Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Tanzimat’ın neresindeyiz?

Tanzimat’ın neresindeyiz?


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Osmanlı tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisi Tanzimat Fermanı’dır. 3 Kasım 1839’da ilan edilen fermanla devletin çöküşüne çare olabilecek arayışlar farklı bir aşamaya taşınmış ve devletin temel niteliklerinin yeniden düzenlenmesi kararlaştırılmıştı.

Tanzimat; yönetim, hukuk, vergi, askerlik, ekonomi gibi alanlarda kökten değişiklikler öngörüyor ve bu yönleriyle birçok tarihçiye göre cumhuriyet rejimine giden sürecin temellerini oluşturuyordu.

TANZİMAT’A GİDEN SÜREÇ

Osmanlı Devleti 19. yüzyıl başlarında birçok sorunla karşı karşıya kalmıştı. Balkanlarda önce Sırplar ardından Rumlar ayaklanmışlar ve Yunan bağımsızlık hareketi “Düvel-i Muazzama’nın” da katkısıyla başarıya ulaşmıştı.

Padişah II. Mahmut yeniliklerin önünde en büyük engel olarak gördüğü Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış, yüzlerce yıldır ocakla bütünleşen Bektaşilere “su bile vermemiş” ve onlara “dünyayı dar etmişti”. II. Mahmut elbette bunları “devleti kurtarmak için” yapıyordu.

Bu sırada Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanıyla karşı karşıya kalan Sultan, valisinin isyanıyla baş edememiş, Mısır meselesi kısa sürede bir Avrupa sorununa dönüşmüştü.

Devlet içeride ve dışarıda çok zor durumdaydı. Bu kötü gidişi durdurmak için radikal reformlara ihtiyaç vardı. Bu reformları da ancak Batı’yı görmüş devlet adamları gerçekleştirebilirdi.

İşte Tanzimat, başta M. Reşit Paşa olmak üzere Avrupa’yı görmüş kadroların eseriydi. Onlar padişahın kişilik ve karakterinin sonucu şekillenen devlet düzeni yerine “kurumlar ve bürokrasi” üzerine bina edilen bir sistem kurmak istiyorlardı.

FERMANIN İÇERİĞİ

Tanzimat Fermanı’nın ilanına II. Mahmut’un ömrü yetmemiş, onun yerine tahta çıkan oğlu Abdülmecid, “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” olarak bilinen fermanı ilan etmişti. Abdülmecid tahta çıkarken önceki padişahlar gibi bir “cülus hatt-ı hümayunu” çıkarmış ve fermanda da yer alan temel ilkeleri vurgulamıştı.

Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839’da Gülhane’de vükela, rical, ulema, Rum ve Ermeni patrikleri, hahambaşı, esnaf temsilcileri ve yabancı devletlerin elçilerinin huzurunda Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu.

Fermanın girişinde; kuruluştan itibaren Kur’an hükümleri ve şeriata uygun yönetim sayesinde “devletin güçlü, ülkenin mamur olduğu ve halkın refah içinde yaşadığı” ancak son yüz elli yıldır Kur’an ve şeriata uygun hareket edilmemesi yüzünden birçok sorunun ortaya çıktığı belirtiliyordu. Gereken tedbirler alındığı takdirde “Allah’ın yardımıyla” on, on beş yıl içinde eski güzel günler yeniden geri gelecekti.

Bu amaçla yeni kanunlar yapılacak, bu kanunlar yapılırken bazı ilkeler esas olacaktı. Bu prensiplerin başında “can, ırz ve namus güvenliği” ve “mal ve mülk emniyetinin sağlanması” yer almaktaydı. Fermanda eğer bunlar olmazsa insanların devamlı “kaygı içinde” yaşayacağı belirtilmişti.

Fermanda ikinci olarak “vergilerin herkesten gelirine göre alınması” için gereken düzenlemelerin yapılacağı belirtilmektedir. Bunun için “iltizam” uygulamasından vazgeçilecek ve herkesin “emlakine ve kudretine göre” vergi belirlenecekti.

