Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Siyasal sürgünün nar taneleri

Siyasal sürgünün nar taneleri


Tam dokuz yıl öncenin soğuk bir cumartesi gününde, 15 Aralık 2012’de, Avrupa’daki siyasal sürgünler olarak Almanya’nın Köln kentinde toplanıp bir ortak mücadele platformu oluşturmuştuk. Roboski katliamının, kitlesel KCK tutuklamalarının Türkiye’nin insan hakları sicilini iyiden iyiye kararttığı dönemdi.

Kamuoyuna yaptığımız duyuruda “12 Eylül Faşist Askeri Darbesi’nin tahribatından biri de insanların yerlerinden yurtlarından edilip sürgüne zorlanmış olmasıdır. Darbeyle birlikte düşünceleri nedeniyle binlerce devrimci-aydın, kökenleri ya da inançları nedeniyle onbinlerce Kürt, Ermeni, Alevi, Süryani, Ezidi kendilerini sürgünde buldular. 12 Eylül yasalarının halen yürürlükte olması ve sonraki hükümetler tarfından çıkarılan ‘Terörle Mücadele Yasası, Özel Mahkemeler’ vb. yasa ve uygulamlar nedeniyle de sürgün kapısı kapanmamıştır, hâlâ yeni sürgünler gelmeye devam etmektedir. Bunlara 12 Mart sürgünleri de eklendiğinde bugün, Avrupa’da onbinlerce sürgün yaşamaktadır” diyorduk.

O tarihten sonra islamo-faşist rejimin devlet terörü giderek daha yoğunlaştığı için platformumuz 2015’te Avrupa Sürgünler Meclisi‘ne dönüştü. Özellikle de 2016 çakma darbesini izleyen OHAL terörü döneminin farklı eğilimlerden yeni kitlesel sürgünlere yol açması nedeniyle ASM’nin mücadelesi farklı bir boyut kazandı.

Aslında bu siyasal sürgünlerin ilk birlikteliği değildi… Bundan 34 yıl önce de, 12 Eylül darbesiyle TC vatandaşlığından çıkartılmış siyasal sürgünler olarak, “Türkiye’nin demokratikleştiği” aldatmacasını pazarlamak üzere Avrupa sahnesinde boy gösteren başbakan Turgut Özal’ın yalanlarını ortaya koymak için 24 Eylül 1987’de Berlin’de bir araya gelmiştik. (1)

O gün birlikte olduğumuz siyasal sürgünlerden ikisi, faşist cunta şefi Kenan Evren’in 1981 yılı başında “vatansız” ilan ettiği ilk iki siyasal sürgün, TİP Genel Başkanı Behice Boran ve TÖB-DER genel başkanı Gültekin Gazioğlu artık hayatta değil…

2012’deki Köln toplantısında birlikte olduğumuz sürgün dostlarımızdan ikisini de son günlerde arka arkaya kaybettik… Yazar Doğan Akhanlı 31 Ekim 2021’de Berlin’de, Soykırım Karşıtları Derneği (SKD) başkanı Ali Ertem 2 Aralık 2021’de Frankfurt’ta yaşama veda ettiler.

Adaşım Doğan Akhanlı benden 21 yıl, Ali Ertem 14 yıl daha gençtiler, onları mücadelelerinin ve yaratıcılıklarının en etkin ve verimli döneminde kaybetmiş olmaktan ötürü üzüntüm büyük.

Avrupa Sürgünler Meclisi de, Pandemi yasakları nedeniyle 12 Aralık 2021 pazar günü online olarak gerçekleştireceği 6. Kongresi’ni “Sürgün yaşamında kaybettiklerimizin anısına” hasretmiş bulunuyor.

Siyasal sürgün tarihimiz birçok acılarla dolu…

Bizden önceki sürgün kuşağından Nazım Hikmet Moskova’da, Sabiha Sertel Baku’da, Zeki Baştımar (Yakup Demir), Aram Pehlivanyan, Jak ve AnjelAçıkgöz Almanya, İsmail Bilen Bulgaristan toprağında yatıyor, Prof. Fahrettin Petek’in külleri hem İstanbul Boğazı’na, hem de Normandiya açıklarına serpildi.

12 Eylül sonrası sürgünlerinden Behice Boran‘ı Belçika’da kaybettik, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Uğur Hüküm’ü Paris’teki Père Lachaise’de toprağa verdik… Nihat Akseymen’in külleri ise Heybeliada açıklarında Marmara’nın sularına kavuştu. Nubar Yalım Hollanda’da, Enver Karagöz Almanya’da, Garbis Altınoğlu Belçika’da, Suphi Nejat Ağırnaslı Kobani’de, Nubar Ozanyan Derik’te toprağa verildi.”

