Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

‘Fıkıh ahlak birlikteliği’ yazıma gelen yorumlar üzerine

‘Fıkıh ahlak birlikteliği’ yazıma gelen yorumlar üzerine


YORUM | AHMET KURUCAN 

“Fıkıh-ahlak birlikteliği” başlıklı yazıma okuyuculardan gelen olumlu ve olumsuz geri dönüşlerin çokluğu beni şaşırttı. Tepki bekliyordum, bir tartışmanın kapısını aralar, muhasebe ve murakabelere vesile olur diye düşünüyordum ama bu ölçüde değil. Gerçekten şaşırdım. Şöyle diyebilirsiniz: “Şaşılacak bir şey yok; insan ve toplum hayatında karşılığı olan konular genelde böyledir. Dini duyarlılığını kaybetmemiş insanlar helaldir veya haramdır şeklinde bir hüküm arayışı içindeler ise merakla yazıyı okumaları, tatmin olmadıkları yerde ilave soru sormaları, farklı görüşleri onu varsa izhar etmeleri kadar tabii bir şey olmaz.” Haklısınız.

Şimdi bu geri dönüşümlerden hareketle bir-iki noktada genel denebilecek bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Bir: Devletten alınan sosyal yardım ve devlete bildirilmeyen ek kazanç diye özetleyebileceğim konuyu ele alan o yazı fıkıh-ahlak ya da hukuk-ahlak parçalanmasına son verilmesi gerektiğine vurgu yapıyordu ve yazıyı bence okunur kılan da bu idi.

Özü şuydu o vurgunun: Herhangi bir davranışa yönelik dinen haram-helal, hukuken suç ve suç değil, ahlaken de doğru ve yanlış şeklinde yapılan parçalı hükümler vermeye artık bir son vermeliyiz. Zira farkında olalım ya da olmayalım “Senin bu sormuş olduğun mesele dinen haram ama hukuken suç olmadığı için yapılabilir; ahlaken ayıp ve yanlış ama örf/maruf sınırları içinde kalmak şartıyla hukuken yapılabilir ve dinen helaldir” gibi anlamları içinde barındırıyor. Ve ben anlamıyorum, dinen haram olan bir şey hukuken nasıl suç olmaz? Ahlaken ayıp ve yanlış olan bir şey dinen nasıl helal olur? Hangi hukuk dinin haram dediğine suç değil der ve hangi din ahlakın yanlış, ayıp dediği bir şeye helal, hangi hukuk yapılabilir der? İslam mı? Yapmayın Allah aşkına! İslam dininin temel nasslarından yani ayet, sahih ve bütün Müslümanları kıyamete kadar bağlayıcı hadislerden bir tane örnek gösterin bana.

Dikkatinizi çekerim, fıkıhtan, fıkıh kitaplarındaki içtihatlardan, Müslümanların tarihsel uygulamalarından demiyorum, nass dediğimiz, hukukçuların “Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur” dediği kategoriye giren kurucu metinlerden diyorum. Zira ben de, siz de, bu işlere İmam Hatip seviyesinde ilgi duyan hemen herkes de biliyor ki fıkıh müdevvenatında bu türlü içtihatlar var ve bu içtihatların bir kısmı dinin asli temelleri ile uyumsuzluk içinde.

İşte benim o yazıda yaptığım vurgu bu gidişatı önce zihniyet planında değiştirmek, ardından söz konusu hükümleri nakd ve tashih, bunların yeterli olmadığı yerde yeniden inşa ve nihayet onları fiiliyat planında hayatımıza taşımanın gerekliliğinden bahsediyordu. Okuyucu yorumların çoğunluğunun bir cümlede özetlediğim bu dört kademeyi kabul etmesi şahsen beni çok sevindirdi, geleceğe ümitle bakmamı sağladı.

