Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

‘Ağaçlar gibi ayakta’: Vefatının üzerinden 7 yıl geçen Tarık Dursun K.

‘Ağaçlar gibi ayakta’: Vefatının üzerinden 7 yıl geçen Tarık Dursun K.


PORTRE | M. NEDİM HAZAR

Türk edebiyatının en renkli ve verimli yazarlarından olan Tarık Dursun K., çile ve mücadele dolu hayatı, sanatın hemen her alanında verdiği eserler ile anılacak olan yazar, sinemadan şiire, öyküden romana kadar birçok konuda kalem oynatmıştı.

Hayat buharsız lokomotifiyle sessiz bir tren adeta… İlk durakta alıyor yolcularını ve onlarla istasyona uğrayarak, yine aldığı gibi sessiz sedasız indiriyor. Biz kompartımandaki izlerden anlıyoruz yaşadıklarını. Tarık Dursun K.’nın hayat yolculuğuna baktığımızda epey renkli ve verimli bir yaşam sürdüğünü anlamak güç değil. Sadece sanat üretimi bağlamında da değil üstelik. Gazete dağıtıcılığından gazeteciliğe, röportaj yazarlığı, film eleştirmenliği, senaristlik, yönetmenlik vs…

Bütün bunlara seyyar satıcılıktan köfteciliğe, otobüs biletçiliğinden muhasebeciliğe kadar hayatın değişik katmanlarında değişik işleri eklersek dolu dolu bir yaşam çıkıyor karşımıza. Sanki kaleme alacağı hayatları bire bir tanıma isteği daha çocukluk yaşlarında içinde bir yerlere konuşlanmıştır usta yazarın. Bahsini ettiği ne varsa hayata dair bir şekilde yakınından geçmiş, çoğuna dokunmuştur. Bu nedenle Tarık Dursun K.’nın yaşamı, hayatın bizatihi kendisidir de…

1931 yılında İzmir’de dünyaya gelir sanatçı. Tam ismi Tarık Dursun Kakınç’tır. Ancak bugüne kadar soy ismini neden ‘K.’ olarak değiştirdiğine dair bazı kaynaklar kardeşi Faruk ile beraber bir yarışmaya katıldığı için, karışıklık olmasın diye değiştirdiğini yazsa da hakikat öyle değildir.

Henüz 6 yaşındayken ailesini terk eden babasına dair duyduğu öfke hissi neticesinde böyle bir yola gitmiştir yazar.  Hayatının son demlerinde kendisi detaylıca nakleder soy isminin kısalma öyküsünü.

6 yaşında babasının evi terk etmesiyle hayatın sert ve acı dolu yüzüyle çok erken yaşta tanışır Tarık Dursun Kakınç. Eğitimi yarım kalır, çalışma hayatına atılır. Sayısız işte çalışıp eve ekmek parası götürmeye uğraşır. Askere gitmeden hemen önce ‘en azından bir mektup yazanım olsun’ diye babasını arayıp bulmayı kafasına koyar ve İstanbul’a gelir. Elini öpüp, helallik isteyecektir. Maliyede memur olan babasının aynı zamanda levhacılık yaptığını da duymuştur. Galata’daki tabelalara baka baka arar babasını. Nihayetinde Mecidiyeköy’de Tramvay Dairesi’nde çalıştığını öğrenir ve doğruca oraya gidip babasının karşısına çıkar. Beklediğinden farklı bir adam vardır karşısında; gözlüklü ve yaşlı. Hattattır. Karşısına çıkan bu genç çocuğu görünce “Birini mi arıyorsun evlat?” diye sorar baba. “Evet.” der Tarık Dursun, “Ben senin oğlunum.” diye sevinçle müjdeler. Aldığı cevap içini acıtır: “Hangisi?” Öfkeyle tek kelime bile etmeden oradan uzaklaşır ve adeta hıncını soy isminden alırcasına ‘K’ hariç hepsini siler. Ünlü bir yazar olduktan sonra, soy ismi hakkındaki sorulara, “Benim özgürleşme sembolüm.” türünden cevaplar verir Tarık Dursun K.

