Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İki kutup yıldızı: Ebu Hanife ve İmam-ı Gazâlî örnekleri

İki kutup yıldızı: Ebu Hanife ve İmam-ı Gazâlî örnekleri


YORUM | VEYSEL AYHAN 

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları-30)

İstisnai dönemleri parantez dışına alırsak Emevi ve Abbasi devletinin işleyişi mekanizması o günün krallıklarından çok da farklı değildi.

“Ümeyye hanedanı, Bizans ve İran geleneklerinden devşirdiği emperyal uygulamaları içselleştirip halifelikle birleştirmiştir. Doğal olarak Emevi ve Abbasi halifeleri, ilk dönem halifelerine kıyasla, lüks içinde, saraylarda yaşar olmuş, başka imparatorlukların kurumlarını kendilerine uyarladıkları gibi, fethettikleri krallıkların en yetenekli isimlerini de kendi bürokratik yapılarına dâhil etmişlerdir.” (İslam Dünyası Fikri, Prof. Dr. Cemil Aydın)

Bu değerlendirmede “Bizans ve İran geleneklerinden devşirdiği emperyal uygulamaları içselleştirip halifelikle birleştirmiştir.” cümlesi önemli bir tespit.

“Şam valiliği sırasında Muaviye, bir yandan Bizans hile ve siyaset araçlarını yeterince tetkik etmiş, diğer yandan ileride kendisini iktidar mücadelesinde destekleyecek askerî ve bürokratik sınıfları mal ve servete boğmuştu. Başta Şam halkı olmak üzere, artan refahtan daha çok pay isteyen sınıflar ve zümreler, Medine’den Hz. Peygamber’in sade ve mütevazı hayat biçimini savunan Hz. Ali’nin iktidarında kendileri adına iyi bir gelecek görmüyorlardı. Onlara servet ve iktidar zevkini ancak Muaviye tattırabilirdi, nitekim o da bu konuda hayli cömert olduğunu her fırsatta belli ediyordu.” (Din ve Siyaset, Ali Bulaç)

“Önceleri Halife, dini ve ahlaki bir üstünlüğe sahipken ve Halifenin siyasi kararları dini bir he­defe tabi iken Emeviler, temelde İslami bir çerçeve içerisinde kalan bir devlete sahip olmalarına rağmen, çoğunlukla siyasi yetkilerini kullanan, fakat dini itibarlarından büyük bir kıs­mını kaybeden dünyevi hükümdarlardı. Bunun bir sonucu ola­rak, tamamıyla dini olan disiplinler geniş ölçüde devletin dışında ve bir dereceye kadar da onunla ahenksiz bir şekilde gelişme göstermiştir. (İslam, Fazlur Rahman)

Böyle olunca önceki bölümdeki gibi yüzlerce âlim ve abid devletten uzaklaşmıştı.

Bu isimlerden ikisi çok önemli.

EBU HANİFE

Emevi ve Abbasi halifeleri yaptıkları icraatlarının meşruiyeti için o devrin muteber ulemasını yanlarına çekmeye gayret etmişlerdi. Bu sebeple İmam-ı Azam gibi, Ahmet Bin Hanbel gibi fıkıh mezheplerinin imamları devlete payanda olmamanın bedelini işkence ve hapishane olarak görmüş. Ama İbni Sina, İbn el- Heysem, Ebû’l-Vefâ, El Cezerî, Nasreddîn et-Tûsî gibi ulema müsbet ilimlerle ilgilendikleri ve ilmi keşifler yaptıkları için bu zulümlerden kurtulabilmişlerdir.

Çünkü monarşinin istismar edeceği bir “emtia”ya sahip değillerdi.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından teklif edilen baş kadılık (kâdı’l-kudât) makamını kabul etmemişti. Yapılacak zulümlere fetva vermek zorunda kalacağını biliyordu.