Ayrıca rüşvetin önlenmesi hükmü de yer almakta ve “ülkenin harap olmasına yol açan” rüşvetin önüne geçilmesi için gerekli kanunların çıkarılacağı vurgulanmaktaydı.

Askerlik konusunda da yeni bir sistem kurularak adaletsiz uygulamaların önüne geçilecek, her Osmanlı vatandaşı erkeğin “dört, beş yıl” askerlik yapacakları bir düzen kurulacaktı.

Fermanda “yargı” da önemli bir alanı oluşturmakta ve davaların herkesin gözü önünde görüleceği, hüküm verilmeden kimseye gizli veya açık “zehirleme veya idam” gibi keyfi işlemler uygulanmayacağı, suç işleyen kişilerin mallarına “devlet tarafından el konulamayacağı” ve varislerinin mirastan mahrum bırakılamayacağı ifade edilmekteydi.

Ferman sadece Müslümanların değil “diğer milletlerin (dini cemaatlerin)” de bu temel ilkelerden yararlanacaklarını garanti etmekteydi.

DEVLET ‘HALK İÇİN’

Tanzimat Fermanı yapılacak reformların temel prensiplerini belirledi ve idari, askeri, ekonomi ve kültür alanlarda büyük bir yenileşme sürecini başlattı. 1839-1876 arasında yapılan düzenlemelerle Osmanlı Devleti kurumları, sistemi ve uygulamalarıyla yeni bir görünüm kazandı. Bu yeni düzen “Avrupa devletleri örneğine göre” oluşturuluyordu.

Halbuki Tanzimat’ı ilan eden Abdülmecid cülus fermanında klasik İslam hükümdarı telakkisiyle, “Allah beni Emirü’l Müminin ve Halife-i ruy-i zemin olarak tayin eylemiştir. Uhde-i Hilafetime teslim edilen halkı korumak vazifemdir. Farz-ı ayn olan beş vakit namazı kılmayan… o makule umur-u dinde kayıtsızlık gösterenlere müsamaha edilmeyecektir. Memurlar sokakta namaza gitmeyen adamlar gördükleri halde sebebini sual ile cezasını Şeriata göre vereceklerdir” demekteydi.

Tanzimat aslında Avrupa’da aynı dönemde gelişen meşrutiyetçi fikirlerin Osmanlı ülkesine yansımasıydı. Padişah bir taraftan fermanda belirtilen hususlara uymayı taahhüt etmekte diğer taraftan devletin asıl vazifesinin halkın refah ve huzurunu sağlamak olduğu vurgulanmaktaydı.

Fermanla birlikte Batı dünyasında gelişen “halkın devlet için değil devletin halk için olduğu” tezi benimsenerek Osmanlı devlet düşüncesinde önemli bir değişim amaçlanmaktaydı. Bunu Tanzimat’ın çok bilinmeyen mimarlarından Sadık Rıfat Paşa, “hükümetler halk için mevzu olup, yoksa halk, hükümetler için mahluk değildir” diye ifade etmişti.

Tanzimat’la birlikte kanunlar Padişahın keyfi veya iradesine göre değil halkın ihtiyaçlarına göre yapılacaktı. Referans noktası şeriat olmayacak, düzenlemeler ihtiyaçlara göre yapılacaktı. Bu yönüyle ferman “sekülerleşme” sürecini de hızlandıracaktır.

Ferman halkın din ve mezhep gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacağını ifade ediyor ve böylece Müslüman tebaa ile gayrimüslimleri eşit hale getiriyordu.

Tanzimat idarecileri bundan sonraki aşamada uygulamaya geçerek hukuktan idareye eğitimden ulaşıma kadar çok çeşitli alanlarda reformlara giriştiler. Mülki idare Fransa örnek alınarak yeniden örgütlendiği gibi mahkemelerde Fransız ceza ve ticaret hukuku uygulanmaya başladı. Eğitim sistemi yeniden şekillendirilerek modern okullar vasıtasıyla halkın eğitilmesi ve devletin ihtiyaç duyduğu alanlarda memur yetiştirilmesi amaçlandı.