Hayata çok erken yaşta atılmasına rağmen, yaşadığı zorluk ve yaşamın romantik olmayan yüzü onu çok iyi bir gözlemci yapar. 15 yaşında kalem ile tanışır. Hayatı, öykü formunda disiplin altına hapseder genç Tarık. ‘Atmacanın Oğlu’ bu dönemde (1945) yayımlanır. Annesine verdiği haftalıklardan artırdıklarıyla sinemaya gitmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Sürekli iş değiştirmekte ve bir yandan da babasının aileden ayrılmasıyla yarım bıraktığı eğitimi dışarıdan tamamlamaya çalışmaktadır. Anadolu Gazetesi’nde iş bulduğunda kaderi onu gelmesi gereken noktaya savurmuştur belki de. Yazıları bu gazetede yayımlanmaya başlar. Ve elbette öncelikle sinema yazıları yazar. Sene 1949 olmuştur. Bir de şiir yazmayı keşfetmiştir. 1951 yılında arkadaşı Cengiz Tuncer ile beraber Devrialem isimli ilk şiir kitabını yayımlar. Bir yandan da öykücü olarak tanınmaya başlamıştır bile.

Yılmaz Erdoğan’ın Kelebeğin Rüyası’ndaki veremli iki şair çocuk gibi sürekli olarak Varlık dergisine öykülerini yollayıp yayımlanmasını beklemekle geçer yılları. Hikâyeleri hiç yabancı değildir; mutsuz kenar semtlerdeki bunalımlar, tutunamamışlar, yenik umutlar, tutkulu hayaller, mutsuz aşklar, derin özlemler yaşayan insanlar onun kaleminde karaktere bürünür. Bir tür Tarık Dursun dünyası oluşturmayı başarır yazar.

Aslında yetiştiği çevre tam bir sınırların kesişme bölgesidir adeta. Babasının evi terk etmesinin getirdiği özgürlük hissiyle kent ile getto, çocukluk ile gençlik arasında özgürce gezinir. Bu alanı daha da genişleten en önemli unsur ise şüphesiz kitaplardır. Bir söyleşisinde etkilendiği yazarlar arasında gezinirken öylesine geniş bir liste döker ki, şaşırmamak elde değildir: “Sait Faik, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Halikarnas Balıkçısı, Samim Kocagöz, Bekir Sıtkı, İlhan Tarus, Ümran Nazif, Memduh Şevket Esendal, Fahri Erdinç, Sadri Ertem, Refik Halit…” Şüphesiz bu kadarla sınırlı da değildir büyüsüne kapıldığı kalem erbabı: Maupassant, Gorki, Çehov, Hemingway, ustalar ustası Saroyan, Steinbeck ve Şolohov elbette.

Edebiyatın bu zengin dünyasına bir de sinemanın büyülü rüyasını ekleyince hayal dünyası verimli bir şekilde genişler. Bir gazeteci gözlemciliğiyle ele alır öykülerini. Romanları ise sinematografiktir. Pek çok eleştirmen tarzını bu sebeple ‘sine-roman’ şeklinde kabul eder.

Oysa ona göre şiir öyküye ‘lezzet’ katmaktadır. Şöyle ifade eder: “Şiirin tülden harmaniyesine sardırılmış bir hikâye okurunun kusuru, hele bir de falanca filanca gerçekçilik savında ise, onu birden olağanüstü bir değişkenliğe uğramış, tadının tam kıvamında bir ‘şey’ bile görürsünüz. Şiiri kendine içerikleştirmemiş bir hikâye aslında eksiktir, söyleyeceği sözü varsa kös dinlemeye vardırılmıştır. Yaşam ve yaşamın içinden devşirdikleriniz bence okur gözünde daha bir inandırıcılık kazanmış demektir. Gerçek her zaman iyidir, gerçi acıtır; ama onu tam kıvamına getirmeyi başarmış bir hikâyeci için bu türlerin hikâyecisi olarak daha yeğlenir bir hikâyeciliktir.”

