“Karga konsa gülistana – Gülün kadrini ne bilir – Kendi kadrini bilmeyen – Elin kadrini ne bilir.” (Pir Sultan Abdal)
Yıllardır halk ve inançların birbirlerine tanıtılması ve birleştirici bir köprü olması üzerine emek vermiş biriyim. Bu konularda siyasi ya da kültürel alanda bir çalışma olursa ucundan kıyısından genelde bir şekilde parçası olurum. Bunun nedeni tahmin edebileceğiniz üzere zaten az bırakılmış bir toplumun bireyi olmam. Gerçi buna öncelik verilmemin bir nedeni de bizlerden geriye kalanların çoğunun, özellikle Hrant Abi’nin katledilişinden sonra evlerine geri dönmesidir.
Bugünlerde de, HDP’nin Halklar İnançlar Komisyonu’ndaki çalışmaların bir parçasıyım. Bu konuların içinde olursanız kendi sorunlarınızın dışında, diğer halkların ve inançlarına dair sorunlarını anlayarak ortak bir çözüm nasıl sağlanmalı anlayışını kazanıyorsunuz. Yani bir Ermeni’nin sorununun çözülmesinin bir Kürt’ün sorunu çözülmeden mümkün olmayacağını idrak ediyorsunuz. Alevilerin sorunlarının da çözülmesi, Hristiyan toplumların sorunlarının çözümünün bir anahtarı aslında…
Bugünkü yazımı yakın zamanda ilahiyatçı, yazar ve bir de gazeteci (kusura bakmayın gerçek gazeteci ve yazar dostlar) Hayrettin Karaman’ın sözleri üzerinden bir bakışın bendeki yansıması hakkında yazmaya kadar verdim. Ne demişti Karaman? ‘’Alevi bir genç ile sünni bir kız evlenemez!’’ Bu sözlerin ülkemizde karşılığının ve zemininin ne yazık ki geçmişten beri oluşturulduğunu söylersem yanlış olmaz. Bu bakış, özellikle günümüzde güçlü olan kesimin ötekine bakışının kısa bir özeti.
Hadi biraz kendimden başlayarak bu duruma bakış açımı anlatayım. Orta öğretime kadar Azınlık okullarında okudum. Kendi dünyamdan çıkıp dış dünyaya açılmam lise dönemime denk gelir. O zamana kadar bulunduğum okuldaki ortamda hiç fark etmediğim toplumun geneli dışında kalan farklı inanç ve mezheplere bakışı aslında orada fark ettim.
4 senelik lise hayatımda ilk üç sene Din Kültürü dersine girmek zorunda bırakıldım. Yanlış duymadınız gerçekten din dersine girdim. Bir yandan zorlayıcı ama bir yandan da beni bugün besleyen kültürel bir duruma vesile oldu. Ortalama MEB eğitimi almış bir birey kadar İslam’a dair mevcut bilgim bu sayede oldu…
Özellikle bir anımı hiç unutamam. İlk senelerimde sözlü notu sırasında Hristiyanlık nedir diye anlatmam hoca tarafından istenmişti. Kitaba göre Hristiyanların, 3 Allah’ı var. Fakat inancıma göre bu böyle değil. Eğer bu şekilde anlatsaydım inancımı yok sayacaktım. Diğer yandan MEB kitabında yazdığı gibi İslami bir jargonla İncil’in değiştirildiğini söyleseydim puan alacaktım ama bu seferde kendimi ve tabi inancımı da inkâr etmiş olacaktım. Düşünsenize böyle bir durumda nasıl bir anlatımınız olurdu.
O gün sözlüde çok konuştuğumu fakat bir şey anlatmadığımı fark eden hocanın verdiği cevap komikti. “10 dakikadır Hristiyanlıktan bahsediyorsun fakat bir şey anlatmadın” dedi. Benim anlattıklarım tabi onu sarmamıştı. Merak edenlere söyleyeyim. Hep geçer sözlü notuyla beni kollarlardı ve seneyi kurtarırdım…(Din dersinden torpilliydim)
Benim Hristiyan olduğumu bilen bazı Alevi arkadaşlarım sessizce sohbet etmek isterlerdi. Benimle neden sessiz konuşmalar yaptıklarını daha sonraları fark ettim. Evet, bana Gâvur olarak bakılıyordu ama esas Alevilere bakış daha da vahimdi. Zaten dışlanan bir kesimden daha faşizan bakılan bir kesim olduğunu çok geçmeden fark etmem benim için hayret vericiydi…
Faşizan birinin bana Alevilerin yaşantılarını kendi kafasında kurguladığı zanlarla anlattığı günü unutamam. O gün söyledikleri resmen hastalıklı bir fantezinin çirkin yansımalarıydı. Kendisine safça bir cümle kurarak, “Ya sen bu dediklerine cidden inanıyor musun?” dediğimi çok iyi hatırlarım.