YA SONUÇ?

Tanzimat reformlarının icraata konulmasıyla birlikte tepkiler de gecikmedi. Ulema Avrupa’dan gelen yenilikleri kabullenmek istemediği gibi reformistleri de “dinsizlikle” suçladı.

Müslüman halk fermanla birlikte “millet-i mahkûme” olan gayrimüslimlerle eşit olmaktan ve “millet-i hâkime” konumunu kaybetmekten rahatsız oldu. Birçok Müslümanın gözünde bu dönemin en çarpıcı özelliği “gavura gavur demenin bile” yasaklanmasıydı.

Reformlara tepki sadece ulema ve Müslüman halktan gelmedi. Yeni sistem dolayısıyla imtiyazlarını kaybeden zümreler özellikle yetkilerinin bir kısmını kaybeden valiler ve vergi düzenlemeleri nedeniyle rahatsız olan memurlar da düzenlemelere karşı çıktılar.

Gayrimüslimler de şimdiye kadar geçerli olan ayrıcalıklarını kaybettiklerini düşünüyorlar ve yeni düzenlemelere tepki gösteriyorlardı. Halbuki Tanzimat’ın en önemli hedeflerinden birisi “Osmanlıcılık” çerçevesinde devletin varlığının devamıydı.

Tanzimat bütün eleştirilere ve tepkilere rağmen yeni bir aydın kadro yetişmesini sağladığı gibi Osmanlı ülkesinin otuz yedi yıl sonra birçok Avrupa ülkesi gibi kısa süreli de olsa meşrutiyet rejimine geçmesini sağladı. Daha sonraki süreçte Türkiye, cumhuriyet rejimine de kavuştu.

Bu başarılara karşılık Türkiye, hiçbir zaman gerçek anlamda demokratik bir sistem olmadığı gibi çeşitli bahanelerle en temel hakların bile sınırlandığı bir rejim olarak devam etti.

Üzerinden yüz seksen iki yıl geçse de Tanzimat’ın vaat ettiği temel prensipler hayata geçirilemedi. Tanzimat’ta belirtilen can ve mal güvenliğinin bugün bile tesis edilememesi, çeşitli gerekçelerle “müsaderenin” bir şekilde devam etmesi, mahkemelerin hala bağımsız bir konuma gelememeleri fermanda belirtilen en temel ilkelerin bile henüz yerleşmediğini kanıtlamaktadır.

Bunun yanında fermanda “devleti harap ettiği” belirtilen rüşvet ve suistimallerin şekil değiştirerek bugün de varlığını devam ettiği ve vergi tahsilinde adaletli bir sistem oluşturulamadığı gözlemlenmektedir.

Ayrıca Tanzimat’ın üzerinden iki yüz yıla yakın bir süre geçse de Türkiye rejiminin “kişilere bağlı olmaktan” kurtulamadığı, “cumhuriyet” olsa da gerçek anlamda “demokratik bir hukuk devletinin” inşa edilemediği görülmektedir.

Bütün bu sorunların temelinde ise Tanzimat’la öngörülen “halkın hizmetinde olan devlet” anlayışının ne yöneticiler ne de halk tarafından kalıcı bir bilince dönüşmemesinin yattığı çok açıktır.

Özellikle sürekli tekrarlanan “devletin bekası” söyleminin “insan” unsurunun ilk planda yer almasını engellediği görülmekte ve rejim, “yeni düşmanlar oluşturarak ve devletin bekasının tehlikede olduğunu ileri sürerek” değişime direnmektedir. Bu durum da görünüm olarak demokrasi olan rejimin, “baskıcı, otoriter, temel insan haklarını bile dikkate almayan” niteliğinin devam etmesini sağlamaktadır.

***

Seçilmiş Kaynakça: H. İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler” Belleten, C. XXVIII, S. 112, 1964; H. İnalcık, M. Seyitdanlıoğlu, Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul, Phoenix,2006; A. Akyıldız, “Tanzimat”, TDV İA, İstanbul, 2011, C.40.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version