Birbiri ardına öyküler gelir sonra. Tarık Dursun K.’nın kalemi adeta üzengisinden boşalmış bir kısrak gibi coştukça coşar; Atmacanın Oğlu, Hasangiller, Vezir Düşü, Rızabey Aile Evi, Güzel Avrat Otu, Sevmek Diye Bir Şey, Yabanın Adamları, 36 Kısım Tekmili Birden gibi onlarca hikâye… Bu sebeple en verimli alanı hikâye kitaplarıdır; Hasangiller (1955), Vezir Düşü (1957), Rızabey Aile Evi (1957), Güzel Avrat Otu (1960), Sevmek Diye Bir Şey (1965), Yabanın Adamları (1966), 36 Kısım Tekmili Birden (1970), Bağrıyanık Ömer ile Güzel Zeynep (1972), Bahriyeli Çocuk (1976), İmbatla Dol Kalbim (1982), Ona Sevdiğimi Söyle (1984), Ömrüm, Ömrüm…  (1987), Aşk, Allahaısmarladık (1987), Yaz Öpüşleri (1996), Dulevi (2003), Sümbülteber (2004), Hepsi Hikâye (2006).

Yayıncılık ve sinemayı da ihmal etmez. Hatta sinema pratiğinden önce yayıncılığıyla yoğunluklu olarak ilgilenir yazar. Yerel Anadolu’dan sonra sırasıyla Yeni Gün, Ankara Ulus, Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde gündelik yazılar yazmaya devam eder. Pazar Postası ve Akis dergilerinde sinema eleştirileri yazar. Eleştirmen Ali Gevgilili ile birlikte aylık Yeni Sinema dergisini çıkarır. Aylık Yeni Sinema dergisi, yayımlandığı dönem seyirci üzerinde büyük etki bırakan yayınlardan biri olmayı başarır. 1969’da Kurul Kitabevi’ni, 1975’te Koza Yayınevi’ni kurar.

Her ne kadar ilk kitapları eleştirmenlerce görmezden gelinip, hafife alınsa da, Tarık Dursun için kısa hikâye edebiyatın en zor alanıdır. Şöyle açıklar fikriyatını: “Küçük hikâye, edebiyat uğraşlarının en zor olanıdır. Küçük hikâyenin, gereksiz olana tahammülü yoktur, aşırı olanı ya da fazla olanı kesinlikle kabullenmez, reddeder hemen. O yüzden romanlarda rastlanılan olağan gevezeliklere küçük hikâyede hiç yer verilmez, yer bulamayacağı bilinir de ondan…”

Şiir, öykü, roman, makale, eleştiri derken çok önemli bir yükün altına Ümit Yaşar Oğuzcan ile beraber girer. Yıl 1961’dir ve 6 ciltlik Büyük Türk Şiiri Antolojisi’ni yayımlar. Her cilt tematik olarak ayrı bir konuya ayrılmıştır; aşk ve kadın, ölüm, İstanbul, ayrılık, taşlama, tabiat…

Senaryo alanına da girer Tarık Dursun K. Bu konuda onu cesaretlendiren şüphesiz Yeşilçam’ın büyük ustası Osman Fahir Seden olur. 1959 yılında Düşman Yolları Kesti ile sinemaya adımını atmıştır artık. Aynı yıl Mümtaz Alparslan’ın Ölüm Dönemeci’ni yazar. Sonrası çorap söküğü gibi gelecektir; Aydedeye Gidiyoruz  (1964), Cehennem Arkadaşları (1964), Yaralı Kartal (1965), Devlerin İntikamı (1967), Kızgın Toprak (1973), Kartal Yuvası (1974), Kuma (1974), Ana Kurban Can Kurban (1975), Evlatlık (1976), Vatandaş Rıza (1979), Aliş İle Zeynep (1984), Kurşun Ata Ata Biter (1985), Ona Sevdiğimi Söyle (1995), Yer Çekimi Aşkları (1996). Video piyasası için de, TV dizi senaryosu da yazar Tarık Dursun…

Düşman Yolları Kesti’de sadece senaryo yazmaz, aynı zamanda Seden’e yardımcılık da yapmıştır. Dolayısıyla ilk yönetmenlik denemesi de çok beklemez. 1962’de Erman Film kendisine bir avantür film olan Aramıza Kan Girdi’yi çektirir.

