Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Suçlayanları suçluyorum (3): Yolun kaderi

Suçlayanları suçluyorum (3): Yolun kaderi


YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Beni suçlayanlar üstünüzde ne izlenim bıraktı Atinalılar, bilmiyorum… Bense, onları dinlerken az daha kim olduğumu bile unutuyordum, öylesine inandırıcıydı ki konuşmaları… Buna karşılık kesinlikle söyleyebilirim ki, tek doğru sözcük çıkmadı ağızlarından.”

Retorik… Siyasetin en amansız silahıydı bu. Özellikle halk üzerinde etkisi inanılmazdı, ki hala da öyledir. Günümüz siyasetçilerinin en güçlü silahı retorik, en güvendikleri unsur ise halkın hafızasızlığıdır. “Kitleler aptaldır” diyen düşünür hiç de haksız değildir. Kolektif şuur daima zincirin en zayıf halkasıdır ve bireyler ne kadar aklı baliğ olursa olsun, sağlam bir belagat karşısında zihinleri tel tel dökülebilir. Sokrates bunun en iyi farkında olan kişilerden biriydi. Sokrates’i suçlayanlar, bu yalan suçlamaları o kadar güzel dille aktarmıştır ki, kendilerini dahi kandırmışlardı.

“Ne var ki Zeus’a andolsun Atinalılar, deyimlerle, özenle seçilmiş sözcüklerle bezeli, ustaca düzenlenmiş sözcükler olmayacak benden duyacaklarınız. Yalnızca doğruyu söyleyeceğim size, hiç kimse başka bir şey beklemesin benden.”

Savunmasından önce, konuşmasının çerçevesini ve etik hatlarını çizen Sokrates, belki de yaşadığı döneme değil tarihe seslendiğinin bilincindeydi.

“Gökyüzü olayları üstünde düşünen, yerin altında neler olup bittiğini anlamaya çalışan ve kötü emelleri iyi gibi gösteren, Sokrates adında, çok bilgili bir adamın varlığına inandırdılar herkesi. İşte Atinalılar, asıl korkmam gereken suçlayıcılar, bu söylentileri yayan kişilerdir. Çünkü onları dinleyenler, bu tür işlere girenlerin tanrılara saygısızlık ettiklerini düşünüyorlar.”

Görüldüğü üzere aslında mesele, Sokrates’i üzen kendisinin suçlanmasındansa, bilim, felsefe işinin suçlanmasıydı. Çünkü bunu duyan kişiler önyargılara ve yanlış fikirlere sahip olarak, ilgilenecekleri varsa bile bu önyargılar onlara engel oluyordu.

Tarihsel bir okuma yaptığımızda ünlü filozofa yöneltilen suçlamaların hiç birinin yeni olmadığını görmek mümkündür. Çok eskilere dayanır. Çünkü birçok çıkar çevresinin, diyalogları ile yalancı, bilge görünen bilgisizler, adil ve erdemli görünen ahlaksızlar olduğunu ispat eder büyük düşünür.

“Öğretmenlik işine burnumu soktuğum ve bunun için para aldığım söylendiyse, bu da doğru değil. İnsanları eğitebilmenin güzel bir şey olduğunu düşünüyorum. Ancak bir şey bilmediği halde öğrettiğini iddia eden ve bunun karşılığında para alıp, bir de karşısındakini borçlu hissettiren sofistlerin yaptıkları insanları kandırmaktır.”

Peki o halde nereden geliyordu ortalığa yayılan bu karalamalar?

Sokrates, başkalarının yaptığından farklı bir şey yapmadıysa neden bu kadar söylentinin odak noktasındaydı?

Bu soruyu gayet yerinde ve mantıklı buluyordu Sokrates ve şöyle cevap veriyordu:

“Böyle adımın çıkmasının nedeni bende bulunan bir çeşit bilgelik. Nasıl bir bilgelik bu? Belki bütünüyle insana özgü bir bilgelik. Oysa az önce bahsettiğim sofistler insanı aşan bir bilgeliğe sahip olduklarını iddia ediyorlar.”

