YORUM | AHMET KURUCAN
Enes Kara’nın intiharı üzerine yazdığım ‘din seçiminde hürriyet’ bağlamındaki yazıya tahmin ettiğim gibi bir takım itirazlar ihtiva eden okuyucu yorumları aldım. Bu yazıda onlara kısa kısa cevap vermek istiyorum. Ama ona başlamadan önce bir başka intihar vakıası için birkaç cümle etmek isterim.
16 yaşında, babası KHK’lı Bahadır Odabaşı’nın intihar haberi ile sarsıldı Türkiye. Öyle sarsıldı ki önce KHK’lı oğlu olduğu için bu intiharı görmezden gelen siyasetçiler dahil tatlı su muhalifleri bile bunun hakkında bir şeyler demek zorunda hissettiler kendilerini. Enes ve Bahadır, bu iki intihar vakıasına karşı alınan tavırlar bir kez daha gösterdi ki Türkiye toplumu hiçbir zaman “biz olamamış”, birbirlerine düşman kabileler ve mahalleler halinde yaşamaya devam ediyor. 100 yıllık Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşadıklarından hiç ders almamış, büyük çoğunluğunun öykündüğü Batı Medeniyeti ve toplumlarına bu gözle hiç bakmamış ve hepsinden önemlisi inandıklarını söylediği İslam dininin temel haklar ve özgürlükler bağlamındaki değerlerine hiç ama hiç inanmamışlar. Söylenecek çok şey var ama bu konuda söyleneceklerin en güzelini, en içlisini, en candanını Mehmet Efe Çaman “Cadı Avı Çocukları” başlığı ile yazdı. Hissiyatımı en ince detaylarına kadar ifade eden o enfes yazıyı hararetle okumanızı tavsiye ederek bitiriyorum. Allah Bahadır Odabaşı’na rahmet eylesin, başta mazlum mağdur ve masum babası olmak üzere kederli ailesine baş sağlığı diliyorum. 16 yaşındaki bir çocuğu intihara sürükleyen süreçte rolü ve katkısı olan siyasete de, hukuku da lanet okuyor ve sorumlularının da bir gün tarafsız hukuk önünde yargılanacakları umudunu taşıyarak Allah’ın Kahhar ve Cebbar isimlerinin tecellilerine havale ediyorum.
Enes Kara’nın intiharı ile alakalı yazdığım yazıya gelen okuyucu yorumlarına cevaplarım maddeler halinde şöyle:
1: “Dinde zorlama yoktur” (2/256) ayetinin nüzul sebebindeki kişilerin daha önceden Müslüman olmadığını söylüyor bir okuyucu ve “Yanılıyorsam düzeltin,” diyor. Hayır yanılmıyorsunuz. İki ayrı rivayette yer alan ve ayetin nüzul sebebi olarak gösterilen ister Yahudiliği tercih eden kişiler isterse Hıristiyan olan iki kişinin daha önceden Müslüman olmadığını biliyoruz. Müslüman olduktan sonra Hıristiyan ya da Yahudi olsalardı durum değişecek miydi? Hayır, değişmeyecekti. “Nasıl bu kadar emin olabilirsiniz?” diyebilirsiniz. Çünkü ilerleyen dönemlerde sayıları az da olsa Müslüman iken dinini değiştirenler olmuş ve hiçbir cezai yaptırıma maruz kalmamışlar. Zira İslam’ın genel ve âmir hükmü odur ki din tercihinde özgür irade esastır.
2: “Müslüman anne babanın çocuğuna rüşde ermeden önce dini eğitim vermesi gerektiği konusuna değinmemeniz büyük eksiklik,” diye bir başka yorum var. Haklı olabilirsiniz. Belki bir cümle ile bile olsa anne babanın çocuğuna rüşde ermeden önceki dönemlerde dini telkinde bulunması, mensup olduğu dini öğretmesi hatta bunun ebeveynin çocukları üzerindeki hakkı kategorisinde değerlendirildiğini vurgulayabilirdim. Aklıma gelmedi. Çünkü ele aldığım konu din eğitimi ve öğretimi bağlamında anne-baba çocuk ilişkisi değildi. Benim o yazıda hareket noktam üniversite 3. sınıf öğrencisi yetişkin bir insan olan merhum Enes Kara’nın intihar videosunda belirttiği “3 yıldır Müslüman değilim” dedikten sonra aile baskısı ile alakalı anlattıkları idi.
