Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Eyyâm-ı nahisât!

Eyyâm-ı nahisât!


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Bir sesten bahsetmiştim yıllar önce. Esasında yazının muhtevası da benzerdi. Aktörler değişti sadece, yaşananların çok bir farkı yok.

O nedenle bir nevi zihin tazeleme babından tekrar kaleme almak elzem oldu.

O sesi şöyle tanımlamışım: “Bazı anlarda gaipten tuhaf bir tıkırtı sesi gelir bana. Yaşamın en titrek, en güçlü, en hassas, en hüzünlü, en coşkulu ya da en kırılgan anında olabiliyor bu… Mesela asfaltta ezilmiş bir kuş ölüsünden kaçan koca otobüsün sert manevra yapışı anında duyarım kurumuş ceviz kabuğunu kemiren fındık faresinin sesine benzer sesi: “Tıkır… Tıkır… Tıkır… Tıkır…”

Hayat denen görünmez kameranın, bobinlerinin çalışma sesidir bu.

Şeffaf bir projeksiyon makinesinden dünya dekoruna dökülen bu görüntüler zıpkınlar zihnimi. Oturur ve bir sinema filmi izlemenin heyecanıyla izlerim o kareleri…”

Sinemayla yakından ilgilendiğimi beni tanıyan herkes bilir, ancak bu sanatın çok küçük yaşlarda kaderimle kesiştiği sadece yakından tanıyanların aşina olduğu kısımdır.

Henüz ilkokula bile gitmezken sinema meraklısı bir komşunun avlusuna kurduğu kömürlü projeksiyon ile tanışmıştım sinema ile. 8 mm’lik kamera ile tanışmam ise bundan birkaç yıl sonrasına denk gelir. Bugünkü dijital makineler ya da cep telefonları gibi değildir negatif filme kayıt yapan cihazlar. Önce filme alınır, ardından yıkanır, sora pozitif film şeridine baskı yapılırdı. Şimdi artık yok bu teknoloji. Çektiğimizi anında görebiliyoruz. Aynı tadı veriyor mu, emin değilim ama şimdi herkes kendi çapında yönetmen…

O küçücük kameranın kayıt esnasında çıkardığı sesin bende özel bir yeri vardır. Minik çarkların film şeridine sürtünerek dönüp çıkardığı, nazlı bir homurtu gibidir. İşte o dönemden beri, ne zaman bir şey gözlemleme imkânım olsa, adeta o homurdayan sesi duyarım: Tıkır tıkır tıkır…

Özellikle son birkaç yıldır bu ses zihnimin bir köşesinden hiç gitmiyor ve adeta kaçıyorum.

Çünkü biliyorum, bu sesi duyuyorsam zihnim bir şekilde kayıt yapıyor ve kolay kolay unutamam. Açıkçası, yaşanan olaylara baktığımda ileride hatırladıkça üzüleceğim, utanacağım, sıkılacağım şeyler olması, duyduğum o sesten kaçma hissi oluşturuyor.

Aklın, insafın, vicdanın bir kenara konulduğu; abanmanın, çullanmanın haysiyet kriterlerini yerle bir ederek yapıldığı bir dönemde üstelik bunu, karşılaştığımda yüzümde tebessümler açan insanlardan görmek o ses ile beraber canımı yakıyor.

Vicdanların öfke ve nefrete teslim olduğu dönemlerde, hak ve hakkaniyet adına ne söyleseniz anlamı yok, biliyorum. Ve biliyorum, benim gibilerin bir şey söylemesinin de kıymet-i harbiyesi yok esasen. Arada kaynayacak, belki murat edilenin tam tersi anlam üretilerek, bataklığın en derin yerine çekilmeye çalışılacak, karalara kara, çamurlara çamur eklenmesi için çaba harcanacak, yeni nefretler için malzeme gözüyle bakılacak.

Dolayısıyla gündelik saçmalıklar, Zaytung’a bile rahmet okutan gelişme, haber ve yorumlara mizahi yaklaşımlar bile nedense malayani geliyor bana. Hem bugün yaşanan cinnet halinin boyutu ürkütüyor, hem de gelecekte insanların nasıl yüz yüze bakacaklarını düşünerek, şimdiden utanıyorum hepimiz adına.

Bugünlerde şu virdi ezberlemekteyim: “Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin! Allah’a karşı gelmekten sakının! Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin! Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın! Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir.” (Hucurât Sûresi, 49/1-2)

Ve durum böyle olunca, duyduğum o ses yanıma kâr kalıyor ve ‘kader hükmünü veriyor’ tesellisine sığınıyorum.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version