Emevi döneminin Irak valisi İbn Hübeyre, “baş kadı” olmayı kabul etmeyen Ebu Hanife’yi zindana attırdı. Onu her gün kırbaçlatıyordu. Devlete intisap etmiş arkadaşları “Kendine yazık etme. Biz nasıl istemeyerek kabul etmişsek, sen de öyle yap!” dediğinde cevabı şuydu: “Vâli bir insanın zulmen katline hükmedecek, ben mühür basacağım öyle mi? Yahut haksız yollarla insanların malları gasp edecek, ben tasdik edeceğim, öyle mi? Vallahi, Allah şahidim olsun ki, bu mümkün değil!”

Cellat, nihayet “Bu adam kırbaçtan ölecek” diye İbn Hübeyre’ye geldi.

Vâli, ısrarın işe yaramadığını gördü. Zindanda ölmesinin aleyhine olacağından korkup serbest bırakmalarını emretti.

Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur, gönlünü kazanmak için ona pahalı hediyeler gönderdi. İmam kabul etmedi. Şu mesajı yolladı:

“Şahsi malınızdan bana bir hediye gelmedi ki onu kabul edeyim. Siz bana ümmetin hazinesinden aldığınızı yolladınız. Oysa ümmetin malında benim bir iddiam olamaz. Ben silah altında savaşan bir asker değilim, böyle bir askerin çocuğu da değilim. Fakir de değilim ki hazinenin tahsisatından yararlanayım.”

Mansur’un niyeti onu “baş kadı” yapmaktı. Yanına çağırttı. Ebu Hanife bunu da kabul etmedi ve büyük bir cesaretle şu sözleri söyledi:

“Doğru yola ulaşmayı arzu eden öfkeden kaçınır. Vicdanına danışırsan göreceksin ki, bizi Allah için çağırmadın. Fakat utanmadan bize senin hoşuna gidecek ve halka da ulaşacak bir şeyler söyletmek için çağırdın. Doğrusu şu ki, fetva ehlinden iki kişinin bile ittifakı olmadan halife oldun. Oysa halifenin Müslümanların istişaresi ve muvafakati sonucu seçilmesi gerekir. Biliyorsun, Ebu Bekir(ra) Yemenlilerin biati ulaşıncaya kadar, altı ay süreyle karar almaktan kaçınmıştır.”

Yine ısrar edince Ebu Hanife “Ben bu iş için uygun kişi değilim.” dedi.

Halife sinirlenip “Yalan söylüyorsun!” dedi.

Ebu Hanife, şu cevabı verdi:

“Müminlerin emiri bu sözüyle benim bu iş için uygun kişi olmadığıma hükmetmiş oldu. Zira eğer ben yalan söyleyen birisi isem, kadılık görevine uygun değilim demektir. Yok, eğer doğru sözlü birisi isem, size bu iş için uygun kişi olmadığımı haber vermiştim.” 

Bunun üzerine Mansur “kabul edeceksin!” diye yemin etti. Ebu Hanife de “Kabul etmeyeceğim” diye yemin etti. Halife, yemininde hanis olmamak için Ebu Hanife’yi Bağdat’ın şehir inşaatında sayım memuru yaptı. Mansur, şehrin inşaatı bitince Ebu Hanife’nin gururunu kırdığını ve artık teklifini kabul edeceğini düşündü. Yine yanıldı ve öfkeden deliye döndü. Zindana attırdı, aç bıraktırdı.  İmam’ın yaşı 70’e gelmişti. Bir rivayete göre zindanda zehir verilerek öldürüldü.

Ebu Hanife hakperestlikten hiç taviz vermediği için bu bedelleri ödemişti. Yeri geldiğinde halifeyi tenkit etmiş, kadıların verdiği yanlış fetvaları öğrencileri ile birlikte müzakere etmişti.