İki: Okuyucu geri dönüşümlerinden gördüğüm kadarıyla çok yanlış anlaşılan “caizdir veya caiz değildir” ifadelerine açıklık getirmek istiyorum ki bunu ilk defa bu yazı vesilesiyle kaleme alıyorum. Gündelik hayatımız içinde belki de onlarca defa kullandığımız “caizdir veya caiz değildir” şeklinde dillerimize pelesenk olmuş deyimler ne ifade ediyor? Bir meselenin dinen helal olduğunu, insana sevap kazandırabilecek bir amel-eylem olduğunu mu yoksa hukuken-kanunen o davranışın meşru, hukuki ve kanuni olup suç unsuru taşımadığı dolayısıyla yapılabilir olduğunu mu? Size garip gelebilir ama ikincisini. Zira caizdir veya caiz değildir ifadesi fıkhi-hukuki bir deyimdir ve tam da yukarıda ifade ettiğim gibi mevcut, verili, uygulanan hukuk sistemi içinde o eylemin suç olmadığını gösterir. Daha önce birçok okuyucu yorumu aldığım “Yürürlükte olmayan hukuk olmaz” başlıklı yazımda bu açıklıkta olmasa da aynı konuya hukukun güncelleşmesi ekseninde değinmiştim.

Pekala madem fıkhi-hukuki bir kavram neden bu ifadeler Müslüman muhayyilesinde helaldir-haramdır kavramları gibi bir yer etmiştir? Cevap olarak çok şeyler söylenebilir. İlk akla geleni İslam dininin hayatın tümünü kuşatan kurallar manzumesi şeklinde anlaşılmış olmasındandır. Böyle olunca Allah-insan, insan-insan ve insan-çevre ilişkisi içinde hayatta karşılığı olan her dünyevi amel dini perspektiften değerlendirilmiş ve hükme bağlanmıştır. Böyle olunca dünyevi hayatı düzenleyen hukuki düzlemde “Yapabilirsiniz, mahzuru yok, suç değil” anlamına gelen “caizdir” hükmü halk muhayyilesinde helal kavramı ile özdeşleştirilmiştir.

Halk muhayyilesi böyle düşünmekte haksız değildir. Zira bu hükümleri veren fıkıhçılar-hukukçular yukarıda ifade ettiğimiz gibi Allah insan münasebetinin bir diğer adı olan ibadetler başta olmak üzere hayatın her alanında konuşmuşlar, hükümler vermişler, bununla yetinmemiş takip ettikleri metodolojinin gereği olarak yaptıkları konuşmaları ve verdikleri hükümleri ayet ve hadislerle temellendirmişlerdir. Kur’an’ın 6236 ayetlik muhtevası, Peygamber Efendimizin bir lider, bir aile reisi, bir arkadaş, bir tüccar vb. farklı vasıflarına rağmen her türlü beyan ve fiilinin peygamberlik vazifesi kapsamında değerlendirilmesi de bunda hiç kuşkusuz büyük bir rol oynamıştır.

O zaman şunun rahatlıkla söyleyebiliriz: “Caizdir” demek “helaldir” anlamını taşımaz, tıpkı “caiz değildir” demek “haramdır” anlamını taşımadığı gibi. Çünkü helal ve haram kavramları daha çok Allah ve Resulünün açık beyan ve hükümleri için kullanılırken caizdir ve caiz değildir hüküm ifadeleri hukukta kendine yer bulan beşeri içtihatlar için kullanılır. Onun içindir ki Müslüman fakihler herhangi bir mesele için “helaldir” veya “haramdır” dememeye çalışmış, bunun yerine caizdir örneğinde olduğu gibi başka hukuki terimleri tercih etmiş ve her hâlükârda taşıdıkları bu dikkat hatta korku ve endişe sebebiyle ulaştıkları her içtihadi hüküm arkasına “Allah daha iyisini bilir” kaydını mutlaka koymuşlardır.

Bakın tam da bu bağlamda Allah ne diyor? “Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak, ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeyin. Aksi halde kendi kafanıza göre uydurmuş olduğunuz hükümleri Allah’a isnat eden iftiracılar olursunuz. Unutmayın, kendi yalanlarını, uydurdukları hükümlerini Allah’a isnat edenler kesinlikle iflah olmazlar.” (Nahl, 116)

Üç ve dört: Kalemimi salınca yazı çok uzadı. Ben üçüncü olarak haksız kazanç kapsamına giren gelirlerin hayır faaliyetleri adına hibe edilmesi, dördüncü olarak da hizmet yapılanması içinde genelde hak ihlalleri, kul hakkını kale almama konularında beni muhatap alan bir takım soru, itham ve yorumlara değinecektim. Bir başka yazıda inşallah.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version