Kürt ulusal direnişinin kadın militanlarından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez‘in 9 Ocak 2013’te Paris’in göbeğinde Türk Devleti’nin bir tetikçisi tarafından alçakça katledildiler.

Sürgün dostlarımızdan Kâzım Mete 2017’de, Rüçhan Togay, Hasan Hüseyin Dinler, Mehmet Çelen (Birol) ve Ömer Kral 2020’de, Gökhan Harmandalıoğlu bu yıl yurt özlemini yüreklerinde taşıyarak yaşama veda ettiler.

En son kaybettiğimiz Doğan Akhanlı ile, 19 Kasım 2021’de, Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen Sabahattin Ali Edebiyat ve Tiyatro Günlerinde, büyük yazarımızın 1948’de devlet teröründen kurtulmak için Bulgaristan’a geçerken alçakça katledilmiş olması üzerine görüşlerimizi ifade edecektik.

Akhanlı yaşama veda etmiş olduğu için o toplantıya katılamadı, yine de Almanya’ya göçmen işçi satışının başlatılmasının 60. yıldönümü nedeniyle Kaktüs Münster Kültür Merkezinin yayınladığı Göç-İş-Ütopya isimli kitapta kendisiyle bir araya geldik.

O kitapta yer alan söyleşimde ben göçmenlerimizin Türk Devleti’nin baskısı ve etkisi altında ırkçılığa varan bir aşırı milliyetçiliğin ve dinsel fanatizmin rehinesi durumunda olduğunu, Türk ırkının ve İslamın yüceliğine koşullandırılan gençlerin Türkiye’nin diğer halklarının, yani Asurilerin, Ermenilerin ve Kürtlerin kültürlerine mesafeli, hattâ düşmanca davrandıklarını belirtmiş, Belçika’dan örnekler vermiştim.

Doğan Akhanlı da, aynı kitapta, kendisini sürgüne zorlayan koşulları, sürgünde yaşadığı baskıları anlatırken “Nasıl bir duygu yaşadınız Almanya’ya vardığınızda?” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

“Uçak Köln havaalanına indiğinde mülteci bir aileydik. Göç ettiğim Almanya ile doğduğum yer olan Türkiye yüzyıllardır dosttular. Mareşal Helmut Graf von Moltke Osmanlı ordusunun modernleşmesini sağlarken, Kürt isyanlarının bastırılmasında da ciddi bir rol oynamıştı. Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Ezidiler kırılırken, Almanya sesini çıkarmamıştı. 1938’de Almanya’da havralar, Yahudilere ait işyerleri yakılıp yıkılırken, Dersim’de Kürtler kırılıyor, aileleri öldürülen ya da ailelerinden zorla alınan çocuklar, özellikle de kız çocukları yüksek rütbeli asker ailelerine evlatlık veriliyordu. Her iki ülkenin geçmişi de travmalarla doluydu. Ancak tarihsel suç ortaklığına rağmen, iki ülke arasında temel farklılık da söz konusuydu. Kendi tarihsel suç ve sorumluluğuyla uğraşmak Almanya’nın ikinci ve güzel yüzüyken, Türkiye sorumluluğunu taşıdığı, yeryüzünde bilimsel olarak en iyi incelenmiş, araştırılmış iki soykırımdan biri olan Ermeni Soykırımı’nı inkara devam ediyor, soykırım ve tarihsel şiddet ile yüzleşmeye bir türlü yanaşmıyordu.”

Doğan Akhanlı‘nın, Almanya’da edebiyat dünyasının seçkin simalarından biri olduktan sonra dahi, 2010’da hasta babasını görmek için gittiği Türkiye’de, 2017’de de Ankara’nın talebi üzerine İspanya’da tutuklanmasının ardında hiç kuşku yok sürgündeyken Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek, Kürt ve Yahudi soykırım ve pogromlarının inkarına karşı verdiği mücadeleden ötürü islamo-faşist rejimin kendisine karşı intikam duygusu vardı.

