Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Tarihsel figür olarak Atatürk

Tarihsel figür olarak Atatürk


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Mustafa Kemal Atatürk gerek Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da başlayan işgale direniş hareketindeki örgütleyici rolü, gerek Bağımsızlık Savaşı komutasındaki rolü, gerekse de 1923 ve sonrasındaki yeni devlet kuruluşundaki oynadığı birincil rol bakımından, tartışmasız olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli tarihsel figürüdür.

Dahası Atatürk aynı zamanda gerçekleştirdiği devrimlerle de kendisine ayrıca önem atfedilmesi gereken bir devrimcidir. Bu özellikleriyle Atatürk, elbette ki devlet protokolüyle anılmayı ve saygıyı hak ediyor. Ancak bu özelliklerinin dışında, Atatürk aynı zamanda birçok yanlış politikanın da mimarı ve siyasal karar alıcısıdır. Yeni devletin ırksal-etnik bir topluluk olarak algılanan Türk milleti kimliği üzerine inşası, diğer etnisitelerin bu ulus konsepti içinde asimilasyona uğratılmak istenmesi, Türk-üstünlükçü bir doktrinsel tarih tezinin resmi tarih tezi olarak kabul edilmesi gibi devletin kuruluş felsefesine ilişkin birçok sorunlu alan, Atatürk’ün politik tercihleriyle doğrudan alakalıdır. 1920’lerin başında, 1910’larda İttihatçılar tarafından tasarlanan ve yürütülen etnik temizlikçi, homojenleştirici politikalardan kendisini soyutlayamamış olması, bilakis bu politikaların devamı denebilecek politikalara kapıyı aralayan tartışmalı kararların altında imzasının olması kayda değerdir. 

Bu siyasal kararların sonucunda Anadolu’da Ermenilerden sonra Rumların ve Süryanilerin de etnik temizliğe uğraması ve Anadolu’yu terke zorlanmaları, ciddi hatalardır. 1930’ların sonunda Zaza Alevilere karşı Dersim’de gerçekleştirilen katliam ve zorunlu göç, yine Atatürk döneminin korkunç siyasi tercihleri arasındadır. Buna İstiklal Mahkemeleri gibi özel mahkemeleri ve sonuçlarını eklemek gerekir. Ayrıca ofansif laiklik konsepti çerçevesinde din özgürlüğünün ve inanç ifadesi hakkının oldukça kısıtlanması, yanlışlar arasında sayılmalıdır.

Atatürk, hem olumlu hem de olumsuz siyasi kararlara imza attı. Kadın hakları ve eşitliklere ilişkin düşünceleri, çok partili demokrasiye geçmeye çalışması, eğitim seferberliği, modern üniversitelerin kuruluşu, metrik sisteme geçiş, seküler devlet konseptinin tercihi – yukarıdaki eleştirel değerlendirmem baki kalmak üzere – son derece olumlu adımlardır. Bunlar ayrıca Osmanlı döneminde başlayan reformların da doğal uzantılarıdır, devamıdır. Vatandaşlık esası dışında ırksal-etnik Türk-üstünlükçü, asimilasyoncu politikalar, devleti kutsayıcı, merkezi (üniter) devlet mimarisi, döneminde oluşmaya başlayan lider kültüne müdahale etmemesi, Ermeni soykırımını ret, siyasi takibatlar ve baskı ortamı gibi Türkiye devletinin geleceğine genetik seviyede etkide bulunan tercihler son derece olumsuz adımlardır.

Tüm bunlar, herhangi başka bir ülkenin herhangi bir kurucusunda görülebilecek özellikler. ABD’nin kurucularının bir bölümünün de köleleri vardı, örneğin. Bu o devlet adamlarına yaklaşımda sadece onların köle sahibi olmalarına odaklanmayı gerektirmiyor. Modern tarih yazımında, özellikle de okul müfredatlarına alınacak tarihi olaylar ve olgularda, genel ve ana hatlarıyla olumlu yönleri alma, olumsuz yönleri akademik tartışmalara bırakma eğilimi söz konusu. Burada önemli olan püf noktası, sürekli demokrasisini geliştiren ve hukuk devleti olmayı başarmış bir devlet olmak. ABD’de ve Kanada’da devlet kuruluşu esnasında ve sonrasında, örneğin Kuzey Amerika yerlilerine ilişkin yürütülen politikalar, eleştiriliyor. Bu politikaların yapılmasında rol oynamış olan siyasi karar alıcılar da elbette sorumlu ve bu tarih kitaplarında yer almakta. Fakat ilerleyen ve kendi kendisini tamir eden, giderek gelişen demokratik hukuk devletlerinde bazı siyasetçilerin üzerine düşen gölge de çok belirleyici olmuyor. Bir “ya – ya da” türü seçim yapmak zorunlu olmaması iyidir. Fakat Türkiye’de bu yapılamıyor, yapılamaz da. Bunun yapılabilmesi için, Türkiye devletinin demokratikleşmesi ve olgunlaşması lazımdır.

