YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Osmanlı Devleti 19. yüzyılda yaşadığı mali bunalım karşısında çözüm olarak dış borçlanmayı keşfetmişse de aldığı borçları yerinde kullanmamıştı. Borçlanma bir kısır döngüye dönüşmüş ve kısa bir süre sonra geri ödeme imkânı kalmamıştı.
Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın bulduğu çözüm ise “moratoryum” kararıyla devletin mali iflasını ilan etmekti. “Ramazan Kararnamesi” denilen bu karar, bir taraftan “yabancı sermayenin korunduğu” Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasıyla diğer taraftan da padişah Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanacaktır.
BORCU BORÇLA KAPATMAK
Osmanlı Devleti ilk dış borcu Kırım Savaşı sırasında 1854’te Mısır vergisini karşılık göstererek almış ve bunu yeni borçlanmalar takip etmişti. Borçlanmalar bir yerin vergi geliri garanti edilerek yapılıyor bazen de hangi alanlarda kullanılacağı da şartnamede yer alıyordu.
İlk defa dış borç alan padişah Abdülmecid, Maliye Nazırına Dolmabahçe Sarayı’nın kaç paraya mal olduğunu sorduğunda “3.500 kuruş hünkârım” cevabını alınca şaşırmış, nazır bu maliyeti şöyle açıklamıştı: “İnşaat için gerekli 70.000 Franklık kaimenin mürekkep, kâğıt ve baskı bedeli efendimiz”.
Osmanlı hükümetlerinin bulduğu çözüm, kaime basmaktan öte geçmiyor, bu da bütçe açığı ve enflasyonu körüklüyordu. Borçlanmalar çok ağır şartlarda gerçekleşmekte, asıl kazanan Avrupa sermayesi olmaktaydı. Bankacılar ve spekülatörler kolayca büyük kârlar elde etmekte, hisse sahipleri de yüksek faizlerle para kazanmaktaydı.
Faizler ve önceki borçların ödemeleri nedeniyle 1854-1877 arasında alınan dış borcun ancak yüzde 52’si ele geçmişti. Benzer ağır şartlar, iç borçlanma kaynakları olan Osmanlı Bankası ve Galata bankerleri için de geçerliydi.
Borçlanmadaki bu gariplikler yanında harcama kalemleri de iyi yönetilemiyordu. Harcamaların en büyük kısmı ordu ve yeni saraylar inşasına gidiyor, bütçenin yüzde 7-8’i saraya ve sultanın harcamalarına ayrılıyordu.
1870’lere gelindiğinde anapara ve faizin ödemesi bütçe gelirlerinin yüzde 55’ini bulmuş, 1875 yılında 17-18 milyon olan Osmanlı bütçesinin 14 milyonu borç ödemelerine ayrılmıştı.
1870-1871’de gerçekleşen Fransa-Prusya Savaşı Almanların üstünlüğüyle bitmiş ve Avrupa güç dengesi değişmişti. Padişah Abdülaziz de bu sırada Osmanlılara yakınlaşma politikası izleyen Ruslara sıcak bakmaya başlamış, en azından bir denge oluşturmayı amaçlamıştı.
NEDİMOF
Tanzimat’ın mimarları M. Reşit Paşa ve tilmizleri Fuat Paşa’dan sonra Âli Paşa’nın da ölümü sonrasında padişaha yakınlığı sayesinde sadrazam olan Mahmut Nedim Paşa, padişahın her dediğini yaptı. Zaten paşa, Âli Paşa’nın ölümü sonrasında “işte şimdi padişah oldum” diyen Abdülaziz’e, “efendimiz bir padişah-ı müstebidsiniz. Her emir ve fermanınızı icraya muktedirsiniz” demişti.
Paşa, Tanzimat reformlarının mimarı olan bürokratları birer birer görevlerinden uzaklaştırdı. Âli Paşa’nın adamları olarak bilinen Mütercim Rüştü Paşa, Hüseyin Avni Paşa gibi kişileri de sürgüne gönderdi.
Harcamaları azaltma maksadıyla pek çok memuru açığa alan paşa, bütçeyi denkleştirdiğini ilan etse de memurlar maaşlarını alamıyor ve borçlanma devam ediyordu.
Nedim Paşa, Tanzimatçıların İngiltere ve Fransa yörüngeli politikaları yerine Rusya eksenli bir dış politika izlemeye başladı. Rus yanlısı politikaları nedeniyle halk arasında “Nedimof” olarak anılan Paşa, itibar kaybedince Abdülaziz tarafından görevden alındı.
