Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kılıçdaroğlu’na açık mektup

Kılıçdaroğlu’na açık mektup


YORUM | NEVİN ERDEM 

Sayın Kılıçdaroğlu,

Cumartesi günü yaptığınız “helalleşme” çağrılı kısa videoyla, iktidarın bilinçli ayrıştırıcı politikalarıyla adeta paramparça edilmiş, sürekli nefretin körüklendiği, kardeşin kardeşe düşman edildiği bir topluma çok etkileyici bir mesaj verdiniz.

“İşte bu toplumun ihtiyacı olan dil” denilebilecek bir yaklaşımı ortaya koydunuz.

İktidarlar değişti, ama bu ülkenin makus talihi hiç değişmedi” ifadenizin, sadece yeni bir iktidar değişimi için oy toplama düşüncesiyle söylenmiş sözler olmadığı, bu yozlaşmış döngüyü kırmaya olan inancınızı ifade ettiği konusunda samimiyetinizden kuşku duymuyorum.

Ülkemiz yaralı insanların ülkesi. Farklı topluluklar çok farklı yaralar taşıyor. O kadar ağır yaralarımız var ki! Her iktidara gelen de bu yaraları kullandı. İstismar etti, derinleştirdi.”

Ermenilere, Kürtlere, Alevilere, Rumlara veya farklı dünya görüşüne sahip olan insanlara, gruplara çok acı çektirildi. Farklılıkları zenginlik olarak değerlendirip, güzel bir gelecek kurmayı bir türlü başaramadı bu toprakların insanları.

Büyük acılara maruz kalan bu insanlar, yaşadıkları acıları anlatmaktan, yaslarını dahi tutmaktan mahrum bırakıldılar.

Çok haklısınız! “Geçmişteki küskünlüklere ve öfkeye bağlı kalmaya devam edersek ülkemiz bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkum olacak.”

Bunun için, partinizi de dahil ederek özeleştiri yaptığınız helalleşme çağrınız önemli. Tek taraflı değil, çok taraflı bir helalleşme çağrısı. İlerleyen günlerde muhtemelen ayrıntılarını vereceğiniz helalleşmenin yöntemi de, çağrının kendisi kadar önemli elbette.

Sayın Kılıçdaroğlu,

Sizin de belirttiğiniz gibi, “Tarihimizde de bunu [hak ihlallerini] en çok AKP yaptı”; yapmaya da devam ediyor. Bugünkü çocuklar, yani geleceğimiz, bu kötülüklerin acılarıyla büyüyorlar.

Doğu ve Güneydoğu’daki hak ihlalleri birçok yönüyle 90’lardan daha ağır. Cizre’de evinin önünde oyun oynarken vurularak öldürülen ve gömme izni verilmediği için cesedi annesi tarafından buzdolabında saklanan 10 yaşındaki Cemile, Silopi’de keskin nişancılar tarafından vurulup cesedi 7 gün sokakta bırakılan Taybet Ana, yerle bir edilen şehirler, hayatlar… Demokratik bir seçimle iş başına geldiği halde, görevleri yaptırılmayan, tutuklanan belediye başkanları, milletvekilleri, kayyım atanan belediyeler…

Sizin de dediğiniz gibi, demokrasiyi ve devletin kurumlarını yok eden, korkunç bir enkaz bırakarak gitmekte olan bir iktidar var.

Hele 15 Temmuz sonrası!

Sizin bir dönem “kontrollü darbe” diye tanımladığınız, ancak hala ne olduğu, nasıl olduğu, kimin tarafından planlanıp uygulandığı tespit edilemeyen karanlık darbe teşebbüsü bahanesiyle iktidar tarafından “yeni nesil korkunç bir kötülük” üretildi.

Sayın Kılıçdaroğlu,

KHK’lar, yani “sivil ölüler ordusu”, konusunu zaten biliyorsunuz. Farklı illerde KHK’lılarla buluşmanız, sorunlarını dinlemeniz çok değerli. Her yönüyle hukuksuz olan KHK mağduriyetlerini giderecek bir çözüm önerisi sunacağınıza inanıyorum.

Ben 15 Temmuz sonrası uygulamaya konulan “sistematik ve yaygın” kötülüğün farklı bir yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu dönem yapılan hak ihlallerini, kötülükleri, geçmişte yaşadığımız kötülüklerden ayıran en belirgin şey, yargının tam anlamıyla bir silah olarak kullanılmasıdır.

