TÜİK, geçen yılın Aralık ayı (aylık) tüketici fiyat enflasyonunu (TÜFE) yüzde 13.58 ve yıllık enflasyonu yüzde 36,02 olarak açıkladı. Böylece TÜİK, hala enflasyonu gerçek değerlerinin altında hesaplasa da, gerçekliğin bir kısmını kabul etmek durumunda kaldı. Bunda “mandacı” diye aşağılanan iktisatçıların kamuoyu adına yaptıkları denetimin yanı sıra CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun TÜİK ziyaretinin payı olduğu açık. Ancak sivil-akademik hesapla (ENA Grup) yıllık enflasyon yüzde 82.8 düzeyinde ve halkın hissettiği hayat pahalılığı da bunu doğruluyor. Öyleyse TÜİK, enflasyon gerçekliğinin önemli bir kısmını hala istatistik hilelerin arkasına gizliyor demektir.
Siyasi iktidarsa enflasyon verileri karşısında edecek bir söz bulamadı. Marketlere fiyat indirme baskısı yaparken, iktidar, akaryakıt, doğalgaz ve elektrik fiyatlarına fahiş zamlar yaptı. Erdoğan, enflasyon verilerinin açıklandığı gün yüksek ihracat rakamlarını açıklayarak, yine de kendisini “başarılı” ilan etti. Tablomuzu tazeleyelim ve ortada nasıl bir başarı var görelim:
Eylül başı | Ocak başı | +/- | |
Dolar Kuru | 8,2 TL | 13,8 TL | +% 68,2 |
Enflasyon (TÜİK) | % 19,58 | % 36,08 | +% 84 |
Enflasyon (ENA Grup) | % 44,7 | % 82,8 | +% 85 |
Ülke Risk Primi (CDS) | 390 | 566 | +% 45 |
Reel Efektif Döviz Kuru | 63,09 | 47,82 | -% 24 |
5 Yıllık Hazine Tahvil Faizi | 17,5 | 25 | % 42,8 |
Enflasyon, pek çok makroekonomik dengesizliğin toplam sonucudur. Eylül–Aralık “denemesinin” bütün makroekonomik verilerde bozulmaya yol açtığı ortadadır. Bunun sonucu ise enflasyonun kontrolden çıkması oldu. 20 Aralık’ta mevduatı dolara endeksleyerek yapılan dolarlaşma bu krizi ortadan kaldırmadı, sadece nispeten kontrollü seyretmesine yol açtı. “Döviz garantili faiz” uygulaması, gerçi döviz mevduatında bir çözülmeye yol açmadı ama TL hesaplarının bir kısmının dövize dönmesini engelleyerek ek döviz talebini sınırlamış oldu. Bunun karşılığında ise Hazine’nin sırtına kur garantisi yükü bindirildi. 84 milyon Türkiye nüfusu, 100 bin civarında vadeli mevduat sahibine kefil olmak zorunda bırakıldı.
Peki, madem “faiz sebep, enflasyon netice” idi, Merkez Bankası faiz indirdiği halde neden enflasyon o tarihten bu yana neredeyse iki katına çıktı? Demek ki sosyal pratik bu tezi yalanlıyor. Aslında ”faiz sebep, enflasyon netice” (bilimsel anlamda) sonuna ulaşan ne bir tez, ne de bir teori vardır. Bu bir söylemden ibarettir. Bu iddiayı ispatlamaya yönelik Erdoğan’ın veya yandaşlarının bir akademik çalışması da yoktur. İktisat literatüründe, ne klasiklerde, ne neo-klasiklerde, ne Keynesçilerde, ne Marksistlerde ne de Kurumsal İktisatta böyle bir teoriye rastlanır. Sadece İsveçli neo-klasik Knut Wicksell’in “fiyatlar genel düzeyinin faiz oranı tarafından belirlendiği” yönünde bir teorisi var. Wicksell’e göre, gelişmiş piyasa ekonomilerinde, piyasa faz oranı “doğal faiz oranının” altında düşürülürse, sermayenin yatırım mallarına ilgisi çok artacağından, bu sebeple yapılacak harcamalar enflasyona yol açacaktır. Kısacası, Wicksell aşırı düşük faizlerin enflasyonu –yükselteceğini- söylüyor. Yani o da neticede Erdoğan’ın tam zıddını söylüyor.
Peki, Eylül –Aralık “denemesi” Wicksell’i mi doğruladı? Bu da söylenemez. Zira bu dönemde kapitalist yatırımlarda bir artış da görülmedi. Sermaye mallarına olan talep artmak bir yana, azaldı. Merkez Bankası faizleri düşürdü diye yatırım kredisi almaya koşan kapitalistleri göremedik. Keza piyasa faiz oranları azalmak bir yana arttı. Ticari kredi faizleri (ortalama) yüzde 24’ü aştı. Geniş ölçekli sermaye yatırımları için krediler zaten döviz cinsinden verildiğinden hem kurdaki hem de CDS’deki artış bunu da engelledi. Sermaye malı ithalatında bu üç ayda yaşanan düşüşe bakılırsa, yatırımların bu dönemde azaldığı da öngörülebilir.
Öyleyse Türkiye’de son üç ayda enflasyonu tırmandıran ne oldu? Küresel likiditenin daraldığı koşullarda yapılan zorlama faiz indirimlerinin tetiklediği döviz kuru artışlarının enflasyonun patlamasındaki temel sebep olduğunu saptayabiliriz. Burada iktidarın temel motivasyonu, düşük faizlerle ucuz kredi sağlayarak tüketimi artırmak, yüksek dolar kuruyla da ihracatı teşvik edip nakit döviz rezervlerini artırmaktı. Piyasa faizleri düşmek bir yana artınca, arzu edilen kredi genişlemesi sağlanamadı. İhracat artışından gelen döviz rezervleri ise Merkez Bankası’nın doğrudan ya da arka kapıdan müdahaleleriyle yeniden eritildi.
Sonuçta elde üç aylık bir denemenin iflası ve buna rağmen iktidarın bu denemeyi sürdürme ısrarı var. Üstelik de Amerikan Merkez Bankası Fed’in olası bir faiz artırımının bunu neredeyse imkansız kılacağı şartlarda.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***