YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
İflah olmayacak kaza kırımlarda tamir edilemezlik durumu ortaya çıkarsa, otomobil pert olmuş olur. Kaza yapan bir otomobil tamir edilebilecek durumda bile olsa, eğer hesaplanan tamir masrafları o otomobilin yenisinin fiyatının üzerindeyse, tamire girişilmez ve araç pert ilan edilir. Bu, rasyonel bir tercihtir. Basit bir kâr-zarar analizidir ve ortalama zekâ üzerinde her insan zorlanmadan bu kararların ardındaki akıl yürütmeyi kavrayabilir.
Türkiye pert oldu.
Bir devlet de tıpkı bir otomobil gibi pert olabilir. Ticarette belirli badireler sonunda ortaya çıkan kallavi finansal hasarı tamir etmektense, iflas ilan ederek dükkânı kapatıp, batak temizlendikten sonra başka bir işe girişmek nasıl daha akılcı kabul edilmeliyse, devletler konusunda da rasyonel hareket etmek elzem. Bir devletin de anayasal mimarisi var. Mimari, yapının esasıdır. Uygulama mimariden belli noktalara kadar sapma gösterebilir. Binanın mukavemet sınırları bellidir. Bir aşamadan sonra modifikasyon kabul etmez ve bina çöker. Arabanın pert olması, bir işyerinin iflası, bir binanın çökmesi neyse, bir devletin batması da odur. İnsana düşen görev, gerçeği görmek ve rasyonel bir karar vermektir.
Türkiye, hiçbir zaman mükemmel bir devlet olmadı. Kuruluşundan beri! Hayalciliğin âlemi yok. Kuruluş gerekçesi bile “muasır medeniyeti yakalamak” olan bir devlet, mükemmel olamaz. Kendisi bu durumu zaten kuruluşunda kabul etmiş. Kurucuları bizzat bu devletin bir reform devleti olduğunu, yani işlemeyen şeyleri işler kılmak için kurduklarını ifade etmişler. Bir çöküşten arta kalan malzemelerle yapılmış bir devletti, Türkiye Cumhuriyeti. Osmanlı devletinin bürokrasisini devralarak, Misak-ı Milli kararı üzerine “kurtuluş mücadelesi” başlatarak, Osmanlı’dan miras alınan kronik hastalıkları, genetik bozuklukları ve sakatlıkları onarma gayesiyle tasarlandı bu devlet. Ve bugün öncelik verdiği birçok projesi çöktü. Mükemmel bir devlet değilken, ıslahat için yola çıkıldı, dönüldü, dolaşıldı, Osmanlı’nın son dönemine varıldı. Avrupa’nın hasta adamıydı, Ortadoğu’nun hasta adamına geriledi.
Türkiye pert oldu.
Eskiden, ta 1970’lerde, 1980’lerde falan, iktidara gelenlerin klasik bir cümlesi vardı: “Bir enkaz devraldık!” Ehvendir enkaz elbette, perte göre. Enkaz, tamir edilebilir olan zarardır. Hasar ağır da olsa, iskelet sağlamdır. Araba kaportacıya gönderilir. Elden geçer, eli-yüzü düzelir. Aksak kısımları tamir olur. Yürür gider. İşyeri, bir yeni borç bulur, yeni bir ekip kurar, olmadı alan daraltır, bilemediniz yeni bir sektöre girer. Bir süre sonra işler açılır. Durumlar düzelebilir. Ya da bina bir depremde hasar görse de, eğer ana statiğine bir şey olmamışsa, güçlendirilir. İskeleti sağlamlaştırılır, temeli pekleştirilir, duvarları onarılır, camı-çerçevesi monte edilir. Pert bu değildir. Pert o günlerde söz konusu değildi. Çünkü en dar zamanlarda, hatta darbe dönemlerinde bile, devletin birkaç kilit kurumu hep istifini bozmadan varlığını devam ettirebilmişti. Bugün o yok!
1980 askeri darbesinde, mesela dışişleri bakanlığı aynen yerinde duruyordu. Askeriye sağlamdı. Eğitim kurumları önceden neyse aynen öyleydi. Vasattı, ama tepetaklak olmamıştı. Fabrikalar, sanayi, tarım, hayvancılık keza. Avrupa ve NATO ile ilişkiler, diplomatik yönelim ve dış politikanın bazı klasik yaklaşımları falan berkemaldi. Yıkılan bozulan, mesela yasaklanan siyasal partilerdi. Basın böyle yandaş ve pislik bir kanalizasyon falan değildi. İnsanlar sussa da, kendilerine ve gazetelerine ihanet etmiyorlardı. Tek tük şahsiyetsizliğin hakkından Türkiye basını kendi kendine gelebiliyordu. Darbeciler anayasayı feshettiler, ama anayasasız ülkeyi yönetemediler. İki yıl içinde yeni bir anayasa yapıp kışlaya çekildiler. Kenan Evren, Erdoğanlaşmadı. Oysa elinde ordu, bürokrasi, anayasa, tüm kurumlar vardı. İki yıl değil, on yıl da, yirmi yıl da iktidarda kalabilirdi. Soğuk Savaş ortamında her şey Batı ile pazarlığa bakardı. Fakat tüm egosuna ve dar kafalılığına karşın, Evren bile ülkeyi pert etme pahasına bir siyasi kariyer tahayyül etmedi. Edemedi!