Yargı geçmişte de farklı şekillerde iktidarlar tarafından kullanıldı. Bazen bizzat hukuksuzluğun faili olarak bazen de koruyucusu olarak acıları artırıcı bir fonksiyon ifa etti. Ama 15 Temmuz sonrası durum, yargı yönüyle, geçmişle kıyas kabul etmez.

İzninizle kısaca hatırlatayım: 15 Temmuz gecesi darbeci askerlerin dahi isimleri belirlenmeden önce 2745 hakim ve savcı açığa alındı, ardından da gözaltı işlemi yapıldı. Listede aylar önce ölen isimler dahi vardı. Yani aralarında benim de bulunduğum hakim-savcılar fişlenmişlerdi. İhraç edilip tutuklananlar arasında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve hatta HS(Y)K üyeleri de vardı. Darbe teşebbüsünü izleyen 5 yıl içinde ihraç edilen ve tutuklanan hakim-savcı sayısı yaklaşık 5 bine kadar ulaştı. Kesin sayı bilinmiyor. Zira hala her gün yeni bir ihraç ve tutuklama dalgası yaşanıyor. Bu arada bu sayı, ihraçların yapıldığı tarih itibariyle toplam yargı mensuplarının üçte birine karşılık geliyor.

Düşünün Sayın Kılıçdaroğlu, siz atılmayan/tutuklanmayan üçte iki arasında kalsaydınız nasıl hareket ederdiniz? Biliyorsunuz ki, eğer bir ülkede adalet hakim-savcının kahramanlık yapmasına kaldıysa, o ülkede adalet yok demektir. Kaldı ki, siyasi davalara bakan tüm hakim ve savcıların iktidar tarafından “özel” olarak atandıklarını da unutmayalım.

Hemen şunu da belirteyim: AİHM, Anayasa Mahkemesi üyeleri Erdal Tercan ve Alparslan Altan’ın dosyalarını inceledi, “Yargı mensuplarıyla ilgili soruşturma usulüne uyulmamıştır ve tutuklama hukuksuzdur” diyerek hak ihlali kararı verdi. Ancak iktidar bu kararları tanımadı. Tıpkı Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la ilgili kararları tanımadığı gibi.

Bunu niçin ayrıntılı anlatıyorum? Çünkü hak ihlallerinde en kritik nokta burası! Bu tasfiyelerle yargı, bağımsızlığını ve tarafsızlığını tamamıyla kaybederek, iktidara bağlandı. Sabrınızı zorlamayacağımı bilsem, bu tasfiye sürecini sayfalarca, çok daha ayrıntılı, sayılar da vererek hatta Avrupalı yargı birliklerinin ve uluslararası diğer kurum ve kuruluşların Türkiye’de yargı bağımsızlığının ortadan kaldırıldığına dair raporlarına da atıf yaparak anlatmak isterdim.

Sayın Kılıçdaroğlu,

Sizin de malumunuz olduğu üzere, kelimenin tam anlamıyla iktidarın tasfiye silahı haline dönüştürülen yargı, yüzbinlerce kişi hakkında “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçlamasıyla soruşturma ve dava açtı.

Bunların siyasi davalar olduğunu bilmeyen var mı? En başından en sonuna ağır hukuksuzluklardan ibaret bu davalarda, ceza yargılama usulünün uygulanmadığı, hukuka aykırı delillerin “esas delil” olarak kullanıldığı, unsurları oluşmayan suçlardan tutuklamalar yapıldığı ve mahkumiyetler verildiği çok açık.

Açık olan bir husus daha var ki, devleti yönetmeye talip her adayın mutlaka bilmesi gerekiyor: Türkiye’de yargı eliyle yapılan bu eylemler “yaygın ve sistematik” bir şekilde “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçunu oluşturmaktadır. Dahası bu suç, aynı zamanda TCK’nın 77. Maddesine göre “İnsanlığa Karşı Suç”un unsurları arasındadır. Zamanaşımı yoktur. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisine sahip olduğu suçlardan biridir. Aynı zamanda, “evrensel yargı yetkisi” kapsamında takip edilebilen suçlardandır. Yani, Almanya’da bir mahkeme, bir mağdurun suç duyurusuyla harekete geçirilebilir ve faili Almanya’da tutuklanıp, yargılanabilir.