1875 yılına gelindiğinde Abdülaziz, M. Nedim Paşa’yı ilk görevindeki başarısızlığına rağmen “Hersek meselesini çözeceği vaadinden dolayı” bir kez daha sadrazamlığa tayin etti. Paşa bu sefer de Hersek isyanını bastırmak için kaynak bulmak amacıyla ödenmesi imkânsız hale gelen Osmanlı borçları için bir plan yaptı.
RAMAZAN KARARNAMESİ
Paşa’nın bulduğu çözüm, padişahın da onayıyla borçların ödenmesinin mümkün olmadığını açıklayan Ramazan Kararnamesi’ni ilan etmek oldu. Kararnamede “hükümet, beş sene müddetle faizlerin yarısının nakden, diğer yarısını da yüzde 5 faiz getiren tahvilatla ödemeye ve kuponların yarısının da indirilmesini zaruri gördüğünden bugünden itibaren ancak her kuponun yarısına tekabül eden kısmının nakden ödeneceği” açıklandı ve dönemin gazetelerinde resmi bir tebliğle duyuruldu.
Tahmin edileceği gibi “güzel cümlelerle bezenmiş resmi iflas ilanı” sadece İstanbul’da değil Avrupa başkentlerinde de şok etkisi yaptı. Ellerinde Osmanlı tahvili bulunanlar, Osmanlı elçilikleri önünde gösterilere başladılar. Zaten borç ödemesi de üç ay devam edebildi.
Avrupa gazetelerinin de aleyhte yayınlarıyla İngiliz ve Fransız kamuoyları tamamen Osmanlı aleyhine döndü. Ruslar böylece Osmanlı Devleti’ni Avrupa desteğinden mahrum bırakma amaçlarına ulaştılar.
Sadrazam Mahmut Nedim de “istenmeyen adam” ilan edildi. Bu şekilde başlayan süreç, İstanbul’da memnuniyetsizliğin daha da artmasına ve sonuçta bir darbe yaşanmasına zemin hazırladı.
Mahmut Nedim’in Rus desteğiyle Balkan Bunalımını çözme girişimi olumlu sonuçlanmadığı gibi Hersek’ten sonra Bosna’da da isyan çıktı. Ardından Bulgarların bir kısmı harekete geçti. Sadrazam, Rus elçisi Ignatiev’in yönlendirmesiyle asilere karşı kuvvet sevk etmiyor ve tavizlerle olayları yatıştırmaya çalışıyordu.
Bu sırada Selanik’teki olaylarda Fransız ve Alman konsoloslar öldürülmüş, ülke içindeki istikrarsızlık iyice artmıştı. Bu kötü gidişten yararlanarak Nedim Paşa’yı sadaretten uzaklaştırmak isteyen Mithat ve Hüseyin Avni paşalar, medrese öğrencilerini kışkırtarak sokağa döktüler.
DARBE VE HAZİN SON
Olaylar nedeniyle M. Nedim Paşa’yı azleden Abdülaziz, Mütercim Rüştü Paşa’yı sadrazamlığa, Mithat Paşa’yı Meclis-i Vükela üyeliğine, Hüseyin Avni Paşa’yı seraskerliğe, Hasan Hayrullah Efendi’yi de şeyhülislamlığa tayin etti ve medreselilerin isyanı sona erdi.
Böylece Abdülaziz karşıtlığıyla hareket eden “erkân-ı erbaa, erkân-ı müttefika, erkân-ı hal” aynı hükümette görev aldılar. Onları bir araya getiren; padişaha karşı şahsi kinleri, ekonomik gidişatın kötülüğü ve meşrutiyet talebi gibi farklı nedenlerdi.
İstanbul’da oluşan gayrimemnunlar zümresine, alacaklarını tahsil etmek isteyen bankerler de eklendi ve böylece darbenin zemini oluştu. Bu gruplar içinde Osmanlı hükümetinden alacaklarını tahsil edemeyen şirketlerin menfaatlerini savunan yabancı elçilikler de yer almaktaydı.
Darbenin öncüsü olan Genç Osmanlılar, Abdülaziz’in hal’ edilerek yerine şehzade Murat’ın getirilmesiyle meşrutiyet rejimine geçilmesini hedefliyorlardı. Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat paşalarla Hasan Hayrullah Efendi, Abdülaziz’i tahttan indirmek için bir hal’ fetvası hazırlama ihtiyacı duyarak Fetva Emini Kara Halil Efendi ile görüştüler. Halil Efendi’nin “çarşaf kadar hal’ fetvası veririm” demesiyle harekete geçilmesi kararlaştırıldı.
Fetvada, “padişahın zihnen malul olup devlet idaresinden habersiz olduğu, hazineyi devlet ve milletin altından kalkamayacağı ağır masrafa soktuğu, din ve dünya ahvalini birbirine karıştırdığı, devlet ve milletin bekasını tehlikeye soktuğu” ifadeleri yer alıyordu.