Devam ediyor büyük insan:

“Şimdi, Atinalılar, mırıldanmaya başlamayın aranızda, biraz övünür gibi bahsedersem kendimden. Çünkü size aktaracağım sözler, benim değil. Ama bu sözleri söyleyen güveninizi hak eden biri. Apollon’u şahit göstereceğim size bilgeliğimi kanıtlamak için. Çocukluk arkadaşım Khairephon, herkesin yürekli ve dürüst olarak tanıdığı adam, bir gün Delphi’ye gittiğinde şu soruyu sormuş biliciye, ‘Dünyada Sokrates’ten daha bilge bir kişi var mı?’ Pythia (kahin kadın) olmadığını söylemiş ona.”

Mesele kendinizi ne olarak görmenizden çok, başkasının sizi ne olarak gördüğü olsa gerek. Ünlü düşünür mahkeme safhasında geri durmuyor bu konuda fikir yürütmekten.

“Ben az ya da çok bilge olmadığımı biliyorum. Sonra bu durumu açıklığa kavuşturmak için adı bilgeye çıkmış birinin evine gittim, kehaneti en iyi orada sınayacağımı düşünüyordum. Adamı derinlemesine sınadım. Bir devlet adamı idi. Onunla konuşurken fark ettim ki özellikle kendine, bilge gibi görünüyordu ama hiç de öyle değildi. O zaman kendinde var olduğunu sandığı bilgeliğin, aslında hiç de var olmadığını gösterdim…”

Hatayı burada yaptığının da farkında Sokrates:

“Böylece hem onu, hem de yanındakilerden bir kaçını düşman ettim kendime. Oradan ayrılırken kendime şöyle dedim: ‘Ben bu adamdan daha bilgeyim. İkimiz de güzel ve iyi şeylerden habersiz olabiliriz; ama o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor, bense bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum. Öyleyse ben ondan biraz daha bilgeyim demektir, bilmediğim şeyi bildiğimi sanmadığıma göre.’ O adamdan sonra adı birinciden daha bilgeye çıkmış bir başkasına gittim, ama izlenimim hep aynı oldu ve onu da, başka bir sürü insanı da kendime düşman ettim.”

Nasıl bir hata yaptığının farkındasınız değil mi?

Durduk yere insanların haset ve kıskançlık hissini harekete geçiriyor büyük düşünür. Kendisinin niyeti saf olsa da, şeytanı cennetten kovduran şeyin kibir olduğunun farkında bile değil maalesef. Sonraki durak yazar çizer takımı…

“Tanrıya hizmet etmek için, devlet adamlarından sonra tragedya yazarlarına gittim. Kendi yazdıkları şiirler hakkında bile bir şey bilmediklerini gördüm. Kılavuzlarının bir tür içgüdü olduğunu anladım. Ve şiir yetenekleri nedeniyle insanların tüm geri kalanlarından daha bilge olduklarını sandıklarını, üstünlük yanılgısı içinde olduklarını gördüm.”

Peki ya sanatçılar. Onlar anlar mı bu büyük insanın halinden. Maalesef hayal kırıklığıdır netice:

“Sanat adamları da şairlerle aynı yanılgı içinde idi. Beni bu kanıtlamalar sırasında izleyen gençler de aynı işe koyuldu. Ve hiçbir şey bilmediğini ispatladıkları kişiler, benden ve felsefeden, kendi gururlarını temizlemek için nefret etti. Ve felsefeye karşı o bayat suçlamaları sıraladı: Gökte ve yerde olup biteni anlamaya çalıştığımı, tanrılara inanmadığımı ve kötüyü iyi gibi göstermeye çalıştığımı…”

Yolun kaderi denilen şey bu olsa gerek…

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version