YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı gizleyemediğim bir sempatim var. Kendisinin CHP’nin başında olmasının – her şeye rağmen – bir şans olduğunu düşünüyorum. Onun sosyal demokrat, her şeyden önce de demokrat olduğuna inanıyorum. Zaza ve Alevi Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’de demokratikleşmeye, çok kültürlülüğe, Cumhuriyet’in insan haklarını, azınlık haklarını ve temel özgürlükleri özümsemesine önemli katkılarda bulunabileceğinin de farkındayım. Kılıçdaroğlu’nun KHK’larla ilgili, giderek el yükselten çıkışlarını olumlu ve yapıcı buluyorum. 15 Temmuz 2016 konusundaki hâkim devletlû diskuru isteyerek değil, Real-Politik gerekçelerle kabul ettiğini düşünüyorum. Kılıçdaroğlu’nun, tüm bunlardan daha da önemli olmak üzere, CHP’nin solculaşması, sosyal demokratlaşması, demokratlaşması, devlet güdümünden çıkıp ilerici bir parti kimliğine bürünebilmesi gibi zorlu mücadelelerde gerçekten hatırı sayılır ilerlemeler yapabilecek bir kişilik olduğundan eminim. Ayrıca, Kılıçdaroğlu’nun sol ekonomi politik dönüşüm için gereken düşünsel ve mesleki birikime sahip olduğunu biliyorum.
O halde yazının başlığı neden bir drama işaret ediyor?
Kanımca Türkiye’de sosyal demokrasinin CHP patenti altında olması büyük bir şanssızlık olarak görülebilir. CHP, Türkiye’de devlet kurucusu tek parti olarak doğdu. Reform ve devrimlerin – anti demokratik – uygulayıcısı oldu. Tek adam ve Milli Şef rejiminin partisidir. Genlerinde demokrasi değil, otoriterizm var.
Elbette köprünün altından çok sular aktı. Fakat CHP her türlü girişime karşın sosyal demokrat bir partiye evrilemedi. Çok partili hayata geçildikten sonra kendini giderek merkezin solunda konumlandırmaya gayret etti. Fakat devletlû genleri hep buna engel oldu. Partideki sosyal demokrat veya solcu isimler her zaman vitrini oluşturdu. Partinin altı oku, özellikle de Milliyetçilik İlkesi, sosyal demokrat veya demokratik sosyalist duruşun önünde engel teşkil etti. Ademi merkeziyetçilik ve federalizm fobisi, çok kültürlülükten öcü gibi korkması, Kürtlüğü inkarı, dahası onu ekonomi-politik azgelişmişlik kategorisinde bir “sorun” olarak tanımlayışı gibi birçok patolojik önyargının etkisinde bir parti olarak Türk devlet kutsayıcı geleneğin merkez kalelerinden biri oldu. Bu nedenle mesela AB sürecine de hakkıyla sahip çıkmadı. Türkiye’nin özel koşulları argümanıyla, çok sesli ve açık toplumcu bir demokratik kültürün karşısında yer aldı. Bir başka ifadeyle, Batı’nın getireceği özgürlüklerin Türkiye’ye zarar vereceğine inandı. Böylece 2000’lerden itibaren, kendi Batıcı geçmişiyle çelişkiye düşerek, bir CHP paradoksu yarattı.
Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına geçince, bu partide birçok kesimde rahatsızlığa neden oldu. Partinin ana omurgasını oluşturan ulusalcı kanat, yani sol-nasyonalistler, partinin kontrollerinden çıkacağı endişesini taşıyorlardı. Hala da bu endişeyi taşıyorlar. Son olarak sınır ötesi TSK tezkeresinde Kılıçdaroğlu’nun tezkere karşıtı konum alması ve bunu CHP politikası olarak vurgulaması, ciddi bir rahatsızlığa sebep oldu. Dursun Çiçek’in bir TV programında ifade ettiği üzere, eğer tezkere tehlikeye girmiş olsaydı, bir kırılma gerçekleşebilirdi. Fakat böyle bir risk yoktu. CHP’de bir kısım vekil tezkere konusunda olumsuz oy kullandılar. Birçoğu da olumlu kullandı.