29 Mayıs 1876 günü komutanları tarafından “şehirde çıkan bir isyanı bastırmak ve padişahı güvenceye almak” bahanesiyle kışlalarından çıkarılan askerler ve donanma, Dolmabahçe Sarayı’nı kuşattılar.
Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadesiyle sarayı kuşatan askerlere “sizi teçhiz eden benim. Bu hainlere aldanmayınız” bile demeyen Abdülaziz, “kendi silahlandırdığı askerler ve tayin ettiği hükümet tarafından” tahttan indirilerek ailesiyle birlikte yağmur altında bir kayıkla Topkapı Sarayı’na getirildi.
III. Selim’in burada katledildiğini bilen Abdülaziz, aynı şeyin kendi başına geleceğini tahmin ederek yeni padişah V. Murat’tan Feriye Sarayı’na naklini talep etti. Burada şehzadeler, kadın efendileri ve üç yüz kadar cariyesiyle birlikte kaldı ise de 4 Haziran günü sakalını düzeltmek için annesinden makas istedikten bir süre sonra odasında bilek damarları kesik olarak bulundu.
Olay yerine ilk gelen Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz’in na’şını Feriye Karakolu’na taşıttı. Buradaki kahve ocağında bir ot yatağa yatırılan cesede otopsi için on dokuz kişilik bir kurul oluşturuldu. Ancak durumdan rahatsız olan doktorların bir kısmı muayeneye katılmadıkları gibi Hüseyin Avni Paşa da detaylı muayeneye engel oldu.
Doktorların raporunda “bu makasın bu yaraları yapabileceği” gibi müphem ifadeler yer almaktaydı. Ertesi günkü gazetelerde ölüm sebebi “intihar” olarak açıklandı.
Ölüm nedeni intihar olarak açıklansa da tartışmalar hiç bitmedi ve olayın üzerinden beş yıl geçtikten sonra II. Abdülhamit’in emriyle tahkikat başlatıldı. Bunun nedeni Mahmut Celaleddin Paşa’nın gelini, saraylı Pervin Felek Hanım’ın Abdülaziz’in öldürüldüğüne dair ifşaatını içeren bir ariza sunulmasıydı.
Süreç bir mahkeme kurulmasıyla sonuçlandı. “Yıldız Mahkemesi” denilen ve Yıldız Sarayı bahçesinde bir çadırda toplanan mahkeme, altı celse sonunda Mithat paşanın da yer aldığı dokuz kişiyi idama mahkûm etti.
Abdülaziz’e yapılan darbeyi organize eden Hüseyin Avni, Çerkez Hasan tarafından öldürüldüğünden yargılanamamış, dönemin sadrazamı Rüşdü Paşa sorgulanmışsa da ceza almamıştı.
Abdülhamit, idam kararlarını kürek cezasına çevirdi. Taif’e sürülen Mithat Paşa orada boğularak öldürüldü. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde aktif rol oynayan dönemin şeyhülislamı Hayrullah Efendi de sürgüne gönderildiği Taif’te öldü.
1875’te devletin mali iflasıyla başlayan süreç, tahta çıktığında “İkinci Yavuz Sultan Selim” olacağı ümit edilen Abdülaziz’in “modern devrin ilk askeri darbesine” maruz kalarak tahttan indirilmesiyle ve sonra da hayatını kaybetmesiyle sonuçlanıyordu.
***
Kaynaklar: İ. H. Uzunçarşılı, “Sultan Abdülaziz Vak’asına Dair Vakanüvis Lütfi Efendi’nin Bir Risalesi”, Belleten, 1943, C. VII, S. 28; M. K. İnal, Son Sadrazamlar, İstanbul, Dergah, 1982, C. 1; A. Acar, Muharrem Kararnamesi ve Düyun-ı Umumiye, İÜ SBE Yüksek lisans tezi, İstanbul, 1985; A. Akyıldız, “M. Nedim Paşa”, C. 27; C. Küçük, “Abdülaziz”, C. 1; M. İpşirli, “Hayrullah Efendi”, C. 17; A. İ. Gencer, “Hüseyin Avni Paşa”, C. 18; A. Saydam, “Mütercim Rüşdü Paşa”, C. 32; G. Çetinsaya, T. Buzpınar, “Mithat Paşa”, C. 30, TDV İA; H. Yaşar, “Osmanlıda Bir Darbe: Sultan Abdülaziz’in Hal’i ve Yıldız Mahkemesi”, Turkish Studies, Volume 11/1, Winter 2016; N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***