Üç gün önce kaybettiğimiz Ali Ertem de, Doğan Akhanlı gibi, sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi ve halklarımızın özgürlüğü için değil, aynı zamanda Osmanlı’dan beri işlenen ve de cumhuriyet rejiminin görece “demokratikleşme” dönemlerinde dahi sistematik şekilde sürdürülen soykırım ve pogromların tanınması için yılmaksızın mücadele veren yoldaşlarımızdandı.Kendi anlatımına göre 1950 yılında, Ş.Koçhisar ilçesinin Göllü köyünde dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve ilk eğitimini Kuran kurslarında gören Ali Ertem, orta öğrenimini büyük kentlerde tamamladıktan sonra uzun süre çeşitli işyerlerinde çıraklık yapmış, 1964 yılında Ruhr Maden İşletmesi‘nin bir ilanı üzerine elektrikçi, tornacı ve madenci çırağı eğitimi görmek üzere Almanya’ya gelmiş, üç buçuk yıllık bir eğitimden sonra göçmen işçi yaşamı başlamıştı.

Ermeni Devleti’nin 30. kuruluş yıldönümü nedeniyle bu yıl yayınlanan Havadaki kökler: soykırım ve yaşam izleri (2) adlı kitabın yazarlarına verdiği yazılı yaşam öyküsünde Ali Ertem, sol harekette ve soykırımın inkarına karşı mücadelede yer alışını şöyle anlatıyor:

“Hayatımın en büyük değişikliklerini Girondelle 78 – Bochum adresindeki öğrenci yurduna taşındıktan sonra yaşamaya başladım. Solculuk hayatım, Ruhi Su, Aşık İhsani, Aşık Mahsuni Şerif gibi halk ozanlarını dinlemekle, Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin, Bertold Brecht gibi şairleri okumakla başladı. Dini inançtan radikal bir kopuş yaşadım. Ortak mutfağımızda Mihran Dabak’la aramızda geçen bir tartışmayı, Türklerin Ermeni halkını soykırımdan geçirdiği ‘suçlamasını’ hazmedebilmenin yıllarımı alacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Onlarca yıllık solculuk hayatımda birçok yeni bilgiler edinmeme, Marksizm’in temel eserlerinin azımsanmayacak kadarını okumama, Rusya, Çin, Arnavutluk, Küba devrimci hareketleri tarihini başkalarına bile ‘anlatacak’ kadar öğrenmeme rağmen, kendi yakın tarihimizin kara cahili olduğumu çok geç fark ettim.

“Bu gerçeğin farkına vardığım andan itibaren içinde çalıştığım sol partinin insanlığa karşı işlenmiş soykırım suçları ile yüzleşmesi talebinde bulunduğum günlerde henüz tam bir düşünce berraklığına sahip değildim. ‘Önder’ yoldaşlar, bu meselenin çözülüp tarihe karıştığını, artık ne soykırımın ne de Ermeni meselesinin sınıf mücadelesi önünde engel teşkil etmediğini, bütün sorunların çözümü olan devrim mücadelesine konsantre olmamız gerektiğini, tarihin tekerleğini tersine çevirmeye kalkışmanın gericilik olduğuna vurgu yaparak konuyu kapattılar. O andan itibaren kafamı kumdan çıkarmanın, sabırla öğrenmenin ve gerçek kimliğimle savunduğum düşüncelerin arkasında durma zamanı geldiğini düşünüyordum. Tek başıma da olsa önümde duran zor bir sürece hazırlanmam gerektiğinin farkındaydım.

“Ermeni soykırımını araştıran eserleri incelemeye başladım. Johannes Lepsius, Yves Ternon, Fridtjof Nansen, Vahakn Dadrian, Franz Werfel, Tessa Hofmann, Wolfgang Gust vs. daha birçok araştırma, makale, biyografi, bu konuda ufkumun açılmasına vesile oldular. Konuya dair Alman devrimcilerinden, özellikle de Holocosta ve Yahudi düşmanlığına karşı mücadele konusunda çok değerli bilgiler edindim. 24 Nisan’larda düzenlenen anma toplantılarını, yapılan konuşmaları, somut talepleri dikkatle izledim. Her defasında beni motive eden yeni bilgiler edindim. 20 yıllık vicdani muhasebe sürecinde kendi vicdanımda çözmediğim bir konuda, hiçbir kimseden bir şey beklemeye hakkım olmadığını öğrendim.”

İşte bu kararlılıkladır ki Ali Ertem ve arkadaşları 26 Eylül 1998’de bir toplantı yaparak Soykırım Karşıtları Derneği‘ni kurdular… SKD 22 yıldır soykırım inkarcılığına karşı mücadelesini yaptığı yayınlar, yayınladığı bildiriler, örgütlediği ya da katıldığı toplantılarla hiç ödün vermeksizin sürdürüyor.