3: Bir başka yorum intihar etmiş bir insana “merhum” demem ve Allah’tan rahmet dilemem. Bu itirazın altında yatan mantık anlaşılabilir. Şöyle demek istiyor okuyucu: “İntihar haram, haramı bilerek işleyen insan kafir olur, zira haramı helal saymıştır, fıkıh kitaplarında da cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına gömülmez diye içtihatlar var. Kaldı ki zaten Enes, Müslüman olmadığını söylüyor, öyleyse nasıl rahmet dilersiniz?”
Allah’ın rahmetinin sadece Müslümanlara has olduğu ezberine dayalı bir çıkarım bu. Nereden biliyorsunuz? “Kur’an ayetleri” diyecek olursanız, şu soruma cevap isterim; evet, Kur’an’da müşrik ve kafirlerin ahirette Allah’ın azabına düçâr olacaklarına dair bir çok beyan var ama hangi müşrikler ve hangi kafirler? Kur’an ayetlerinin hepsi nazil olduğu toplumda belli hadiselere bağlı olarak indiğine göre o tehdide muhatap olan kafir ve müşrikler kimlerdir, ne yapmışlardır da bu ayetlere muhatap olmuşlardır?
Somut bir örnek üzerinden ifade edeyim; Ebu Talip de müşrikti, Ebu Leheb de. Her ikisi de Allah Resulünün amcası ve her ikisi de Müslüman değil. Bununla beraber Ebu Talip yeğenini korumak ve kollamak için göğsünü Mekke müşriklerine karşı siper ediyor, Ebu Leheb ise yeğenini ortadan kaldırmak isteyen müşriklerle işbirliği içinde hareket ediyordu. Eylemdeki bu farklılığın ahirette hiçbir karşılığı olmayacak mı? Olmayacağını kim söylüyor? Atom ağırlığı miktarı dahi olsa her bir amelin karşılığı olacağını ve zayi edilmeyeceğini söyleyen adaletinden kuşku duymadığımız mutlak adalet sahibi Allah değil mi? Bu karşılığın ne olacağı ve nasıl tezahür edeceği konusunda ne diyebilir ve dediğiniz şey hususunda ne kadar emin olabilirsiniz?
Günümüze gelelim. Batı ülkelerinin bir çoğunda hiçbir dine inanmadığını deklare eden yani literatürdeki ifadesiyle kafir ve müşrik olan nice insanlar Müslüman ülkelerdeki zulümden kaçan Müslümanlara ellerinden gelen yardımı yapmıyorlar mı? Hem de sistemik olarak yapıyorlar. Çıkardıkları kanunlarla, uluslararası anlaşmalarla kendilerini bağlamışlar. Bütçelerinden pay ayırmışlar. Ev veriyor, dil öğretiyor, meslek öğretiyor, ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar maddi yardım yapıyor ve hepsinin üzerinde sizi kendi ülkesinin vatandaşı yapıyor. Pekala bunlara ne diyeceğiz? Bir tarafta kendi Müslüman vatandaşına her türlü zulmü, işkenceyi, eziyeti, baskıyı yapan Müslüman idareciler ve memurlar öbür tarafta mazlum Müslümana bağrını açan kafir ve müşrik idareciler ve halk. Allah’ın rahmeti liyakatla kazanılıyor derseniz bu liyakata kim sahip olmalı sizce? Kaldı ki nihai hükmü ahirette verecek olan da O değil mi? Öyleyse!
Bu sözlerimle imanı hafife aldığım anlaşılmasın. Din zaten iman demektir. Yüce yaratıcıya iman, peygamberliğe ve peygamberlere iman, ahirete iman vs. Ama bu demek değildir ki amelin/davranışın hiçbir önemi yoktur. Ben sosyolojinin teolojiye etkisi olarak gördüğüm ve kelamda yerini alan “Amel imandan bir cüzdür veya değildir” tartışmalarının ötesinde iman ile amel arasında zorunlu bir ilişki olduğuna inanıyorum. Bu sebeple Kur’an’daki kafir ve müşriklerle alakalı ayetleri değerlendirirken önce nüzul toplumu içindeki özgün manalarının bilinmesi ve bunun için de “Hangi müşrikler, hangi kafirler?” sorusunun ilgili ayetlere sorulmasının şart olduğunu söylüyorum.
