Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Diz çöken ülke

Diz çöken ülke


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Türk lirası serbest düşüşte, devalüe oluyor. Yani değer kaybediyor. AKP’li Külünk gibi birileri çıkmış, bunun “dış güçlerin oyunu” olduğunu, finansal darbecilerin işi olduğunu söylüyor. Türkiye’nin şimdi, onca askeri darbelerle hesaplaştıktan ve “ülkeyi hukukla, demokrasiyle buluşturduktan sonra”, finansal darbecilerle hesaplaşmakta olduğunu ileri sürüyor. Türkiye’de finansal darbeler tarihi, IMF’ye Türkiye’nin teslim edilmesi tarihiymiş, öyle diyor. Ülke üretimden uzaklaştırılıp faize teslim edilmiş. Buna finansal darbe diyor. Ekliyor: “Bugün sayın cumhurbaşkanımızın liderliğinde kararlı bir irade, ‘biz üreteceğiz!’ diyor. ‘Biz üretimden yanayız!’ diyor. ‘Biz istihdamdan yanayız’ diyor. Bu milletin ödediği vergilerin faize değil, üretime aktaracağız iradesinin, finansal bağımsızlığımızı güçlendirmenin adı olan bir mücadelenin içerisindeyiz. Bunun farkında olmak zorundayız.” Vay be! Durun, daha bitmedi. Devam ediyor: “Neden ülkemize saldırıyorlar? Dün 15 Temmuz kalkışmasında silahlı işgal girişimini başaramayanlar, şimdi dolar ve faiz gücüyle ülkemize diz çöktürmek istiyorlar. Biz de haykırıyoruz: ‘Köle olmayacağız, diz çökmeyeceğiz, [bize] diz çöktüremeyeceksiniz. Türkiye’nin bağımsızlığının üzerinde hiçbir vesayet odağını kabul etmiyoruz!”

Bu konuşma, aşağı yukarı Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyen tüm İslamcı-muhafazakâr ve milliyetçi, MHP tabanı kitlenin düşünce sistemini yansıtmakta. Sadece basit bir siyasal ajitasyon değil. Sadece kuru retorikten de ibaret denemez. İçinde önemli ipuçları barındırıyor. Bu kısa konuşmada ekonomik ve diğer alanlardaki başarısızlığın şifreleri gizli. Dahası, metinde İslamcı düşünce sisteminin olayları algılayış ve okuyuşuna dair de satır aralarında oldukça belirgin ipuçları içeriyor. Gelin çözümlemeye çalışalım:

İslamcı düşünce sistematiğinin önemli ilkelerinden ve taktiklerinden biri, kendi politikalarının veya iktidarlarının neden olduğu veya yol açtığı olayları olumlu olarak lanse etmek ve sahiplenmek, ortaya çıkan bariz olumsuzlukları reddetmektir. Reddederken genelde yansıtma psikolojisi uygularlar ve olan-olmayan, yani reel ve fiktif adresleri hedef gösterirler. Genellikle bu hedef göstermede, daha geniş kitleleri etkileri altına alabilmek için ulusal değerleri, dini hassasiyetleri, ezilmişlik ve mağduriyet kartlarını kullanırlar. Bunu yaparken, genelde biz ve onlar ayrımı yapar, onları üzerinde herkesin birleşebileceği düşman imajları arasından seçerler. Bu konu aslında oldukça beylik ve genel geçer kaideler üzerine inşa edilir. “Hainler” devamlı Türk milletini ve Müslümanları arkadan vurmaya çalışmaktadırlar. Bu hainleri uzaktan kumandayla kontrol eden bazı dış güç odakları vardır. Bu dış güçler, aralarındaki her tür farklılığa karşın ortak bir noktada birleşmektedirler. O da Türkiye’ye düşman olmak, Müslümanların zararını arzulamak, Türkiye’nin güçlenmesine engel olmaktır. Türkiye, bu bağlamda olduğundan çok farklı olarak, Türk dünyasının ve İslam âleminin merkezi ve lideri olarak gösterilir. Bu teze göre devletler ve yönetimleri öyle olmasa da, tüm Türkler (yani Türkî halklar!) ve Müslümanlar, Türkiye’nin gözlerinin içine bakmakta, yürekleri Türkiye ve Türkler için çarpmakta, eski büyük ve ihtişamlı Osmanlı İmparatorluğu ve hilafetin yeniden canlandırılmasını arzulamaktadır. İslamcılar, bu patolojik kurguya bezen kendileri de inanır, ama çoğu zaman Külünk gibi olanları bunun böyle olmadığını bilir. Yani büyük kısmı cehalet ve manipülasyon sonucu girdikleri hipnozdan, akıllı olan bir kısmı ise manipülatif ve ajitatif rolleri gereği, bu diskuru kullanır.

