Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İslam’ın yayılış yıllarında Avrupa

İslam’ın yayılış yıllarında Avrupa


YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Kazara Rabbimiz İsa aramıza dönseydi imana rastlayabilecekti

belki ama merhameti bulamayacaktı”

Arnold J. Toynbee

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları -31)

Bu yüzyılları Müslüman coğrafya açısından değerlendirirken, o zamanlar Avrupa’nın durumu nasıldı diye bakmak gerekir.

Batılı yazarlar da 6. ve 11. yüzyıllar arası Avrupa için “karanlık devir” (The Dark Ages) tabirini kullanır.

O yüzyıllarda “Müslümanlar Avrupa ile fazla ilgilenmediler. Ne Avrupa’nın dillerini öğrenmek ne de bu ülkeleri gezmek istediler. Bölgenin coğrafyası ve halkları hakkında bilgileri son derece kıttı. Avrupa’da kendilerine hiçbir şey veremeyecek, daha düşük bir uygarlık bulunduğuna inanıyorlardı.” (Cambridge İslam Ülkeleri Tarihi, Francis Robinson)

Namık Kemal, Avrupa’yı “Renan Müdafaanamesi”nde şöyle aktarır

“Yine Yeni Ahit’te sevginin esas, bilginin kibir verici olduğu, İsa’nın bilginleri hoş görmediği için de ilim ve bilginler Hıristiyanlarca makbul sayılmamıştır. Kilise ve mensuplarını, dünya hadiseleriyle ilgilenmenin kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı inancıyla, ‘Öbür dünya’yı garanti etmeye sevk etmiştir. Bu ahireti garanti etme anlayışı dünyayı ihmale, unutmaya yol açmıştır. Kilise ve Kilise Babaları, bir yandan bunu teşvik etmiş; diğer yandan, tabiat ilimlerinin insana ne lüzumu ne de faydası olduğu üzerinde durmuştur.

“Bundan dolayı, Hıristiyan düşüncesi, ilmî faaliyetlere karşı olmuş ve hatta, o dönemlerde, ilim, Hıristiyanların savaş açtığı putperestlikle bir tutulmuştur. O dönemin ilim ve bilgisini içinde toplayan İskenderiye Kütüphanesi’nin bir kısmının, 390 yılında, piskopos Theophilos tarafından yaktırılması bu anlayışın bir neticesi olarak görülmüştür.

“529 yılında, İmparator Justinianus, Yunan Akademisi’ni kapatmış ve filozof, matematikçi olan son profesörü de diğer arkadaşlarıyla birlikte Pers İmparatoru Nuşirevan’a sığınmıştır.

“Batı’da öğretim ancak manastırlarda papazlar tarafından yapılmakta; aritmetik ve astronomi sadece Paskalya gününü hesap etmek için öğretilmektedir. Ancak papalar, ilimlerden istediklerini yasaklayabilmektedir.

“Kilisenin düşünceyi, ilmi engelleyen tutumuna karşı, otoriteyi sarsıcı mahiyette görüşler ileri sürülmeye başlanmıştı. Kilise, öğretilerine ters gelen görüş ve düşünceleri yasaklıyor, sahiplerini Engizisyon’da cezalandırıyordu. C. Colomb, Macellen’in dünyanın yuvarlak olduğu; Kopernic, Galilee’nin dünyanın döndüğü şeklindeki tezleri Kitab-ı Mukaddes’e aykırı bulunmuştu. Galilee, Engizisyon’da mahkum edilmiş̧, görüşünden vazgeçmesi istenmiştir. Galilee de 22 Haziran 1633’de, bu görüşünün yanlış olduğunu, vazgeçtiğini itiraf etmiştir. Buna rağmen Galilee, başkalarına ibret olsun diye, üç sene boyunca haftada bir defa yedi tevbe mezmurunu okumaya, dostlarıyla görüşmemeye, fikirlerini başkalarına öğretmemeye mahkûm edilmiştir.” (Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi̇, Hazırlayan Doç. Dr. Abdurrahman Küçük)

“Hıristiyanlık halk arasında yayıldıkça, bilime karşı alınan bu tavır daha büyük bir şiddet ve dehşet aldı. Örneğin ünlü astronom Theon’un kızı matematikçi Hypatia (370-415) başpiskopos Kyril’in kışkırtması ile İskenderiye’de halk tarafından parçalanmıştı. Bilimin ilk şehitlerinden biri galiba bu kadındır… (Tarih Boyunca İlim ve Din, A. Adnan Adıvar)

Deneysel bilimin öncülerinden kabul edilen Roger Bacon (1220-1292) o dönemlerde Oxford’da bilimsel deneyler yapmaya kalkar. Oxford’un hocaları ve öğrencileri ayaklanır. Papazlar, keşişler ve öğrenciler sokaklarda ‘gebersin sihirbaz!’ feryatlarıyla dolaşır. Öte yandan Bacon’un Arap yapıtlarına verdiği önemden dolayı yeni bir suçlama daha karşısına çıkar: ‘Roger Bacon Müslüman oldu!’. Bacon, Hristiyan olmayanlardan (özellikle Araplardan) birçok şey öğrenilebileceğini söyler. Ona göre İbn-i Sina Aristoteles’den sonraki en büyük filozoftu. Bacon, bu sebeplerden otorite ve din adamlarıyla sürekli tartıştı ve 14 yıl hapis yattı.

Önemli bir müsteşrik olan W. Montgomery Watt “Arap etkisi kendisini göstermeden önce Avrupa’daki tıbbi uygulamanın niteliği düşüktü” der ve yaşanmış iki vahim olayı aktarır:

“Hekim şövalyeye bir bacakla yaşamayı mı yoksa iki bacakla ölmeyi mi tercih edeceğini sormuş. Şövalye beklenen yanıtı vermiş ve hekim onun bacağını bir tahta bloğun içine uzatırken güçlü bir adam keskin bir baltayla gelmiş. Birinci darbe bacağı koparmamış. İkinci darbe iliğin kemikten dışarı akmasına neden olmuş ve adam anında ölmüş.