Lise yıllarımda dine ve diğer mezheplere ciddi bir şekilde kafa yordum. Bu konuları bire bir muhataplarından dinlemek, anlayıp özümsemek için çok verimli oluyordu. Ama o günlerde tek doğru sohbet edemediğim kesim Alevilerdi. Onlar çok ciddi olarak çekiniyorlardı…
Aileme Alevileri sorduğumda, ‘’Kızıllar iyidir ‘’söylemi olmuştu. Önceleri onların ülkede çok fazla sayıda olduğunu tahmin etmiyordum ama lise hayatımın sonlarında aslında hiç de az bir nüfus olmadıklarını öğrendim. Bugün genç olan arkadaşlar, “Nasıl bilmezsin?” diyebilirler. İnanın 80 sonrası gençseniz birçok konudan mahrumdunuz. Hele ki bizler gibi kapalı toplumlarda yaşamış ve Azınlık okullarında okuduysanız…
Politik okumalar yapmaya başladığımda Milliyetçilik ve Türklük üzerinden siyaset yapanların Alevilerle dertleri neydi bir türlü anlayamadım. Alevilerin bir kesimi belki de gerçek Türklerdi. Bu bile onların ötekileştirmelerine mani olmuyordu.
Benim aslında Kızılbaşlarla, Alevilerle bağ kurmam lise dönemimdeki travmatik bu durumlarla başladı. Daha sonrasında ortak panellerde ve çalışmalarda Alevilerle konuşarak, anlamaya çalışarak tanımaya çabaladım ve çabalıyorum. Emin olun ne onlar bizleri ne biz onları tanıyoruz demem hiç de yanlış olmaz. Sadece ukalaca “Yav, ben Alevileri, Kürtleri bilirim. Bizim Veli Abi hem Kürt hem Alevi” diyen ve Veli Abi ile tanışıklığını ilerleyince, ha bir de Aşure günü aşureyi kapınca Alevileri tanıdığını zanneden çok insan var aramızda. Ermenileri, komşu Ani Teyze güzel yemek, Topik yapar. Agop abi iyi zanaatkârdır demeye benzer bir kafa olduğunu demem doğru olacaktır. Alevilerin hassasiyetlerini onlarla çalışmaya başlayınca anlamaya başladım. Asimile edilen bir toplumun kendini özgürce ifade etmesinin ne kadar zor olduğunu en iyi belki de bizler anlayabiliriz.
Kürd’ün ya da bir Çerkes Halklarını (Çerkez) yazmaktan, onların hassasiyetlerini anladıktan sonra vazgeçebiliyorsunuz. Biraz da toplumların içe kapalı olma sebebinin de aslında baskı ortamında yaşamak zorunda kaldıkları için olduğunu fark ediyorsunuz. Bu o kadar ki kendi dışında ki toplumlara bazen uzak kalmak korunmak anlamına geliyor…
Geçmiş yıllarda Kadıköy’de bir Cami üzerinde “Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır” yazısını görmüş ve fotoğraflamıştım. Bu cümlenin esasında toplumların inançlarını birbirinden uzak tutarak kendi alanını koruma içgüdüsüyle asıldığı o kadar aşikârdı ki…
Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanı’nın benim de memleketim olan Konya’da yaptığı açıklamayı okudum. Başkan Ali Erbaş, “Her çocuk Müslüman doğar, daha sonra anne babası onu Yahudi yapar, Hristiyan yapar.’’ sözünü sanırım dini temellere bağlayarak kullandı. Kuran’da bu konu nasıl ele alınıyor bilmiyorum ama dini kitaplardaki bilgilerin zamanın ruhuna göre okunması gerektiği inanç sahibi herkesin bildiği bir öğretidir. Bu sözleri duyan ve dinini yeni öğrenmeye başlayan Konyalı genç hemşerim benim gibi bir Hristiyan’a nasıl bir ruh haliyle bakar? Ya da bu bakışın suçlusu bu gençtir diyebilir miyiz?
Esasen tüm sorun, sevgiden ve Aşktan yoksun insanların kirli ruh halinin yansımasından kaynaklanıyor. İlahiyatçı yazar Hayrettin Karaman’ın sözlerindeki sevgisizliği sezmemek mümkün değil. Dinimizi, hangi halktan olacağımızı, mezhebimizi seçmeden geldiğimiz bu dünyada belki de tek seçebildiğimiz seveceğimiz ve Âşık olacağımız kişidir. Bu kişiyi bulmaktır esas mesele. Bu özel kişiyi bulup, O’nu severken hissettiğiniz ilahi bir duygudur. Bu kişi hangi dine ve mezhebe mensup olursa olsun, kutsal olan Aşktır ve insandır. Sevginin, Aşkın önemini belki de en iyi özümseyenler Alevi canlardır. Selamlaşırken dahi her işte aşk gerektiğini vurguladıklarını unutmamalıyız. “AŞK İLE”…
Elbet sevgi karanlığı‘’AŞK İLE’’ yok edecek…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***