Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hrant ahparigten öncesi ve sonrası

Hrant ahparigten öncesi ve sonrası


“Türkiyeliyim… Ermeniyim… İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi ‘Batı’ denilen o hazır özgürlükler cennetinde kurmayı,başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı  düşünmedim.
Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.”

HRANT DİNK

Hrant Dink ve onunla özdeşleşen Agos gazetesinden 1996 yılından beri etkilenen ve o dönem sol duyulu bir Ermeni genci olarak yaşadığım süreçleri, toplumumuz özelinde aktarmaya çalışacağım.

1980 darbesinden sonra özellikle Ermeni toplumunda yeni yetişen gençlerin çoğu geçmiş dönemlerdeki kadar yeterli bir donanıma sahip değildi. Bunlardan biri de bendim. Her ne kadar ruhen ve vicdanen sol duyumuz olsa da yan yana olamayan, birbirini tanımayan dağılmış gençlerdik. Bildiklerimiz vardı ama bir o kadar da yanlış bildiğimiz şeyler de vardı. O günlerde Ermenice olarak yayınlanan tarihi Jamanak ve Marmara gazetelerimiz ise suya sabuna dokunmayan kültürel değeri olan yazılar dışında çok şey anlatmıyordu. Bunların varlığı bile 80’ler sonrası için çok ama çok değerliydi fakat yeterli değildi.

Aile büyüklerimizin geçmişi anlatmadığı, bilgi kaynakları sınırlı olan yıllardı. Ermeni toplumunda kendi içinde yaşanan olumsuzluklar yansıtılmaz. Kapalı bir toplum olmak, bilinmesi gereken bilgiler dışında başka şeyleri ifade etmemek bir korunma hali olarak görülürdü. Bu anlayış özellikle yaş almış Ermeniler tarafından hala kabul gören bir tezdir.

Agos’un Türkçe ve Ermenice dillerini kullanarak oluşturduğu yenilikçi söylemi, özellikle arayışta olan genç Ermeniler adına önemli bir gelişme oldu.

17 yaşından sonra el yordamıyla edindiğim kitaplar ve sohbetler sonrasında belli bir bilince varmaya başladığım süreçte Agos gazetesi kuruldu. Ermeni ve diğer az bırakılmış halklar olmak üzere genel bir görüşü olan demokrat gazete ortaya çıktmıştı. Ermeniler hakkında söylenen karamalara karşı cevap veren, bir yandan da toplumumuz adına çoğu zaman doğru bilinen yanlışlar yazılıyordu. Sadece dışarıya cevap değil. Toplumun iç dinamikleri içinde tartışmalara yer veriyordu. Ermeni Vakıfları yani, okullar ve kilise yönetimleri, eğitim sistemindeki sorunlar belli başlı konulardı.

Bu tarz ve anlayış, o günlerde kendini keşfetmeye başlayan bir genç için çok değerliydi. Diğer yandan Hrant Dink başta olmak üzere yazarlar ülke vicdanı üzerine cümleler kuruyordu. Bu tarz bir yaklaşım o döneme kadar okuduğum özellikle sol cenahın yazdığı kitaplarda dahi yoktu. Kendi tonlamasıyla solun bizleri görmeyen yanına dair eleştirileri de barındırıyordu.

Hrant Ahparig TV’ye çıktığında titreyen ses tonuyla yaptığı konuşmasını can kulağıyla dinlerdik. Rahat konuşamadığını biliyorduk. İçindeki isyanı dilediğince söyleyemiyordu. Diğer yandan da toplumu oluşturan her bir bireyin vicdanına ulaşabildiğinde ülke coğrafyasındaki karanlığın dağılacağına inanıyordu. Belki farkındaydı, belki değildi fakat özellikle onu izleyen sol ruhlu ya da kültürünü keşfetmek isteyen gençler üzerinde ciddi bir etkisi oldu. Bu durum bir süre sonra Türkiye halklarını da etkilemeye başlamıştı.

Bu etkinin neticesinde politikleşen ya da kültürünü daha iyi öğrenmek isteyen, Ermeni toplumu içinde statik bir halde olmayan gençlerin sayısı artmaya başlamıştı.

Bu da özellikle içine kapanık yaş almış Ermeniler için korkutucu bir duruma vesile oluyordu. Birçok evde Hrant Dink aslında yanlış yapıyor, zor konular konuşuldukça başta Hrant gibiler ve tüm Ermeniler hedef olur bilinci hakimdi. “Ne yapıyor bu Hrant?” eleştirisi, Dink tanınır olup TV’lere çıkınca toplum içinde çok fazla tartışılır oldu.

