Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Umut ve geri dönüş

Umut ve geri dönüş


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

CHP Gençlik Kollarının hazırladığı 10 Kasım videosunu izledim.

Video şöyle: Genç bir kadın bir taksiye biner ve havalimanına gitmek istediğini söyler. Taksici yaşlı bir adamdır. Genç kadına tatile mi gittiğini sorar. Kadın, oldukça hüzünlü bir şekilde tatile gitmediğini, temelli gittiğini, yani ülkeden ayrıldığını söyler. Yaşlı taksici “Hayırdır kızım” der. Genç kadın, umudunun kalmadığını söyler. Belli ki ülkeden umudunu kesmiştir. “Bu kadar çabala, didin, çalış… Artık umudum kalmadı!”. Sonra taksiciye sorar: “Sizin de öyle değil mi? Sizin kaldı mı umudunuz?” Yaşlı taksici gülümser ve yanıt verir: “Bizim? Bizim umudumuz sizsiniz kızım!” Bunu söyledikten sonra arabayı yolun kenarına çeker. Kız bu duruma anlam veremez. Taksici arabadan iner. Sirenler çalmaya başlar. Taksici esas duruşta bekler. Genç kadın da arabadan iner. 10 Kasım olduğunu anlamıştır. O da taksicinin arkasında saygı duruşuna geçer. Uzakta, yolun sonunda büyük bir Türk bayrağı görülmektedir. Bayrak yarıya inmiştir. Etrafta başka araçlar da durmuş, şoförleri yolda saygı duruşunda bulunmaktadır. Taksici ve genç kadın, siren sesleri bitene dek saygı duruşunda beklerler. Arka fonda konuşmacı şunları söyler: “Atamızın bize en büyük mirası, zor zamanlarda bile kaybetmediği umudu! Onu yasla değil, umutla analım. Hayalindeki ülkeyi kurmak için hep beraber çalışalım. Yılmadan, umutla!” Yaşlı taksici geriye döner, genç kadının yüzüne bakar, sonra ona taksinin arka kapısını açar. Yola çıkarlar. Genç kadın şoföre seslenir: “Amca!” Yaşlı adam: “Efendim kızım?” Genç kadın: “Haydi, geri dönelim!” Yaşlı adam büyük bir sevinçle ve gülümseyerek: “Tabi kızım, sen nasıl istersen! Sen nasıl istersen!” Taksi U-dönüşü yapar. Genç kadın başını cama doğru kaylaştırır ve yukarılara bakar. Camda yoldaki bir Atatürk posterinin yansıması görünür. Genç kadın gülümser.

Benim 2016’da, Almanya’da yaşadığı 15 yılın ardından Türkiye’ye dönmeyi seçmiş, hem de bu uğurda peşinden Türkiyeli olmayan eşini ve dokuz aylık biricik kızını sürüklemiş idealist bir insan olarak bu izlediğim videodan etkilenmemem söz konusu olamazdı. O genç kadının mizansen gereği canlandırdığı duyguları ben bizzat yaşadım. Ülkeden ayrıldığımda 19 yaşındaydım. Ülkeye geri döndüğümde neredeyse 35. Ülkeden ve halkımdan vazgeçmemek, toplumuma katkıda bulunmak, sevdiğim ülkede, doğduğum ve büyüdüğüm kentte, çocukluğumun geçtiği semtte yaşamak, binlerce öğrenci yetiştirmek, düzgün insan olmak, babamı görmek…

Tüm bu duygularla ülkeye döndüm. Bana aptal diyenlere, vazgeçirmeye çabalayanlara, rasyonel bir ton gerekçeye, hatta pederin “Bence hata edersin!” demesine karşın, dönmeyi seçtim. Eşsiz bir deneyimdi, toplam dokuz yıl Türkiye’de yaşamak. O dokuz yıl içinde dokuz aylık kızım dokuz yaşını doldurdu. Eşim Türk vatandaşı oldu, Türkçeyi birçok Türkiyeliden iyi konuşmaya ve yazmaya başladı. Babamı, babaannemi ellerimle mezarlarına koydum. Öğrencilerim ilk sene Kocaeli Üniversitesi’nde benim için bir hatıra defteri doldurdu. İçine bin bir güzel şey yazdılar. Güzel meslektaşlarım, dostlarım, komşularım oldu. Mahalledeki bakkaldan yufkacıya, pastaneden çiçekçiye, hayvan dükkânından DVD’ciye, sevilen ve saygı gören bir insandım. Ayrıldığım bir üniversiteye geri döndüğümde boynuma ilk hizmetliler, çaycılar sarılırdı. Asla insan ayrımı yapmadım. Ülkemi ve insanlarımı çok seviyordum.

CHP’nin 10 Kasım videosu beni o günlere geri götürdü. Göz pınarlarımdan ince-ince süzülen yaşları sildim, kendime kızdım. Fakat ne yaptıysam, o genç kadını ve yaşlı taksiciyi kafamdan atamadım. Bu yazıyı yazmaya karar verdim. İyi de nereden başlasam? Yazı başladı, evet, ama duygular öyle yoğun ki ve çelişkiler öyle yaman ki, bu yazı nereye gidecek? Neye bağlanacak ve nasıl bitecek? 