Bu yaklaşımın muadili olan küresel İslamcı/İslami ideolojiler, aynı dost-düşman dikotomilerini kullanarak puan kapmaya bakarlar. En mülayiminden en radikallerine dek uzanan bir düzlemde, birbirinden farklı tonlardaki İslamcı/İslami ideolojilerin ortak yönü, bu gerçeklikten kopuk paralel evrende var olmaktır. Bu paralel evrenin varlığı bile, masum dindarlar için toksik ve zararlıdır. Fakat hâkim hava, çoğu İslami toplumda da Türkiye benzeri bir atmosferdir. Hep onlara karşı birleşmiş olan birileri vardır. Onlar ya hain iç düşmanlardır, ya da onları ellerinde tutan dış düşmanlar. Kendilerine karşı ne kadar parti veya siyasal hareket varsa, hepsi işbirlikçidir ve yabancı odakların kuklasıdır. Haindirler ve onlarla savaşta her yol mubahtır. Dış güçler her zaman Batılılardır, dolayısıyla zaten gayrimüslim olmaları nedeniyle onlara güven olmaz. Tek amaçları, her zaman haklı olan Müslümanları, çeşitli kumpaslar ve tuzaklarla kandırmak ve iyi yoldan çıkarmaktır. Mesela bu bağlamda teröre karışan Müslümanlar da Batılılar nedeniyle bu hatayı yapmaktadırlar. Diktatörlüklerin veya kadınların eğitimsizliğinin nedeni de bu Batılı odaklar ve onların şeytani yerli işbirlikçileridir. Afganistan’daki ilkel İslami uygulamaların olmasının nedeni, İslam’ı kötülemek veya kötü göstermek isteyen Batılılar ya da Yahudilerdir. Ekonomik geri kalmışlığın nedeni, Batı’nın ve yerli hainlerin Müslümanları yoldan çıkarması veya manipülasyonudur. Eğer bunlar olmasaydı, Müslümanlar çok ileride olacaklardı! Ana düşünce evreni ve onun kurgusal içeriği aşağı yukarı hep budur.

Türkiye, 1990’lara kadar bu paradigmanın dışındaydı. Evet, birçok gelişmemişlik sorunuyla boğuşuyordu, ama sorunların çözümlerine yönelik stratejiler gerçekçi ve rasyoneldi. Evet, yolsuzluk her zaman büyük bir sorundu, ama yolsuzluk nedeni olarak iç dinamikler – doğru şekilde – tespit edilebilmekteydi. Sorunların nedenleri de, çözümleri de içerideydi. Fakat bu 2000’lerin başında değişti. AKP, Milli Görüş ideolojisiyle beyni yıkanmış İslamcıları iktidara getirdi. Gömlek değiştirdiğini iddia eden eski Milli Görüşçü Erbakancılar, bir süre AB rüzgârını arkalarına alabilmek ve askeri vesayet sistemini AB rotasında giderek etkisiz hale getirmek için kılık ve taktik değiştirdiler. Fakat beyinlerinin bir bölümünde, gerçek kimlikleri gizli kaldı ve aktive edileceği günü bekledi. Ne zaman ki sistemin tüm emniyet mekanizmalarını ortadan kaldırdılar, hamleyi yaptılar ve veziri düşürdüler. Anti demokratik ama rasyonel eski devleti ele geçirip onu milliyetçilik soslu bir İslamcılıkla yeniden dizayn ettiler. Bu işin başında Erdoğan vardı. Devleti demonte eden İslamcılara, bir diğer Batı karşıtı güç, Avrasyacı nasyonalist-sol destek oldu. Kendi aralarındaki anlaşmazlıkları başka bir dönemin mücadelesine öteleyerek, ortak hedef belirledikleri AB’cilere, liberallere, Gülen Cemaati’ne, Kürtlere, diğer daha ufak karşıt gruplara yöneldiler. Onları kara listeye alıp, fırsatını bulduklarında (daha doğrusu yarattıklarında) derdest ettiler. Türkiye onlara kalacaktı. Sonrası Allah kerimdi!

Bu kötü niyetli planın taraftarları “yerli ve milli”, bu plana karşı çıkarlar ise “hain” ve “devlet düşmanı” olarak kategorize edildiler. Bu “ötekilerin” en büyük özelliği, “Batılıların maşaları” olmaları ve “dış güçlerin menfaatlerine hizmet etmeleri” olarak halka sabah-akşam kendi havuz medyalarında tekrar edildi. Başarılı bir promosyon ve propaganda çalışmasıydı. Tüm faşizan politik hareketler gibi, algı yönetiminde başarılıydılar.

Gezi’de, 17 Aralık’ta ve 15 Temmuz’da hep bu taktik izlendi. Şimdi ekonomik bir facia yaşanıyor. Yine aynı taktiği izliyorlar. Bu hezimeti bir direniş öyküsü olarak sunuyorlar. Bir kurtuluş mücadelesi olarak pazarlıyorlar. Hem sorumluluktan sıyırma niyetindeler, hem de yenilgiden zafer üretme peşindeler. Enflasyon oranlarını masa başında manipüle ederek bunu bir başarı öyküsü gibi göstermeleri gibi, Türk lirasının aşırı hızla değer kaybetmesini, “yaptıkları milli mücadele” karşısında “iç hainlerin” ve “dış güçlerin” giriştikleri bir darbe teşebbüsü olarak lanse ediyorlar.

Sorumluluk bunlarda değil. İzledikleri yanlış politikalar, aldıkları saçma kararlar, ideolojik bagajlarının neden olduğu yalpalama, kalifikasyon eksikliklerinden kaynaklanan eksiklikler, hırslarının ve açlıklarının sonucu olan akla hayale sığmaz yolsuzluk ortamı, rüşvet ve hortumlamadan kaynaklı hazine erimesi, hukukun sıfırlanmasından dolayı ortaya çıkan güvensizlik ortamı… Tüm bunları içerdeki hainler ve onları kontrol eden dış güçler retoriği ile kamufle ediyorlar.

Devlet diz çöktü diyorlar, aslında devlet kalmadı. Diz çökense koskoca bir ülke! Bunlar, Türkiye’nin başına gelmiş en kötü şeydir. Ülkenin makûs talihinin en yıkıcı kısmı bu doymak bilmeyen, yalancı, ahlaksız, harami, faşist İslamcı grup ve onlarla ittifak halindeki güç paydaşlarıdır. Bu her şeye metastaz yapan habis urdan kurtulmadan, ülkenin amansız kanserinin tedavisi de olanaksız!

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version