Oysa Türkiye’de tam tersi bir tablo var. Her şeyden önce Atatürk, olduğundan çok daha fazla tek adamlaştırılmış durumdadır. Çünkü Atatürk’ün sadece heykelleri ve büstleri yapılmakla kalmadı, aynı zamanda Atatürk de taşlaştırılmış, betonlaştırılmış bir lider olarak tarih kitaplarına sokuldu. Bu anıtlaştırılan ve ideolojik endoktrinasyon enstrümanı olarak kullanılan Atatürk, tartışmaya açık ve sadece önemli bir devlet adamı olmakla sınırlı bir çerçevede ele alınabilecek tarihi bir kişilik değil. Bunun çok daha ötesinde, ilahlaştırılan, tartışmaya kapatılan, tabulaştırılmış, neredeyse kutsiyet atfedilen, mitleştirilmiş, dokunulmaz bir lider. Bunun üzerine inşa edilen bir kült var. Bu külte yönelik her tür eleştiri büyük bir ihanet olarak algılanıyor. Bu saydığım özellikler, ideolojik anlamda Kemalizm’i adeta dine dönüştürmekte. Kemalizm’in özellikle Atatürk üzerinden elde ettiği güç, sadece CHP gibi Kemalist bir partinin tabanını oldukça aşan, toplumun birçok diğer segmentine sirayet eden bir niteliktedir. Bu büyük güç demektir.

Bu betonlaştırılmış ve mitleştirilmiş tanrısallık, Atatürk’ü bir ideolojik enstrümana indirgiyor ve onu bir halk kahramanı olmaktan, bir tür devlete eklemlenmiş meşruiyet zeminine dönüştürüyor. Atatürk hatalardan münezzeh bir mitolojik figür olarak anlaşılırsa, onun yaptıkları ve haliyle Türkiye’deki birçok konsolide olmuş bulunan hatalı şey de betonlaşıyor ve dokunulmaz kılınıyor. Bu Atatürk’ü giderek eskiyen ve çağdaş olma özelliğini yitiren bir konuma geriletirken, Cumhuriyetin de dönüşümüne ciddi bir engel oluşturuyor.

Oysa her şey çok farklı olabilir. Atatürk’ün devletin kurucusu ve ona etki eden en önemli şahsiyetlerden biri olması, bunun yanında hatalarının da özgürce ele alınabilmesi, Türkiye’yi rahatlatmaya katkıda bulunabilir. Atatürk’ün oluşan kutuplardan birinin dayanak noktası olarak sunulması, en çok tarihsel figür olarak Atatürk’e zarar verir. Onu bir tür Castro’ya, Tito’ya ya da Franco’ya indirger. Bu ideolojik betonlaştırma, onun “Cumhuriyet’i biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” düsturuna da taban tabana zıttır.

Adem-i merkeziyetçi, federal, demokratik, anayasal bir liberal demokrasi olabilirse eğer, Türkiye’de Atatürk her zaman saygı duyulacak, tarihin bir döneminde önemli roller oynamış, reformcu bir kurucu baba olarak kendine tarih kitaplarında mutlaka yer bulacaktır. Bu onun tarihsel hatalarını eleştirmemize de asla engel olmayacaktır. İdeolojiden arındırılmış Mustafa Kemal Atatürk, insan olmaktan gelen tüm üstün vasıfları ve kusurlarıyla, tarihin kendisi hakkında nihai hüküm vereceği bir lider olacaktır. Kurduğu cumhuriyetin demokratikleşmesi, insan haklarına saygılı olması, kapsayıcı bir civic kimliği tercih etmesi esas hedef olmalı. Türkiye’nin kapsayıcı ve hümanist bir devlete dönüşmesi, Kürtlere ve tüm diğer etnik gruplara haklarını teslim etmesi, hukukun üstünlüğünün, gücü sınırlanmış iktidarın, temel hak ve özgürlüklerin yerleşmesi, Atatürk’e bunlara giden yoldaki katkıları kadar saygınlık kazandıracaktır. Yaptığı yanlış tercihler ve hatalar ise özgürce tartışılacaktır. Mitleştirilmekten kurtulan tarihi figür Atatürk, resmi bir ideolojiye gerek duyulmayan demokratik hukuk devletinde, tarihte alması gereken yeri alacak, yapamadıkları veya yanlışlarıyla da, yeni yapılanların ve gelecekte yapılacakların değerini anlamamıza katkıda bulunacak bir ölçü olacaktır. Şüphesiz ki Türkiye projesi ne kadar demokratikleşirse, eşitlik sağlarsa, hukuka dayanırsa, Atatürk’ün tarihsel rolü o kadar olumlu olarak ön plana çıkar.

Maalesef bu seviyeye çok yakın değiliz. Bugün Türkiye bir yarı-diktatörlüktür. Otoriter rejimle ister istemez Atatürk’ün attığı temeller arasında korelasyon kuruluyor. Ötekileştirilen grupların tamamı, Atatürk’ün ve onun ideolojik devletini uğradıkları zulümlerden kısmen sorumlu tutuyor. Toplumların ve devletlerin olgunlaşması, tarihten neleri öğrenebildiklerine de bağlı kısmen. Türkiye, Atatürk konusunda bu olgunlaşmadan maalesef çok uzak!

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version