Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Macron, Erdoğan’ı kıskanıyor mudur?

Macron, Erdoğan’ı kıskanıyor mudur?


YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK

Kasım ayının ilk haftasında Paris’te Macron’un eski koruması ve güvenlik danışmanı hakkında açılan bir davanın karar duruşması vardı. Davanın muhatabı, bir dönem Macron’un en yakınındaki kişilerden birisi olan güvenlik müdürü Alexandre Benalla. Benalla, 2018 yılında düzenlenen 1 Mayıs olaylarına gözlemci olarak katılmasına rağmen polis kaskı ve rozeti takarak göstericilere saldırmış, olayın Fransız kamuoyunda duyulması üzerine de Benalla önce on beş gün kısa süreyle görevinden uzaklaştırılmış, görüntülerin yayınlanması üzerine de görevinden tamamen el çekmek zorunda kalmıştı. Önce sessiz kalıp daha sonra “ciddi” nitelemesiyle bütün sorumluluğu üstüne aldığını söyleyen Macron kamuoyu baskısı nedeniyle geri adım atmış, Fransız Senatosu Benalla hakkında dava açılmasına karar vermişti.

Paris savcılığının “şiddet uygulamak ve görevi kötüye kullanmak” suçlamalarıyla açtığı soruşturma Fransız gündeminde epey sure önemli bir yer işgal etti. Mahkeme, “görevden uzaklaştırılmasına rağmen diplomatik pasaport kullanmaya devam etmesi, hizmet pasaportu almak için sahte belge düzenlemesi ve 2017 yılında, yani görevde olduğu dönemde, yasaya aykırı şekilde silah taşıması” nedeniyle Benalla’ya üç yıl hapis cezası verdi. Halbuki, davası devam ederken Benalla, dünya kupasını kazanan futbol milli takımıyla birlikte otobüsün üzerinde Champs-Elysée bulvarında turlamış, “yerli ve milli duruşunu” tüm Fransa’ya göstermiş, Türk ve Katarlı iş adamlarına Afrika’da danışmanlık yapmış, Putin’e yakın Rus milyarderlere özel güvenlik sağlama işiyle uğraşmış, hepsinden öte “kendisinin zayıf halka asıl hedefin Macron olduğunu… Macron’u zor duruma düşürmek için kullanıldığını” söylemişti.

Ülkede yapılan anketlere göre Benalla vakası Macron’un popülaritesini aşağıya çeken en önemli nedendi. Fransız milli futbol takımının 2018 dünya şampiyonluğu, Covid-19 salgınıyla mücadele, sosyal güvenliği iyileştirme çabaları, ülke ekonomisinin yukarı ivmesi gibi kamuoyunu yakından ilgilendiren olumlu gelişmeler Macron’un popülaritesini Benalla vakası kadar etkilemeyi başaramadı. Macron’a göre, Benalla vakası “görevi süresinde karşılaştığı en büyük zorluktu”. Bu nedenle Macron, “Fransız halkına hesap vereceğini” de söyledi.

Benalla vakası sırasında dikkat çeken bir başka gelişme de İçişleri Bakanı Gerard Collomb hakkındaydı. Aşırı sol ve sağ partiler Benalla vakası nedeniyle İçişleri Bakanının istifasını istemişler, Bakan Collomb da “Benalla’yı tanımadığını ve eyleme katılmasına ilişkin bilgisi olmadığını” belirtmişti. Partililere yaptığı bir konuşmada Macron, “Benalla hiçbir zaman nükleer şifreye sahip olmadı… 300 metrekarelik dairelerde yaşamadı… Maaşı on bin Euro değil ve ayrıca benim sevgilim de olmadı” seklinde romantik Fransız kamuoyunu etkilemeye yönelik sözler sarf etmiş olsa da seçimin yaklaştığı son dönemde, Macron’un popülaritesi ve seçimi kazanma olasılığı açısından Benalla vakası hala en büyük riski oluşturuyor.

Düşünsenize, Macron da Erdoğan kadar güç sahibi olabilseydi: Olaydan hemen sonra, işlevselliği konusunda epeyce emin olduğu KHK hazırlıklarının başlatılmasını isteyebilir, göstericiye attığı tekmenin karşılığında Benalla’yı daha önemli bir makama getirebilirdi. Benalla hakkında çıkan haberlere erişimi engelleme kararı için hakimlerin, Benalla’nın incinen ayağına yedi gün iş göremez raporu için doktorların katkılarını izleyebilirdi.

Sahte rapor konusunda ağzını açan herkese “Cumhurbaşkanına hakaret ve terör örgütü üyeliğinden/propagandasından” dava açılması talimatı verebilir, hatta bu konuda rapor düzenleyen doktorların önce KHK ile kamudan ihraçlarını, daha sonra da terör örgütü üyeliğinden cezaevine gönderilmelerini sağlayabilirdi. Benalla’ya yönelik sistematik bir saldırı olduğunu, asıl hedefin “şahsının, dolayısıyla da “şahsında cisimleşen Katolik dünya” olduğunu söyleyebilir, Papa’nın elinde kılıcıyla Vatikan semalarından kiliseler aracılığıyla Katolik halka mesaj göndermesini bekleyebilirdi.

Yedi yüz odalı Versailles Sarayı’nın aydınlığından istifade eden politikacıların, entelektüellerin, sanatçıların, bürokratların, yargı ve kolluk personelinin, medya çalışanlarının, kilise görevlilerinin, iş insanlarının, dahası “Bir parça peynir kapabilmek için Macron’un açılışlarında boy gösteren makbul destekçilerin” koro halinde her gün “Macron’u yedirmeyiz!” nidalarını duyabilirdi.

Hatta Macron, “şahsının hedef olduğu gerçeği”nden hareketle, Benalla da dahil olmak üzere, şahsıyla beraber yürüyen herkesi kapsayan, güvenlik birimlerinin yanı sıra sivillerin de müdahale edebilmelerini düzenleyen, işkenceyi, kaçırmayı, öldürmeyi meşrulaştıran, üstelik müdahaleden kaynaklı cezai sorumlulukları da ortadan kaldıran bir KHK ile demokrasiyi rafa kaldırıp hukuk devletini yok sayabilirdi.

Macron bunların hiçbirini yapmadı. Tüm bunların yerine bir hukuk devletinde olması gerekeni yaptı ve en yakınındaki çalışma arkadaşının görevden alınmasına, hakkında soruşturma açılmasına ve ceza verilmesine müdahale etmedi.

Bir tarafta Benalla vakası diğer tarafta madenci tekmeleyen Cumhurbaşkanı müşaviri vakası. İki tekme hadisesi sonrasında ortaya çıkan iki resim arasındaki 7 farkı bulabilir misiniz?

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version