Kadına uygulanan tedavi daha da kötüymüş. Bir kadın ‘kuruluk’ denen şeyden mustaripmiş. Hekim şeytanın kadını ele geçirdiğini ve bu nedenle kadının saçlarının kesilmesi gerektiğini söylemiş. Kadının saçları kesilmiş. Ama ‘Kuruluk’ artmış ve hekim bunu şeytanın kadının kafasına girdiğine yormuş. Hekim, kadının kafasını haç biçiminde kesip kafatası ortaya çıkana değin deriyi açmış ve açtığı yeri tuzla ovmuş. Kadın anında ölmüş. (İslam’ın Orta Çağ Avrupası Üzerine Etkisi, W. Montgomery Watt)

XIII. yüzyıl başında rahiplerin cerrahlık yapmaları, Hıristiyan dininin kanı sevmediğinden dolayı yasaklanmıştı. Kilisenin bu yasağı ile ‘cerrahlık’ aşağı bir meslek kabul edilmiş ve uzun yıllar tıp berberlerin eline kalmıştı. Kimi yerlerde Manastırlarla büyü ile karışık icra ediliyordu. Watt, Avrupa’da ilk hastanelerin 1200’lerde kurulduğunu ve Müslümanların kurduğu hastanelerden çok geri olduğu anlatır:

“Sabit hekimi olan bir hastane örneğine ilişkin ilk kayıt Strasburg’da 1500 yılı tarihlidir. Bir başka Arap uygulaması -bir hastanede öğrencilere klinik eğitimi verilmesi­ Avrupa’da 1550 yılına değin örnek alınmadı.”

O çağlarda Avrupa tarihi, aynı zamanda bir Hıristiyan mezhepler savaşı tarihiydi.

İncil onlara şunu diyordu:

“Kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin… Mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. (Matta 5: 39,40)

Şiddet için işlerine gelen ayeti bulmak zor değildi:

“Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim.” (Matta 10: 34,35)

“(İsa) Üzerlerine kral olmamı istemeyen bu düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin” (Luka 19: 27)

Muharref İncil’de diledikleri fetva vardı.

Aziz-Barthélemy Katliamında, (24 Ağustos 1572) Katolikler, IX. Charles’ın emriyle bir gecede 20 ila 70 bin arasında Protestan’ı katletmişlerdi. Ve Papa bu katliamı kutlamak için özel bir madalya bastırmıştı.

İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno, Kilisenin söylemine aykırı olarak Evrenin sonsuz olduğunu ve dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söylemişti. Bu aykırı görüşleri yüzünden 1600 yılında sapkın ilan edildi ve diri diri yakılarak idam edildi.

Protestan ve Katolikler arasındaki Otuz Yıl Savaşları’nda (1618 ile 1648) Almanya harabe halini almış, kıtlık ve salgınlar çıkmış 21  Milyonluk nüfus 13,5  Milyona düşmüştü. 35 bin köyün 29 bini yıkılmıştı.

Engizisyon Mahkemeleri yüzyıllar boyunca, yüz binlerce kişiyi yakma, kazığa oturtma, mezardan çıkarıp kemikleri yakma, dilini kesme, evlerini yıkma, mala gasp, hapis, sürgün, kürek çekme gibi cezalar vermişti.

Bu durumu Voltaire de tespit eder: “Oysa, Hristiyanlığın ilahi kurucusu İsa, sade ve sakin ömrü boyunca kötülüğe karşı hoşgörüyü öğütlediği halde, onun aziz ve tatlı dini, birtakım gayretkeşlerin çalışmalarıyla dinlerin en merhametsizi ve en barbarı olmuştur.” (Türkler Müslümanlar ve ötekiler, Voltaire)

“Protestanlığın babası” Martin Luther krallardan hakkını isteyen köylüler için “Caniler ve Haydutlar Çetesi Köylülere Karşı” başlıklı yazısında şunları yazmıştı: “Bir köylüyü öldürmek cinayet değildir. Onları ezin, boğazlarını kesin, etkisiz hale getirin… Bir köylüyü öldürmek vahşi bir köpeği öldürmek gibidir.” (Dinsel Şiddet, Prof. Dr. Şinasi Gündüz)

Karanlıktan çıkış kolay olmamıştı:

O çağlarda bilimsel gelişmeleri “pusula ve matbaa” simgeliyordu. Batı, bunlara yönelerek Rönesans’ını gerçekleştirmiş bu korkunç Orta Çağ karanlığından çıkmayı başarmıştı.

“İnsanlar yıllar yılı birbirlerini öldürdüler ve sonra şükürler olsun, dermansız düştüler; İşte biz buna hoşgörü diyoruz.” (Hoşgörü Üzerine, Michael Walzer)

Ama bu barışın ömrü çok uzun olmadı. Bugünden geriye bakıldığında arkada kalan faturayı hakperest bir Alman gazeteci şöyle özetliyor:

“Haçlı seferlerinde 4 milyon kişiyi öldüren Müslümanlar değildi. Dünyayı sömürgeleştirirken 50 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. I. ve II. Dünya savaşında 70 milyon insanın ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. 6 milyon Yahudi’nin ölümüne sebep olanlar Müslümanlar değildi. Aksine bütün bunlar Batı dünyasının zorbalıklarıydı.” (Dr. Jürgen Todenhöfer, yazar, gazeteci)

Sonraki yazı: Peki “Orta Çağ”da Müslüman dünya nasıldı?

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version