19 Ocak 2007 tarihinde, o kara günde iş yerindeydim. Hrant Ahpariğin katledilişini duydum. O gün benim için bu memlekette kalmanın artık mümkün olamayacağına inandım ve 2 ay sonra oğlum dünyaya gelecekti. Birlikte çalıştığımız bir Kürt arkadaşım, “Murad, sen ne yapıyorsun? Bugün ses verme günüdür. Kalk ayağa, çıkıyoruz.” diyerek yürüyüşe katılmama vesile oldu. O gün için söz verenlerden oldum. Hrant’a bunu yapanlar kimlerse bunlar ortaya çıkarılıp hesap verecek!

Hrant’tan sonra Ermeni toplumunda yeşeren genç arkadaşların çoğu tekrar o kapalı hayatlarına döndü. Dönmeyenler de ya az sayıda kaldı ya da yurt dışına göç etti.

Hrant Dink davaları ülkedeki adaletin resmi özeti gibi sürdü gitti. Mahkemede tutuklananlar arasında benim askerlik yaptığım dönem şoförlüğünü yaptığım bir komutan da vardı. Hayat iç içe ama güvercin tedirginliğimizle devam ediyor.

Yakın zamanda sosyal medyada arkadaşlarımızın +90 YouTube kanalına röportaj verdiği “Türkiye’de Ermeni olmak ne demek?’’ üzerine bir kısa görsel video çekilmiş. Burada konuşan dostlarımın söyledikleri bir toplumun ruh halini anlatma çabası. Sosyal medyada röportajın altındaki yorumlar ise ülkede Ermeni olmak ne demek sorusunun cevabını anlamak adına en doğru verileri gösteriyor. Konuşmada bahsedilenlere tepki ise “Burası TÜRK yurdu, Ermenistan’da Türk var mı?, Size burada hoşgörüyle bakılıyor, Türkiye Türklerindir, Erivan’a gidin.” sözlerine tam denk gelen ırkçı ve küfürlerin ağırlıklı olduğu söylemler.

Bu söylemlerin yanı sıra az da olsa çoğunu ismen tanıdığımız demokrat dostlarımızın olumlu tepkilerini görebiliyorsunuz.

40 bin civarında kalmış, çoğu yaş almış ve bir kısmı asimile olmuş Türkiyeli Ermenilerin ruh halini ifade eden barışçıl söylemlerini dinlemek yerine faşizan bir dille yapılan saldırılar ülkenin genel durumunu çok net gösteriyor aslında.

Bu tepkileri iyice irdelersek, Hrant Dink’in katledilişi sonrası ülke vicdanı tepki verdi ve çok şey değişti tezinin tam anlamıyla doğru olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.

Hrant Dink’in katledilişinden sonra Maritsa Küçük ve Sevag Balıkçı’nın öldürülmesi, Kumkapı’da yaşlı Ermeni kadınlara, mezarlıklara, kiliselere ve okullara yapılan saldırılar ülke içinde Ermenilerin hedef olma durumunun pek de değişmediğinin göstergesi.

Bu durum sadece Ermeniler için geçerli değil. Hrant Dink Vakfı’nın yaptığı araştırmada bundan nasibini alan Hristiyanlar, Yahudiler ve aslında tüm az olanlar için de söylenebilir.

Bu hafta 19 Ocak’ta ülkenin vicdan sahibi insanları olarak Agos gazetesinin önünde, Hrant Abinin katledildiği kaldırımın yakınında anma yapacağız. O gün gelen dostlar ‘’Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz’’ sloganı atacak. Peki, geriye kalan diğer günlerde ne kadar hepimiz Ermeni ya da Hrant olabildik? Ya da ne kadar hepimiz Tahir Elçi, hepimiz Kürt olduk?

Evet, konuşmaya cesaret eden ve etmeyen biz az olanlar güvercin tedirginliğinde yaşamaya devam ediyoruz. Belki de tedirgin olmayı da aştık itiraf edeyim korkuyoruz da. Bilinmelidir ki başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmaya da niyetimizde yok.

Bana göre Türkiye’de Ermeni olmak küfür gibi görülüp ama bir yandan da umut etmektir…

Yazımı “Annesi Ermeni” denilerek Hatun Ana’nın mezarına saldırıldıktan sonra rahatsızlanan sevgili Aysel Tuğluk’a özgürlük diyerek sonlandırıyorum. Mutlaka tüm halklar kendi renkleriyle coğrafyanın halayını birlikte çekeceği günler gelecek…

 

 

 

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version