Hukuksuzluklarla hesaplaşmayı kendi içimizde yapabilmemiz, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ya da “evrensel yargı yetkisi”yle diğer ülkelerin haklı müdahalesine ihtiyacı ortadan kaldırmamız gerekir.

Bu nedenle, yargı eliyle yapılan bu hukuksuzluklara çözüm bulmak bu ülkenin insanına, temel insan haklarına ve ülkenin uluslararası saygınlığına değer veren her siyasetçinin öncelikli gündemlerinden olmalıdır.

Bunları şunun için ifade ettim: Siz açıklamalarınızda sık sık, “takipsizlik ya da beraat kararı almış KHK’lılar” şeklinde bir sınıflandırma yapıp, öncelikle bu kişilerin mağduriyetlerini gidereceğinizden bahsediyorsunuz.

Oysaki, yukarıda özetlediğim, sizin de çok iyi bildiğiniz, iktidarın talimatlarıyla hareket eden mevcut yargının kararları bizatihi mağduriyetlerin temel kaynağıdır. Her cübbe giyen bağımsız ve tarafsız hakim, her tabela asılı yer bağımsız ve tarafsız mahkeme, her mühürlü yazı da usulüne uygun mahkeme kararı değildir Hal böyle iken, nasıl olur da her şey normalmiş ve ortada “bağımsız ve tarafsız bir mahkeme kararı” varmış gibi değerlendirilir?

Bu, adalet değil, helalleşilmesi gereken yeni acılar yaratmaz mı?

Nazi Almanya’sı bu konuda bize çözüm üretmede kullanılabilecek o kadar çok örnek veriyor ki!

Yeter ki, çözüm üretmek isteyelim.

Sayın Kılıçdaroğlu,

Bu suçlamalara maruz kalan insanların sizden beklentileri, bir af, bir lütuf değildir; adalettir. Adalet, hukukun üstünlüğüne riayetle olur.

Bakınız; AİHM, AYM üyeleri Tercan ve Altan kararlarında soruşturmalarda suçüstü halinin bulunmadığına karar verdi. AİHM kararları Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca bağlayıcıdır, değil mi? Sadece bu hükmü uyguladığınızda, 5 bin hakim ve savcı hakkındaki yargılamaların ve infazların durdurulması tamamının derhal göreve iadeleri gerektir. Bir suç işleyen varsa, elbette usulüne uygun şekilde soruşturma ve yargılamalarla gereği yapılacaktır.

Mağduriyetlerin giderilmesi konusunda samimiyseniz – ki samimiyetinizden kuşkum yok – bu konuya titizlikle yaklaşmanız gerekir.

5 bin hakim ve savcı tasfiye edilmemiş olsaydı, yargı iktidara tam bağlanamazdı. Böyle olunca da, ne yüzbinlerce soruşturma ve dava açılabilirdi ne de bu boyutta bir hak ihlali yapılabilirdi.

Hakimlerin bağımsız ve tarafsız olmadıkları kabul edildiğinde – ki bunu siz bir çok konuşmanızda açıkça ifade ettiniz – Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yer verilen “yargılamanın yenilenmesi” koşulları da kendiliğinden oluşur.

Az önce dediğim gibi, bu konuda birçok çözüm üretilebilir; yeter ki çözüm iradesi olsun!

Sayın Kılıçdaroğlu,

Helalleşme çağrınız gerçekten çok önemli.

Ancak, “Ben bu yaraların kapanması için helalleşme yolculuğuna çıkıyorum” diyerek çıktığınız bu yolculuğun, sadece iyi niyetli romantik bir Anadolu turu olarak kalmaması için, helalleşmeye konu eylemin meydana geldiği tarih, eylemin ağırlığı ve sonuçları göz önünde bulundurularak her “acı sahibi”ne farklı bir yöntemle yaklaşmanız gerekir.

Eğer bu acılara sebep olan eylem ağır bir suç oluşturuyorsa, hele de failleri aramızda dolaşıyorsa, o zaman helalleşme çağrınızın baskın bir “adalet” çağrısıyla tamamlanması gerekir.

Ancak o zaman, yüreklerimizi ısıtan bir söylemle başladığınız bu yolda, hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürüyebiliriz.

Saygılarımla,

Uzun yıllar onurla bu millete adalet dağıtmak için var gücüyle çalışmış ve bir gecede “terörist” ilan edilmiş; ama umudunu hiç kaybetmemiş bir kadın hakim.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version