Sezer Tansuğ, Yeditepe’de film ile ilgili şunları yazacaktır: “Tarık Dursun ilk reji çalışmasında kendisine güven besleyenleri utandırmadı… Bu önemli bir sonuçtur. Hareketli, atak ve keyifli yazar mizacına da uygun seyredilir, hem de bayağı çekilir çeşitten bir sinema diliyle karşımıza çıktı. Bunu önceden kestirmiş biri olarak sevinç duydum.”

Sonuç fena değildir ve Eşref Kolçak ile Sadri Alışık’ın başrollerini paylaştığı Korkusuz Kabadayı’yı bir yıl sonra çeker. Artist dergisinde filmle ilgili şöyle bir yazı yer alır: “Genç rejisör Tarık Dursun da birinci filmi ‘Aramıza Kan Girdi’de olduğu gibi ‘Korkusuz Kabadayı’da da bazı teknik denemeler yapmış. Gerçekten filmde yer yer birçok güzel çerçevelemeler, resimler gördük.” Ancak tüm eleştirmenler filmin hikâyesini aynı kelimeyle ifade ederler; ‘saçmalık!’ Belki de bu nedenle yazar artık kendine ait bir hikâyenin senaryosunu da kendisi yazıp, kendi yönetmesinin vakti gelmiştir! Yıl 1964 olur. Sinema kariyerindeki en önemli çalışmasına imza atar. Hikâye ve senaryosunu kendisinin yazdığı Cehennem Arkadaşları’nı çeker. Ancak sonuç pek de iyi çıkmaz ki film rağbet görmez. Dolayısıyla artık senaryoda da, yönetmenlik koltuğunda da mutlaka yanında birileri vardır. Kelebekler Çift Uçar ve bir yıl sonra (1965) Yaralı Kartal ile aktif yönetmenlik kariyerine nokta koyar.

1970 yılında çocuk edebiyatı alanına da yine kendine has bir tarzda girer. Masal formuna yakın olarak yazmaktadır bu türü. Deve Tellal, Pire Berber İken… (1970) ve İyilikçi Tilki’den (1970) sonra bir derleme gelir; La Fonten Masalları (1973). Tekerleme ve bilmece derlemeleri yayımlar. Ardından Pıtır’ın Masalları serisini oluşturur. Epey zengin bir eser listesi vardır çocuk edebiyatı alanında. TRT radyolarında yayınlanan Arkası Yarın için hikâyeler yazar.

“Haritada Beş Nokta” röportajıyla 1960 Gazetecilik Başarı Armağanı; Güzel Avrat Otu ile 1961 TDK Öykü Ödülü; Yabanın Adamları ile 1967 Sait Faik Hikâye Armağanı; Ona Sevdiğimi Söyle ile 1985 Sait Faik Hikâye Armağanı; Kurşun Ata Ata Biter ile 1984 Orhan Kemal Roman Armağanı; Ömrüm, Ömrüm… ile 1987 Türkiye İş Bankası Büyük Edebiyat Ödülü; Ağaçlar Gibi Ayakta ile 1991 Yunus Nadi Yayımlanmış Roman Armağanı, Hepsi Hikâye ile 2006 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazanır.

Behçet Necatigil ‘Kitaplarda Ölmek’te şöyle der: “Adı, soyadı/ Açılır parantez/ Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/ Kapanır, parantez.”

İşçi, esnaf, yazar, yayıncı, yönetmen, eleştirmen, dergici, gazeteci, senarist, masalcı ve daha pek çok şey olmayı bir hayata sığdıran Tarık Dursun K.’nın parantezi 11 Ağustos 2015 günü çok sevdiği şehir İzmir’de kapanır.

Kendini hayatın tanığı olarak tanrımlar bir söyleşisinde yazar Tarık Dursun: “Çünkü siz tanıksınız ve bir yerden sonra bir başka kişi iseniz, bizde de olacaktır. Bu tanıklıklarınız zabıtlarıyla birlikte çetelesini de tutmak demektir.” Türk edebiyat ve sinemasının en verimli tanıklarından biri olan yazar, şüphesiz eserleriyle yaptığı tanıklığı yeni nesillere aktarmaya devam edecektir.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version