Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Alevilik (8)- Başat kimliğin yarattığı çıkmaz

Alevilik (8)- Başat kimliğin yarattığı çıkmaz


Kimliklerin kuşatması altında olduğumuz açık. Etnik kimlikler, dinsel-mezhepsel kimlikler, sınıfsal kimlikler, cinsel kimlikler…

Bize dayatılan kimliklerden başat olanının içinde doğmuşsak övünerek ve diğer kimlikleri “öteki”leştirerek , azınlık oluşturan kimlikler içinde doğmuşsak ya asimilasyona razı olarak ya da direnerek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya yaşıyoruz.

William E. Connolly, bu konuda şu saptamaları yapmakta: “Her kimlik bir dizi farklılıkla bağlantılı olarak ve bu farklılıklardan bazılarının da kötü, anormal veya akıl dışı, özetle “öteki” tanımlaması üzerine kurulur. Öteki sırf varlığıyla bile kimliğin kesinliğini, doğruluğunu , normalliğini, akılcılığını kuşkulu kılar. Bu yüzden de öteki tarih boyunca hep “doğru” kimliği benimsemeye davet edilmiş, olmuyorsa üzerinde baskı kurulup susturulmuş; fethedilmiş o da olmuyorsa yok edilmiştir.”

Yine Connolly demokratik kimlik siyasetinin ne anlama geldiğini de şöyle açıklamakta : “Demokratik bir kimlik siyaseti, aşkın gerçeğe sahip olduğunu iddia eden bir komuta etiğine karşıdır. Kendisinin ve dünyanın belirsizliğinin farkında olan, tartışmaya açık, bu yüzden de kendisine belli bir mesafe ve ironiyle bakan, ötekine özen gösteren ve yaşamın zenginliğine saygı duyan bir etiğe dayanır.”

Bu bağlamda Alevi sorunu; Alevilerin inanç kaynaklı kimliklerini yaşayamamalarıyla birlikte, Sünnileştirmeye yönelik sistematik bir asimilasyona tabi tutulmaları sonucu uğradıkları bir dışlanma, ötekileştirilme ve baskı altında tutulma sorunudur.

Alevilerin tarihsel olarak adalet ve özgürlük bilincini temsil etmeleri, sınıfsal, kültürel eşitliği ve ezilenleri savunmaları nedeniyle sol ile buluşma noktaları bulunmakta. Ancak sol düşüncenin, Alevi sorununun kimlik ve inanç olarak ne anlama geldiğini, tarihsel ve felsefi çizgisini ve buna bağlı hak taleplerini kavrayamaması nedeniyle yetersiz kaldığı, Alevileri de sola yabancılaştırdığı görülmekte.

Sünni İslam’ın merkezden dayatıldığı İmparatorluk döneminde hayatları her an tehlikede olan Alevilerin Cumhuriyetin modernleştirme projesi ve sorunlu da olsa laiklik ilkesinin ön plana çıkarılması kapsamında rejime sahip çıktıkları açık.

Ancak Cumhuriyet tekke ve zaviyeleri kapatıp, Sünniliğe hizmet edecek olan Diyanet İşleri Başkanlığını kurarak Alevilerin asimilasyonu konusunda Osmanlı geleneğini sürdürdü. Kürtleri ve diğer etnik kimlikleri Türkleştirme, Alevileri ve diğer inanç gruplarını Sünnileştirme politikaları Cumhuriyetin demokrasiye evrilmesini engellemiş durumda.

Pierre Bourdieu ,insanların silah gücünden çok, onlarla ilgili yaratılan yanlış algılardan ve anlamalardan zarar gördüklerini ve bastırılıp engellendiklerini belirtir ve bunu “sembolik şiddet” olarak niteler.

Mevlüt Özben, Alevi toplum kesimlerine yönelik toplumsal ve kültürel ötekileştirmeyi “kirlilik” kavramı üzerinden anlatmakta ve Alevi toplum kesimlerinin de bir yanlış tanıma biçimi olarak “kirlilik” söylem ve iması üzerinden” sembolik bir şiddete maruz“ kaldıklarını belirtmekte.

Kirlilik nedeniyle oluşan leke de belirli bir topluluğu farklılaştırma ve ötekileştirme girişiminin esas kartını oluşturmakta. Farklılığın vurgulanması süreklilik gösterdiğinden onarımı da imkansız hale gelmekte. Bu nedenle Aleviler için, olduklarına inandıkları kişi olarak görülmelerini, var olmalarını, görünür olmalarını sağlayabilecek tek yol asimile olmaktan ya da asimile olmuş görünmekten geçmekte.

