamış ve çocuğu olmamıştı.

Sultan Mustafa’nın kişilik özellikleri dikkate alındığında ikinci defa hükümdarlığının mantıklı bir izahı olmasa da tahttan indirilmesi, İslam hukukuna uygun fetvalarla gerçekleşmiştir. Asıl ilginç olansa, bu tecrübeye rağmen bir sonraki yazıda ele alacağımız benzer durumdaki İbrahim’in tahta çıkarılması ve sekiz yıl süreyle Osmanlı Devleti’ni yönetmesidir.

***

Kaynaklar: M. Aktepe, “Mustafa I”, İA, C. 8; F. Emecen, “Mustafa I”, C. 31, M. A. Aydın, “Hal’”, C. 15, DİA; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara, TTK, C.3; N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version