Bu süreçte Ali Ertem‘le Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da soykırım konusundaki toplantılarda birlikte olduk, deneyimlerimizi, öğrendiklerimizi paylaştık.

Ali Ertem, eşi Selay Ertem ve Belçika Demokrat Ermeniler Derneği yöneticilerinden yazar Hovsep Hayreni‘yle birlikte 3 Temmuz 2017’de Brüksel’de İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri‘ni ziyaret etmiş, bizim çalışmalarımız hakkında bilgi aldıktan sonra, SKD’nin Avrupa çapında yürütmekte olduğu mücadele ve perspektifler üzerine ayrıntılı bilgi vermişti.

Ali Ertem‘in vefatı üzerine ortak dostumuz Hovsep Hayreni sosyal medyada beni son derece duygulandıran şu bilgileri verdi:

“Doğan Akhanlı’nın öldüğü gün o da sıraya girmiş, Covid-19’dan hastaneye yatmıştı, ‘Dur hele Doğan, bensiz nereye?’ der gibi… Doğan’ın ölümünü duymamıştı halbuki. Yoğun bakımda bulunduğu 31 gün boyunca da bilmedi o can dostunun gidişini. Tevekkeli değildi Doğan’ın ardından Ali’nin bir şey yazmaması, bir duygu paylaşmaması… Daha ondan bir ay önce Soykırım Karşıtları Derneği’nin 23. Kuruluş yıldönümü vesilesiyle onun bir yazısını paylaşmıştı sayfasında. Doğan ölecek ve Ali’den ses çıkmayacak, bu mümkün değildi…”

Hayreni‘nin bir başka paylaşımında da SKD’nin 23. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Doğan Akhanlı‘nın yazmış olduğu bir yazı yer alıyor, mutlaka okunmalı… (3)

Kurucusu olduğu Soykırım Karşıtları Derneği‘nin Facebook sayfası Ali Ertem‘in mücadelelerini yansıtan çok sayıda yazı ve fotoğrafla dolu. Sayfayı ilk açışta beni çarpan logosundaki tanelerini saçan nar fotoğrafı oldu.

Çocukluğumdan beri beni sadece lezzetiyle değil, vakt eriştiğinde tanelerini ortaya saçarak yarattığı isyankâr güzellikle büyülemiş olan nar’ın Ermeni ulusu için neler ifade ettiğini öğrenmem ancak sürgünde mümkün oldu.

Agos‘un Ermenice sayfalar editörü Pakrat Estukyan, kendisiyle yapılan bir röportajda “Nar ağacı Ermeni mitolojisinde ve sanatında yaygın olarak kullanılan süsleme unsurlarından biri. İçinde tanecikler barındırdığı için bereketlilikle, bollukla özdeşleştirilir. Yılbaşlarında senenin bereketli geçmesi için kapı önünde nar kırılır mutlaka” diyor. (4)

Ermenistan Ulusal Bilimler Akademisi üyesi Fransız tarihçi Raymond Kévorkian, “Şunu unutmamak gerekir ki, sık sık sözü edilen Ermeni diyasporası, soykırımın meyvasıdır. O parçalandığında taneleri ta ABD’ye, Avusturalya’ya kadar sıçrayıp yayılan bir nar’dır…” diyor.

Hrant Dink‘in alçakça öldürülüşünden bir yıl sonra da vurulduğu kaldırımda bir araya gelen dostları, onun ölmediğini, düştüğü yerden daha kalabalık olarak doğacağı mesajını vermek amacıyla nar kırmışlardı.

Evet, 1915 soykırımından 106 yıl, Hrant’ın öldürülmesinden 14 yıl sonra Almanya’dan sonsuzluğa uğurladığımız iki dostumuz, Doğan Akhanlı ve Ali Ertem de, Agos’un önünde kırılan o nar’ın sürgüne saçılmış, inkarcılığa karşı mücadelenin sesini yükselten, o mücadeleye yeni militanlar kazandıran kızıl taneleridir.

__________________________________

1) https://www.info-turk.be/131.E.htm

2) Heide Rieck – Azad Ordukhanian, Wurzeln in der Luft: Völkermord und Lebensspuren

3) https://www.facebook.com/murat.saskal.7/posts/456316919385701

4) https://journo.com.tr/pakrat-estukyan-agos-nar-agaci

 

 

 

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version