Emevîler’in Ehl-i beyt’e karşı tutumu sertleşince onları aleni olarak tenkit etmekten çekinmemişti. Hatta Ehli Beytten Zeyd b. Ali’nin Halife Hişâm b. Abdülmelik’e karşı başlattığı isyanı hem maddî olarak hem de fetvalarıyla desteklediği nakledilmektedir. Şu ifadeyi kullandığı rivâyet edilir: “Zeyd’in bu çıkışı, Hz. Peygamber’in(sas) yaptığı Bedir Savaşı gibidir.”

İMAM-I GAZÂLÎ

İmam-ı Gazâlî 34 yaşında Nizamiye medreselerinde müderris olmuştu. Uzun yıllar buna devam etti. Saraya bu yıllardaki intisabından sonraları pişmanlık duydu. Taht kavgaları ve siyasi çekişmelerden bıkıp inzivaya çekildi. Kendini ilmi çalışmalara verdi. Baş eseri olan ‘İhyâʾü ulûmi’d-dîn’i bu dönemde yazdı. Daha sonra 3 yıl kadar veziri Fahrulmülk’ün hatırı için Nişabur’daki medresede ders verdi. Bu zaman zarfında hakkında bazı iftiralar atıldı. Bunlar üzerine saraya dönmemek üzere yemin etti ve Tus’a çekildi. Niye böyle yaptığı sorulduğunda şöyle demişti:

“O zaman makam kazandıran ilmi öğretiyordum; şimdi ise makam terkettiren ilme çağırıyorum.”

Bu dönemde yazdığı eserlerinde şu ayrımı vurguluyordu:

“Bir insanın emirler, âmiller (vergi memuru) ve zâlimler ile üç durumu vardır:

1- Bu üç durumun en şerlisi onların huzuruna girmektir.

2- Onların senin huzuruna gelmeleridir. Bu ikinci derece, birinci dereceden biraz daha hafiftir.

3- Onlardan uzak durup ne senin onları, ne de onların seni görmeleridir. Bu ise en sağlam ve tehlikesiz yoldur.”

İmam bu kanaate acı devlet tecrübesinin sonucunda varmıştı.

Sultan Sencer ısrarla kendisini tekrar sarayına davet ettiğinde yeminini öne sürerek kabul etmedi. Yazdığı mektupta sultana şunu yazdı:

“Kudüs’te Hz. İbrahim’in (as) türbesini ziyaret ettiğim zaman, mezarında şöyle yemin ettim: ‘Hiçbir hükümdarın saray maiyetinde bulunmayacağım, hiçbir hükümetten hizmet karşılığı ücret almayacağım. Dini ihtilafları körükleyecek hiçbir münakaşaya girmeyeceğim.’ Yeminime 12 yıl boyunca sadık kaldım.

Ve şimdi son günlerimde memleketim Tus’a dönme izni ve bahtiyarlığını bana bahşetmenizi, acizane niyaz ediyorum.”

İslam alimlerinin, bilim insanlarının devletten destek almadan hareket etmeleri, araştırma yapmaları onların fikri olarak hür olabilmelerini sağlamıştı. Devrin en zeki ve yetenekli insanları böylece bu vasıflarını şaşaalı ama verimsiz devlet işlerinde harcamamış oldu. Ebu Hanife “başkadı” olup devlet işlerine boğulmadı. Hanefi fıkhına kaynaklık etti.

Süfyan-ı Sevrî, Hasan Basrî ve Bişr-i Hafî gibi yüzlerce âlim ve zâhid; fani devlet görevlerinde yer almayarak devletin çürütücülüğünden korundu ve dev birer tasavvuf büyüğü oldu.

Câbir b.Hayyan, Hârizmi, Kindî, El Câhiz, Zehrâvî ve İbni Sînâlar ise zeka ve dehalarını valilik, kadılık ve vergi tahsildarlığı gibi konforlu işlerde zayi etmedi ve 10 asır sonra iftihar edeceğimiz emsalsiz armağanlar verdiler.

Sonraki yazı (ara bölüm): Peki, İslam’ın yayılış yıllarında Avrupa nasıldı?

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version