Aleviler bu kirlilik söylemine itiraz ettiklerinde veya direndiklerinde ise bu onların durumunu belirleyen söylemin haklılığının sürekli olarak canlı tutulmasını sağlamakta. Alevilerin durumunu ancak empati (ikileme: bilişsel-duygusal) ile fark edebiliriz. Yani onların neler hissettiğini anlayabilmemiz ve duygusal paylaşım içine girmemiz gerekir.

Diğer taraftan Alevilerin tarihi ortak paydalarını kaybetmeleri kendi aralarında ayrışmalara neden oldu. Bu ayrışmalar Aleviliğin sistemin içinden tanımlanması sonucunu doğurdu. Mesela Ehl-i Beyt Vakfı, Aleviliği İslam’ın normları içinden tanımlamakta.

Cem Vakfı ise, Alevi sermayesinin sistemle bütünleşme ihtiyacı karşısında Aleviliği devletin kırmızı çizgileri içinde sol karşıtı bir noktadan yeniden şekillendirmekte. Bu iki kesim arasında laiklik anlayışı bakımından farklılık olmakla birlikte Aleviliği İslam’ın içinde ve özünde kabul etmekte birleşmekteler.

Bu iki kesimin dışında kalan ve Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) üst kimliği altında bir araya gelen Hacı Bektaş-ı Veli ve Pir Sultan Abdal vakıf ve derneklerince temsil edilen Aleviler ise Aleviliğin tarihsel ve felsefi geleneğine uygun bir özgürleşme ve demokratikleşme yönelimi taşımaktalar. Bu kesim sol düşünceye yakın olmakla birlikte Alevi-sol birlikteliğinde çoklu, çoğulcu ve özgürlükçü temelde bir uyum sağlanamamış durumda.

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ise , 2006 yılında geleneksel Alevilik anlayışını Işık-Alevi düşüncesine uygun bir anlayışla değiştirmiş durumda.

Alevi sorununun çözümü inanç ve kimliklerin demokrasi ve laiklik paydasında eşitliğinden geçmekte. Hacı Bektaş Dergahı müze olarak devletçe rehin tutulmakta. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin varlığı konusunda siyasi partilerin herhangi bir eleştirisi bulunmamakta.

İktidar partisi, Hz. Ali üzerinden İslam’ın kuralları içinde Aleviliği asimile etmeyi hedeflerken, ana muhalefet partisi İslamcılık tehlikesine karşı Aleviliği sahte bir laikliğin destekçisi durumuna sokmaya çalışmakta.

Alevilerin ihtiyacı olan şey kendilerini tanımlayarak, özgürce tercih ettikleri inanç sistemiyle yaşayabilecekleri çok kimlikli, çok kültürlü, özgürlükçü, hukukun üstünlüğüne dayalı, gerçekten laik ve demokratik bir Türkiye için bir araya gelmeleri, Kürtlerle, solcularla muhafazakar kesimle bu asgari müşterekte işbirliği yaparak mücadele etmeleridir.

Alevilerin mağduriyetlerine ilişkin tarihsel bağlamda objektif tespitler yapmaya çalıştım. Ne iktidarın, ne de muhalefetin Alevileri tanımlamaya hakları yok. Benim de bu tespitler dışında onları tanımlama haddim olamaz.

Kuşkusuz Aleviler kendilerini tanımlayacaklar. Kimi İslam’ın içinden. Kimi de ayrı bir din ya da inanç sistematiği olarak. Bu onların özgür tercihi olmalı. Benim yapmak istediğim Aleviliği tarihsel mecrasında çok küçük çapta gözlemek, çözümlemeye ve anlamaya çalışmaktı. Kendimce anladığımı sanıyorum.


YARARLANILAN KAYNAKLAR:
Cafer Solgun: “Alevilerin Kemalizm’le İmtihanı”, Hayy kitap, İstanbul, 2008-
Craig Calhoun: “Bordieu Sosyolojisinin Anahatları” İletişim Yayınları, İstanbul, 2007
Erik Jan Zürche: “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013-
Erdoğan Aydın: “Kimlik Mücadelesinde Alevilik”, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2011
Giorgio Agamben: “Kutsal İnsan”Ayrıntı Yayınları, İst. 2001
Hüseyin Aygün: “0.0.1938 Resmiyet ve Hakikat” Dipnot Yayınları, Ankara, 2011
Louis Althusser: İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994-
Mevlüt Özben: “Kirlilik Kavramı ve Aleviliğin Asimilasyonu” Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2011
Michel Bourse: “Melezliğe Övgü” Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2009
Nuri Bilgin: “Kimlik İnşası”, Aşina Kitaplar Yayıncılık, İzmir, 2007
WilliamE. Connolly: “Kimlik ve Farklılık”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version