Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hibe edilen haram kazancı hayır kurumları kabul etmeli mi?

Hibe edilen haram kazancı hayır kurumları kabul etmeli mi?


YORUM | AHMET KURUCAN

(Fıkıh-ahlak birlikteliği -4)

İman ahlak birlikteliği yazılarıma devam ediyorum. “Haram kazanç hibe edilebilir mi?” başlığı ile çıkan bir önceki yazımda “Kazancın haram olduğu ihtilafa medar olmayacak katiyette ise o kazanç hayır faaliyetlerinde kullanılmamalıdır. Nokta,” demiş ve bu sonucun gerekçelerini yazmıştım. Bugünkü yazımda ise masanın karşı tarafında bulunan, madalyonun öbür yüzünde yerini alan özel veya tüzel kişilerin yani şahıs veya kurumların hibe edilen haram kazancı kabul edip etmemeleri üzerinde duracağım.

Soru alabildiğine net: Hibe edilen haram kazanç kabul edilmeli mi? Benim cevabım da alabildiğine net: Edilmemeli. Nokta. Neden?

1: Her bir Müslümanın dünya hayatındaki temel amacı Allah’ın haram kıldığı haksız kazanca hem şahsi hayatında hem de parçası olduğu toplumsal hayatta yer vermemek olmalıdır. Allah Resulünün bu bağlamda ümmetine yapmış olduğu şu uyarı Müslümana hayat rehberi ve yol haritası olacak mahiyettedir: “Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını yani namus ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur,” (Müslim, Müsakat, 107). Dikkat edin, Hz. Peygamber haram olduğu kesin belli olan bir şeyden söz etmiyor, aksine şüpheli diyor. Dolayısıyla Müslüman bu noktada çerçeveyi daha da genişletmeli ve sadece haram olduğu katiyetle belli olan değil şüpheli şeyleri dahi buna dahil etmelidir. İdeal olan budur ve bu olmalıdır.

Şimdi aktaracağım Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın şu beyanı tam da burada mutlaka hatırlanması ve örnek alınması gereken bir başka destekleyici beyandır. Bir gün kendisine sorarlar: Allah Resulünün söylediği sözlerden seni en çok etkileyen nedir? Arapça aslında “Ezberinde ne kaldı?” diye sorulur. Burada kastedilen mana benim mefhumî tercüme içinde verdiğim manadır. Yani “Seni en çok etkileyen, sana rehber olan beyanı nedir?” Hz. Hasan der ki: “Ondan şunu ezberledim: ‘Seni şüphelendiren şeyleri bırak, şüphelendirmeyenlere bak!’” (Nesaî, Eşribe, 50).

Evet, bir önceki yazımda da söylediğim gibi helal haram hassasiyetinin alabildiğine azaldığı günümüzde böyle şüpheli şeylerden dahi uzak durmak bizim Allah ile irtibatımızı kalp, akıl ve beden yani hem inanç ve duygu, hem fikir hem de amelde daimi ve canlı kılacak en önemli dayanak noktalarımızdan birisi olacaktır. Bakın ne diyor Allah Resulü Ebu Hureyre’nin naklettiği bir hadiste: “Öyle bir zaman gelecek ki kişi malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine bakmayacak!” (Buhârî, Büyû”, 23). Şuurlu Müslüman yaşadığı zaman diliminde “Acaba bu zaman o zaman mı?” diye sürekli sormalı ve günde beş defa Rabbisinin huzurunda durduğu gibi beş defa da aynanın karşısına geçip kazancı başta olmak üzere her türlü davranışını sorgulamalıdır.

Tam da bu satırları yazarken aklıma gelen ve yıllarca cami kürsülerinde helal haram hassasiyetini anlatırken dile getirdiğimiz bir hadis geldi. Onu kaydetmeden geçemeyeceğim, yorumunu da size bırakıyorum: Ebu Hureyre anlatıyor: Allah Resulü (sas), “Ey insanlar! Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder. Allah, peygamberlerine emrettiği şeyleri müminlere de emretti,” buyurdu ve şu ayetleri okudu: “Ey peygamberler! Temiz olan şeylerden yiyin, güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyla bilmekteyim” (Mü’minûn, 23/51); “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin…” (Bakara, 2/172). Sonra uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini göğe uzatarak, “Ya Rab, ya Rab!” diye yalvarıp yakaran bir adamdan söz etti ve “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duası nasıl kabul edilsin?” buyurdu. (Müslim, Zekât, 65).