Esas mesele, CHP ve HDP’nin 2023 ya da erkene alınabilecek başkanlık seçimlerinde beraber hareket edip etmeyecekleri meselesidir. İYİP, giderek Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na yaklaşıyor. Hitler’i seçtiren Alman muhafazakârları gibi, nedense ne MHP ne de İYİP mevcut tehlikeleri görmek istemiyor. Oysa CHP ve HDP, içinde çok daha fazla potansiyel barındıran partiler. CHP, Kürt hareketine yönelik kapsayıcı bir strateji geliştirse ve aynı zamanda normalleşme konusunda – mesela KHK’ların toptan iptali konusunda – daha net bir tavır ortaya koyabilse, siyasette bir şeyler değişebilir. Başkanlık ittifakı konusu son derece hassas bir mesele! Hiçbir parti tek başına hareket ederek başkan çıkaramaz. Cumhur İttifakı karşısında sağlam bir blok olmak birinci hedef olmalı. Kılıçdaroğlu bu konuda çok sağlam bir duruşa sahip. Ne var ki, HDP konusunda ciddi sorun yaşıyor.
Bugün bir açıklamasında, Kılıçdaroğlu şöyle diyor: “Söz veriyorum, söz! O Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem, (bana) Kılıçdaroğlu demesinler. Mücadele yürek işidir. Mücadele bilek işidir. Mücadele Efendim ‘Biden bana güldü mü, gülmedi mi?’ ‘Biden benle tokalaştı mı, tokalaşmadı mı?’ (değildir). Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yurt dışına çıkıp da böyle bir pozisyona, veya başka liderlerin böyle bir pozisyona düştüğünü gördünüz mü? Yahu, ben utanıyorum ya! Ben utanıyorum, ya! Selam versin veya vermesin kardeşim!”
Bu açıklama, tezkere sonrası baskılarla karşılaştığı anlaşılan Kılıçdaroğlu’nun CHP’de bir takım çevrelerin – ve derin devletin – gazını alma girişimidir. Böyle şahin söylemlerle, Kılıçdaroğlu olağan hedef olan Kürt hareketi üzerinden, HDP çizgisindeki solcu politikalarını kamufle etmeye gayret ediyor. Erdoğan’ın Kürt karşıtlığı damarı üzerinden yeniden oylarını arttırmasının da önünü almaya çalışıyor.
Kılıçdaroğlu’nun kurmayları, metin yazarları, danışmanları, bu stratejinin yanlış olduğunu göremiyorlar mı? Bence onlar da bunun farkında! Dramatik olan esasında tam da budur zaten. Bu geri adımı atmak zorunda hissediyorlar. Çünkü CHP kaygan bir buz pateni sahası gibi! Partinin sol-nasyonalist, derin devlete göz kırpan, birçok yerde aynı kümelerde derin devlet unsurlarıyla bire bir örtüşen kadroları, CHP’nin Türkiye’nin normalleşmesinde kilit bir rol üstlenmesine engel oluyorlar. Parti onların kontrolünde! Kılıçdaroğlu, partiyi kontrol edemiyor. Mevzi kazanmak zorunda kalan Kılıçdaroğlu, zarar telafisine girişmiş görünüyor.
İyi de, bu partiden siz Kürtlerle masada yeni bir çözüm sürecini başlatmasını bekliyor musunuz? Açmazı gördünüz mü? CHP ve HDP’yi Erdoğan ve Cumhur İttifakı karşısında bir tür seçim ortaklığından uzak tutma gayretinde olan siyaset mühendisleri var. İYİP konusunda aynı çevreler çok başarılı bir stratejiyle İYİP-HDP potansiyel ortaklığına da engel oldular. Akşener, HDP’nin PKK uzantısı olduğunu söylüyor. Tüm bunlar, Erdoğan hanesine yazılan skorlardır. Anketlerle avunuyorlar. Fakat hasta veya yorgun, Erdoğan ani bir erken seçim – ya da baskın seçim – stratejisi ile bir dört yıl daha rejim vitrinini elinde tutabilir. Bunu başarmak adına elinde aslanlar gibi iki yıllık bir tezkere var. İsterse istediği yoğunlukta bir savaş çıkararak bile, gereken optimal seçim koşullarını sağlar. Hastalığını bile bu iş için kullanabilir. Hatta belki de zafiyet görünümü bir strateji bile olabilir. Baskın bir seçimle, genel rehavet halinde olan ve bölük pörçük muhalefetin karşısına dinamik bir görünümde çıkabilir. Kendine dualar eden tabanına, “işte Allah da bizim yanımızda” mesajı verebilir.
HDP olmadan CHP ve diğer partilerin ittifakı sonuç vermez. Kılıçdaroğlu’nun açmazı bu. Bence Erdoğan’dan daha çok, partisi içindeki sol-nasyonalist (ulusalcı) çevrelerle mücadele ediyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun dramı, bir bakıma Türkiye’nin de dramıdır.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***