Evet, Müslüman olmayan ama evrensel insani ve ahlaki değerlere sahip olan kişilerin ahiretteki durumu adına her bir fert için nihai hükmün Allah tarafından verileceğini söylemek Kur’an’ın ruhuna aykırı değildir. Zira bu insanların her birerlerinin gerek Allah ile olan irtibatları gerekse toplumsal alandaki insani ilişkilerde sergilediği söylem ve eylemlerine bakarak Allah’ın vereceği hükümle belli olacaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın nüzul dönemindeki inanç ve davranışlarına bağlı olarak inen ayetlere, söylenen hadislere ve Hz. Peygamber pratiklerine bakarak İslam haricindeki bir dine inanma veya inançsızlık çizgisinde aynı ortak paydada buluşuyorlar diye genellemeler yapma rasyonel bir çıkarım olmadığı gibi aynı zamanda Allah adına da hüküm verme manasını taşır.
Bağlamından bağımsız Kur’an okumaları bizi yanlış yerlere sürükler. Hiç kimse unutmamalı, cennet ne Müslümanların, ne Yahudilerin, ne Hıristiyanların, ne Mecusilerin, ne Brahmanların, ne de Şintoistlerin tekeli altındadır. Biz Allah’ın kullarıyız. Onun rahmetini dağıtan, O’nun namına hüküm veren insanlar değiliz. İman veya imansızlık başka bir ifadeyle kimin mümin kimin kafir olduğu meselesi başta olmak üzere her türlü meselede yargılama hakkı sadece ve sadece Allah’a aittir. Haddi aşmamak, sınırı geçmemek lazım. Madem bu mevzu üzerinde bu kadar yoğun tartışmalar var, o zaman Yahudilerle içine düştükleri anlaşmazlık karşısında Allah’ın Hz. İsa’ya söylediği şu beyan bizim rehberimiz olmalı “Sizin aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz hususlarda hükmü ben vereceğim” (3/55).
Bu faslı bitirirken bir de Hocaefendi’nin Fasıldan Fasıla eserinde Rahman ve Rahim Sıfatları başlığı ile yazı diline taşınan sohbetinden kısa bir pasaj sunayım: “… Evet, dünyada bu denli geniş olan Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, ahirette de herkes için çok önemli bir nokta-yı istinattır. Allah’ın (c.c.) orada kimlere rahmet edip merhametiyle kucaklayacağını bilemeyiz. Bunun, sadece iman ve amel eden kullara has olduğunu söyleyip dünyada insanlara karşı bir cehennem zebanisi gibi davranmak doğru değildir. Aksine, onlara karşı cennet hâzinleri gibi yumuşak edalı olup, yarım kelimeyle dahi olsa bir kurtuluş yolunun olabileceğini hatırlatmak gerekir. Unutmayalım ki, bazen mükellefiyetlerin tam-tekmil edası bile, insanın kurtuluşuna yetmeyebilir… Rahmet hepimiz için çok önemli bir kaynaktır. Rahmetten mahrum kalan, her şeyden mahrum kalır. Her insan, rahmeti kendisi açısından yorumlayıp, ona ehil olup olmadığının muhasebesini yapabilir ancak başkaları hakkında bu türlü yorumlara girmesi, kesinlikle doğru değildir.”
Son sözüm şu ayet olsun: “Ey Müminler! Siz her şeyden önce kendi sorumluluklarınızı yerine getirmeye, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz hidayette ve doğru yolda olduğunuz müddetçe dalalette olanların dalaleti size zarar veremez. Unutmayın sonunda varacağınız yer Allah’ın huzurudur. İşte o zaman Allah size yaptıklarınızı tek tek bildirecek ve hak ettiğiniz karşılığı verecektir” (5/105).
İşte bu düşüncelere sahip bir insan olarak psikolojik bir bunalım içinde hayatına iradi olarak son vermiş olan Enes’e rahmet diledim Allah’tan. Şimdi de Bahadır’a diliyorum. Hepsi bu. Nihai karar Allah’a ait. Kul O’nun, cennet O’nun, cehennem O’nun ve hüküm O’nun.
Bir yazı daha kaleme alacağım mevcut sorularla alakalı nasipse.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***