Köprünün altından çok sular aktı.
Türkiye pert olmadan önce, gardını düşürdüler. Askeri-bürokratik sistem, Avrupa Birliği sürecinde seri adımlarla demonte edildi. Olması gereken, bu sistemin demokratik denge-kontrol mekanizmalarıyla donatılmasıydı. Yargı etkinin güçlendirilmesi, anayasal kontrol mekanizmalarının dinçleştirilmesi, merkeze çekilen sağlıklı bir yüzde seksenin olması, medyanın özgürleştirilmesi ve otonomlaştırılması, ademi merkeziyetçi bir devlete evrimle, Kürtlere statü ve diğer azınlıklara eşit haklar gibi bir ajandayla, devletin güçlendirilmesi, ama aynı zamanda küçültülmesi gerekiyordu. Türk kimliğinin tümüyle vatandaşlık aidiyeti olarak yeniden tanımlanması, laikliğin sekülerleştirilen bir devletle, din özgürlüğüne ve tüm dinler karşısında eşit mesafede duran bir anlayışa büründürülmesi lazımdı. Bunları yapmak üzere gardı düşürttüler. Sonra da tek vuruşta devleti devirdiler.
Bugünkü Türkiye denen devletin ne 1923’teki kuruluş felsefesiyle, ne de 1999’daki Helsinki Zirvesi sonrası ülkenin yöneldiği Kopenhag Kriterleri ile bir alakası vardır. 1923’ün reform istikameti de, 1999’un reform istikameti de, araçlar farklı olsa da, metotlar farklı olsa da, süreçler farklı olsa da benzerlik gösteriyordu. Bu bahsedilen dönemler arasında, Türkiye denen devletin bir siyasal evrimi, bir yönelimi, bir genel karakteri söz konusuydu. Tümüyle mükemmellikten uzak olsa da, Türkiye’nin mükemmelleşme arzusunda ve bunu başaracak istikametinde bir sorun vardı denemez.
Türkiye bazı dönemlerde çok hasar gördü, hatta ciddi tamirlerden geçmesi gerekti. Ama hiçbir zaman kaza kırım yaşamadı, pert olmadı. Açıkçası Türkiye’yi idare edenler, türlü zaaflarına karşın, ideolojik tercihlerindeki hatalara karşın, politikalarındaki yanlışlara karşın, zamanı okuyacak birikimlerinin ve donanımlarının eksikliğine karşın, bir şey yapmadılar: Ülkeye bilerek ihanet etmediler. Hiçbiri, ama hiçbiri, kendilerini ülkelerinin ve toplumlarının önüne koymadı. Dahası, tüm yolsuzluklara, düzensizliklere, rüşvet ve hortumlamalara rağmen, tarihin hiçbir döneminde ülke Sayıştaysızlaşmadı, hesap vermez durumda olan bir iktidarla baş başa kalmadı. Türkiye çetelerle hep uğraştı, hatta çeteler bazen siyasete sirayet etti, siyasetçe kullanıldı, ama siyaset hiç tümden çeteleşmedi. Ta ki bunlara kadar! Birçok demagog, şark kurnazı, fırıldak, üçkağıtçı devlete dadandı, ama hiçbiri devletleşemedi, devleti tümüyle kontrol altına alamadı. Birçok siyasetçi devleti hayallerinin peşine takmaya kalktı da, hiçbiri bunu başaramadı. Mesela Özal, Irak’a girmek istedi, Genelkurmay Başkanı Torumtay direndi, sonunda istifa da etti, ama ülke Irak’ta maceraya atılmaktan kurtuldu. Her şey siyah ve beyaz kadar net doğru-yanlış ayrımı yapabileceğimiz kadar net olmasa da, bildiğim şudur: Ağırdan da olsa, Türkiye neticede hep daha iyiye doğru ilerledi. Geriye gidilen dönemlerde dahi kimsenin yarınlardan umudu eksilmedi. Ta ki bugünlere dek!
Bu adamlar bir devleti pert ettiler. Kendi anayasasına bile uymayan bir devlet olur mu? Günlük politikalar değiştiren, kurumlarına vatandaşına karşı operasyon çektiren, ordusundan maliyesine, tıbbiyesinden üniversitelerine, diplomasisinden kamu yönetimine, tüm kurumlarının içini birbiri ardına boşaltıp kof, etkisiz, tamtakır kuru bakır yapılara dönüştüren, devleti soyup soğana çeviren, herkesi fiyatlandırıp sonra da satın alan bir yönetim, bir siyasi ekol var. Bu, Türkiye’nin kanseridir. Pert olan bu ülkenin yeniden düzelmesi imkânsız. Bir inşaat dönemine ihtiyaç var. Bunlar gidince yerine gelenler bu rejimi devam ettirecek. Umarım bu rejimin bir sonraki yöneticileri, kendilerini ülkenin ve halkın karşısına koymaz, tercihlerini kendi menfaatlerinden yana kullanmaz. Bir yeniden yapılanma gerekiyor. Restorasyon ve tamir mümkün değil.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***