Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kaybeden kim?

Kaybeden kim?


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Tarih bazen günü anlamak için ihtiyacımız olan en önemli kaynak. Geçmiş, bugünü çözümlemekte inanılmaz bir anahtar.

Yaşanmış bir olay ile günümüzü anlamaya çabalayalım…

İnananlar için cadı avının zirve yaptığı dönemler.

Müminler için Mekke’de neredeyse nefes alma imkânı kalmamış, müşrikler madden ve manen baskıyı son raddeye getirmiş durumdalar.

Başta güçsüz olanlar olmak üzere evlerini, topraklarını terk etmek durumunda kalıyor Müslümanlar. Meşakkatli bir sürecin en koyu demleri… Kureyş uluları toplanıp son hamleyi yapma kararı alıyor: Fâhr-i Kainat’ı öldürme planı yapılıyor. Kendi düzenlerinin devamı için Allah Resulü’nün (sas) yok edilmesi şart olarak görülüyor. Hz. Hamza ve Hz. Ömer bile hicret etmiş durumda.

Hz. Peygamber o gece karar alıyor ve sadık dostu Ebu Bekir Efendimiz ile gece yarısı yola çıkıyor.

Hicret, sadece meşakkat ve yolculuk anlamında mucizevi bir tarihsel vakıa değildir. Aynı zamanda büyük ve ilahi bir strateji vardır arka planında.

Düzenleri için en büyük tehlike olarak gördükleri kişinin yerinde olmadığını öğrenen devrin muktedirleri, yakalama kararı çıkarıyor, ciddi bir de ödül koyuyorlar başına.

Sadece üç kişi biliyor, hicret edenlerin güzergâhını. Bunlardan biri çocuk; Hz. Ebu Bekir’in oğlu Hz. Abdullah. Sevr’de gizlenildiği dönem içeriden bilgi akışı sağlıyor Son Peygamber’e.

Diğeri Müslüman olmayan vicdanlı bir adam: Abdullah bin Ureykıt.

Akıl ve vicdan sahibi bir kılavuz.

Üçüncü kişi ise ilahi stratejinin büyük uygulayıcısı Âmir bin Füheyre.

O dönem, Ebu Bekir Efendimizin çobanlığını yapıyor ve hicret yolcularının izlerini silmek için sürüyü onların geçtiği yollardan dolaştırarak kafalarını karıştırıyor her yerde mukaddes yolcuları arayan müşriklerin.

Âmir bin Füheyre; pek bilinmeyen büyük bir insan… Hicretin gizli kahramanlarından. Bir köle, özgürlüğü elinde olmayan bir çoban. Karanlığın en koyu döneminde yaşamış, Müslüman olduktan sonra en büyük zulüm ve işkencelere maruz kalmış biri. Son derece zeki ve bilgili aslında… İslam’ı seçmesi bu sebeple uzun sürmüyor. En çok da kölelerin bu yeni dine geçmesi çıldırtıyor Kureyş ulularını. Zalimliğin en akıl almazlığını onlara uyguluyorlar. Hz. Bilal’e yapılan her işkence ona da uygulanıyor. Boynuna ip dolayıp, çocukların elinde Mekke sokaklarında süründürüp taşlatıyorlar mesela. Şımarık Kureyş veletleri onların bedenini oyuncak olarak kullanıyor. Yolundan döndüremiyorlar elbette.

Perişan bir haldeyken Hz. Ebu Bekir satın alıyor Âmir’i. Sürüsüne çobanlık yaptırtmaya başlıyor. Hicret sonrası Medine’de Ashab-ı Suffa’nın önce en parlak öğrencisi, ardından hocası oluyor Hz. Âmir. Bedir ve Uhud’a katılıyor. Daha sonra ise Efendimiz’in dünyayı irşad için uzaklara yolladığı sahabilere dâhil oluyor.

Bilgilerini, taşıdıkları ilmi yaymak üzere yola çıkıyor ekip. Maune kuyuları başında istirahat halinde iken saldırıya uğruyorlar. Müşrikler, kalabalık ve zalim. Buna rağmen direniyor Müslümanlar. Yanlarına yaklaştırmıyorlar zalimleri. Üzerlerine ok ve mızrak yağmaya başlıyor. Kendilerini savunan bu muhacir hocalar teker teker şehid ediliyor. Bir mızrak tıslayarak arkasından saplanıyor Hz. Âmir’e. Acı içinde yüzünü dönüp kendisini vuran adamla göz göze geliyor büyük insan. Ve şöyle haykırıyor: “Vallahi ben kazandım!”

Bunu duyan katili şaşırıyor, ismi Cebbar. 40 yaşında şehadet şerbetini içiyor Âmir bin Füheyre.

Cebbar, bu cümlenin ne anlama geldiğini sonradan öğreniyor. Hz. Amir’in son cümlesi mana kazanıyor ve kabilesiyle beraber Müslüman oluyor Cebbar. Selam olsun ölümleriyle hayat verenlere…

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version