2: İster özel kişiler isterse tüzel kişilikler ellerindeki bilgi ve yorumlarına göre haram olduklarına inandıkları hibeyi kabul etmemeleri muhatabın yüzüne bir tokat gibi inecek ve onda şok etkisi yapacak, gerekçesini öğrendiğinde de kendisini sorgulamaya vesile olacaktır diye düşünüyorum. Eğri oturup doğru konuşalım, çoklarımız dünya hayatının sıkıntıları ya da cazibesi içinde kazancımızın helal veya haram olduğunu o an itibariyle düşünmüyoruz. Öğretilmiş çaresizliklerimize, karakter, huy, mizaç haline gelmiş reflekslerimize bağlı olarak anlık kararlarla inancımıza muhalif olan ticari amelleri yapıyor, bunları hatırladığımızda ya da bize hatırlatıldığında kendimizi haklı çıkartacak, kazancı meşru gösterecek başkasını değil sadece kendi vicdanımızı rahatlatacak argümanlar peşinde koşuyoruz. “El-alem de böyle yapıyor, zaten örf ve adet olmuş, başka çare mi var?” diyoruz. Meşhur klişe söylemle “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” diyor ve inandığımız gibi yaşama yerine kolaylıkla yaşadığımız gibi inanma yolunu seçiyoruz.

İşte böylesi bir zeminde imrar-ı hayat eden bir kişinin hibesini suratına çarpan bu ret ameliyesi toplumda yaygınlık kazanmasına paralel olarak hayatımızın içinden çekilecek ve bir önceki yazımda ifade ettiğim öykündüğümüz Batı dünyası, övündüğümüz mazimiz içinde yerine alan insanların safları arasına bizleri de katacaktır. Asırlardır devam eden teori ile pratik arasındaki uyumsuzluk ve zıtlık ancak ve ancak böyle kolektif bir mahiyet kazanmış zihin ve hemen peşi sıra gelecek olan çaba ile ortadan kaldırılabilir. Bir başka tabirle Hz. Ebu Bekir gibi konuşup Ebu Cehil gibi davranmanın son bulması ancak bununla mümkündür. Evet, sorun radikal, çözüm de radikal olmak zorundadır. Batan geminin direğini boyamanın anlamı var mı?

Ayrıca “Emri bi’l ma’ruf nehyi ani’l münker” dediğimiz hem insani hem İslami hem ahlaki ödevimiz olan “iyiliği emretme, kötülükten sakındırma”yı bu zeminde yapmayacağız da ne zaman yapacağız? İnanıyorum ki bizler maddi hayatın varlık ve devamının en önemli unsuru olan ve aynı zamanda insanların en büyük zaaf noktalarından birini teşkil eden parada bunu yaparsak insan ve toplum hayatı için para ile eş değer veya onun altında kalan şeylerde de vazifemizi rahatlıkla yapabiliriz.

3: Fıkıhtan hiç söz etmediniz diyebilirsiniz. Hayır ettim. Yukarıdan beri bahsettiğim her şey fıkhın ta kendisi. Ahlakın hukuki hükümlere yansıması diye özetlediğim yaklaşımın somutlaşmış hali. “Bunu kastetmiyoruz, fıkhi mezheplerde bu konuda ne denmiş?” diyorsanız, kısaca özetleyeyim.

Editörümün, “Çok uzun yazılar okunmuyor!” uyarısına bağlı kalarak burada kesiyorum. Fıkhi mezheplerin görüşleri ve sosyal yardım bağlamında yapılmış bir uyarıyı bir sonraki yazımda dile getireceğim inşallah.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version