Aklıma 10 Kasım’larda İstanbul’daki yatılı ilkokulum Taşmektep’te bana okuttukları vatansever, milliyetçi şiirler geliyor. Büyük bir coşkuyla, benim okuttuğum Andımız’ı tüm okulun tekrar edişi, öğretmenlerin kiminin gözyaşlarını tutamayışını anımsıyorum. Dedemin evimizdeki kalorifer direğine Türk bayrağını törenle göndere çekişini, sonra saygı duruşunda bulunuşumuzu düşünüyorum. O günlerden bu günlere Türkiye ve Türkiye toplumu mu çok değişti, ben mi çok değiştim, yoksa her şey mi çok değişti, bilemiyorum. Andımız ne zaman birleştirici özelliğini yitirdi? Kürtlerin varlığını ilk kez duyduğum 1980’lerin başında mı? Bayrak algım ne zaman sevginin yerini korkuya bıraktı? 2016’da devletin beni kara listeye almasından ve sonra da benimkiyle beraber eşimin ve çocuklarımın pasaportlarını geçersiz kılmasından sonra mı? 10 Kasımlar ne zaman çocukluğumdaki 10 Kasımlar olma özelliğini yitirdi? Dersim Katliamı’nın 1938’de gerçekleştiğini öğrendikten sonra mı, yoksa Türk-üstünlükçü ırkçı milliyetçiliğin ayırtına giderek vardığım akademik okumalardan itibaren mi? Türk devletine aidiyet duygumun tümüyle bitişinin nedeni neydi? Devletin 11 ve 7 yaşlarındaki çocuklarımı bana zarar vermek için hedefine almasından sonra mı? Türkiye’de yaşarken dokuz yıl boyunca tüm milli bayramlarda mahallede balkona Türk bayrağını ilk asan eşimin, Türkiye’den nefret eder noktaya gelmesine ne neden oldu? Benim son beş yılda çektiğim stresler, yaşadığımız ağır travma, devletin resmi gazetesinde hain ve terörist ilan edilmem mi?

CHP Gençlik Kollarının 10 Kasım videosunu izlerken, her şeye karşın göz pınarlarımın doluşu ve kendime kızışım, duygusal bağ ile bu duygusal bağın oluşunu rasyonel olarak reddedişim – bunlar nasıl çelişkilerdi böyle?

Bugün o ülkede milyonlarca insan devletin resmi takibatından geçmiş. O ülkede Kürtlerin yaşadığı kentler, kasabalar, mahalleler, köyler, ordunun ağır silahlarıyla uzaktan bombalanmış. O ülkenin bebekleri anneleriyle beraber hapishaneye atılmış. O ülkedeki gazeteciler, yazarlar, aydınlar, akademisyenler, düşüncelerinden veya kanaatlerinden ötürü terörist damgası yemişler, zindanlarda çürümekteler. O ülkeden kaçmaya çalışan aileler, minik çocuklarıyla beraber Ege’de, Meriç’te can vermiş. Sadece birilerinden değil diye, o ülkede insanlara aile boyu zulmedilmiş. O ülkede bir gecede yüz binlerce kamu görevlisi, yargıç, savcı, polis, vali, kaymakam, akademisyen, öğretmen, asker, diplomat, ekonomist, mühendis – yetişmiş insanlar – hain damgası basılıp, tüm özlük hakları gasp edilerek işlerinden atılmış. O ülkenin işadamlarının mallarına çöreklenilmiş, buna ganimet denmiş.

Umut güzel. Geri dönmek güzel! Hiç gitmemek güzel! Mücadele güzel! İyi de, bu zulümler ne olacak? Bu yaşanmışlıklar! Bu felaketler! Bu kâbus! Bu yıldırma! Bu tükenme! Bu korku! Bu ezilmişlik! Bu ayrımcılığa uğramışlık! Bu dışlanmışlık! Hepsinden önemlisi, bu ihanet!

Hayır. İçi boş vatan, içi boş devlet, içi boş yurtseverlik, içi boş umut ve direniş istemiyorum. Hayır. Sembollere indirgenmiş ve anıtlaştırılmış lider kültü, kalıplaşmış doktrin, ayrımcı etnik nasyonalist kimlik, birilerinin mutluluğunun diğerlerinin mutsuzluğu oluşu: bunlara karnım tok! Hayır. Devletin birilerinin devleti olması, onların devletinin bizim sahibimiz oluşu, bizim o kutsal devlet uğruna harcanmamız falan, bunlar doğru değil. Hayır. Birilerinin devletin nimetlerinden yararlandığı, insanların ise sağmal inek muamelesi gördüğü, maraba olarak konumlandığı, en temel vatandaşlık hak ve hizmetlerinden mahrum bırakıldığı bir ülke olmasın varsın! Hayır. O ülke mahallemdeki güzel esnafın, parıldayan öğrencilerimin, yattığı yerde çoktan toprağa karışmış olan babamın ülkesi değil. Hayır. Bunca zulüm üzerine duygularıma yenik düşecek, her şeye karşın “olsun” diyebilecek raddede değilim, olamam da bundan sonra hiç!

Umut ve geri dönüşün koşulları bugünkü ülke, bugünkü devlet, bugünkü toplum olamaz. Ve hayatın gerçekliğinde, o genç kadın o taksiden inmez.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version