Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Diyanet kime zarar veriyor?

Diyanet kime zarar veriyor?


YORUM | MAHMUT AKPINAR

Erdoğan, Diyanet Teşkilatını, personelini çok iyi kullanıyor. Yeni kadrolar açarak, maaşlarını yükselterek onları memnun ediyor. İktidara geldiğinde 64,000 civarında olan Diyanet personelinin sayısı 130,000’i aştı. Din üzerinden siyaset yapan pragmatik bir lider için çok akıllıca. Bu sayede Erdoğan her mahallede parti şubelerine (camiler) ve parti propagandistlerine (imamlar-müezzinler) sahip oldu.

Son dönemlerde Diyanet ve başkanı çokça gündemde. Yargıtay binasının açılışında Erdoğan’ın bir yanına Diyanet İşleri Başkanı’nı, diğer yanına Yargıtay Başkanı’nı alıp konuşması laiklik namına çok tartışıldı. Ayrıca Başkan’ın protokolde 40 basamak birden yükseltilmesi “din devleti kuruluyor!”, “Şeyhülislamlık geri geliyor!” diyen Kemalist mahallede paniğe neden oldu. Ama bu ülkede kimse Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1924 yılında Mustafa Kemal tarafından kurulduğunu konuşmuyor. Tek Parti döneminde ve sonraki dönemlerde dinin ve dindarların Diyanet üzerinden kontrol altında tutulduğunu kimse hatırlamıyor. 28 Şubat’ta Diyanet’in paşaların direktifiyle fetvalara, Kemalizm yanlısı açıklamalara zorlandığını unutuyorlar.

Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri bahsinde Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazılır. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasanın 136. maddesi ile düzenlenen anayasal bir kurumdur. Bu düzenlemeye göre: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda … görevlerini yerine getirir.”

Atatürkçüler, hukukçular, sekülerler!

Laik nitelikteki bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı adıyla anayasal bir kurum olabilir mi?

Camilerin, imamların, müftülerin bağlı olduğu, bünyesinde fetva kurulu olan böyle bir kurum görevlerini “laiklik ilkesi doğrultusunda” nasıl yerine getirecek?  

Kemalistlerin, sol kesimin vurgulamaktan en çok hoşlandığı konu Türkiye’nin laik olduğudur. Cumhuriyet mitinglerinde, 28 Şubat’ta, dine dair tartışmalar yaşandığında “Türkiye laiktir laik kalacak!” slogan dillerden düşmezdi. Ama “Diyanet kapatılsın, her din ve inanç kendi yapılarını kursun, yönetsin” dediğinizde en çok tepki laiklerden gelir. O zaman “bunca tarikat, cami vb nasıl kontrol edilecek?” diye kaygı duymaya başlarlar. Yani onların derdi devletin laik olması veya din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Onların derdi dini-dindarı Kemalist ideoloji sınırlarında tutmaktır. Lakin her fırsatta “Vergilerimizle bu kadar imamın maaşını neden vermek zorunda kalıyoruz?” diye şikayette bulunmaktan da geri kalmazlar.

Yıllarca Kemalist rejimin sivil, dini yapıları denetlemek ve dengelemek için kullandığı Diyanet’i bu defa Erdoğan keşfetti, tepe tepe kullanıyor. Diyanet devasa bir ordu halinde ve dini söylemlerin gücüyle artık onun emrinde. Pek çoğunu kendisi işe aldığı, maaşlarını artırdığı için Diyanet camiasının bundan şikayeti yok. Diyanet her daim güçlü olanlarca kullanılan, sivil alandan uzak, “devlet dairesi” oldu. Süleyman Efendi Cemaati tam da bu nedenlerle yıllarca Diyanet imamlarının arkasında namaz kılmadı. Çocuklarını İmam Hatiplere göndermedi. Bir imam hatipli olarak bu durum bana önceleri sevimsiz geliyordu. Ama şimdi hak veriyorum. Zira Diyanet, sivil alanda kalması gereken dini, devlete bağımlı kılıyor. Din görevlilerini ise dini saiklerle, İslami kriterlerle hareket eden toplum önderleri olmaktan çıkarıp “devlet memuru” yapıyor. Böylece dinin sivil yanını öldürüyor. Hristiyanlık Roma tarafından ağır baskılara maruz kalırken, yani sivil iken temel özelliklerini korudu. Ama ne zaman ki Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline geldi, Vatikan olarak tecessüm etti, sivilliğini yitirdi. Bunu müteakip yozlaştı, bozuldu. Kilisenin kurduğu tekel ve tahakküm, yozlaşma sekülerleşmeyi, dinde değişiklik taleplerini hızlandırdı ve Reform’u doğurdu.

Diyanet’le ilgili son tartışma deniz ürünleri üzerinden çıktı. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yayınladığı fetvaya göre: “Balık sınıfına girmeyen midye, kalamar, yengeç, ıstakoz, karides gibi deniz hayvanlarını yemek helal değildir”. Bu fetva muhtemelen bir soru üzerine yayınlandı. Din İşleri Yüksek Kurulu (ne kadar mümkünse?) özerk bir yapıya sahip. Ama Diyanet’in ülkenin her yerini saran adaletsizlik, zulüm, rüşvet, yolsuzluk, iltimas, kadın cinayeti, çocuklara tecavüz, yozlaşma gibi konularda herhangi bir duruş sahibi olmayıp, deniz ürünlerinden nelerin yenip yenemeyeceğine dair fetvası tepkilere neden oldu.

Diyelim ki Diyanet’in laiklik ilkesine aykırı olduğunu görmezden geldik, mevcut hali kabullendik. İlgili Anayasa maddesinde Diyanet için: “… bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek … özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”  İfadesi geçmektedir. Peki, Diyanet siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalıyor mu? Kalmıyor aksine bir partinin arka bahçesi oluyor. Diyanet’in ve din görevlilerinin AKP’nin propagandisti olması, camilerin politize edilmesi anayasal bir suç değil midir? Savcıların bu istismara soruşturma açması gerekmez mi?

Ayrıca anayasa: Diyanet’in “dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek görev yapması”nı emrediyor. Ancak Diyanet ayrışmayı artırıyor. Politik konuşmalar, vaazlar, hutbeler nedeniyle pek çok insan camilere gitmemeyi, Diyanet görevlileriyle muhatap olmamayı tercih ediyor. Gayrimüslimlere yapılan ayrımcılık, dışlama bir tarafa, Müslüman mezhepler arasında dahi ağır ayrımcılık yapıyor. Alevilerin Diyanet için irabda mahalli, yani söz hakkı yok. Ülkede önemli nüfusa sahip Şafiler de yok sayılıyor. Diyanet bünyesinde Şafi imam, vaiz yetiştiren, Şafi fıkhına dair çalışmalar yapan birim biliyor musunuz? Sünni İslam’ı hakim kılmakla itham edilen Diyanet Sünniler arasında bile ayrımcılık yapıyor. Şafileri yok sayıyor, sadece Hanefi görüşleri öne çıkarıyor. Şafi bölgelere Hanefi müftüler, vaizler, imamlar atıyor. Deniz ürünleri ile ilgili verilen fetva tam da bunu gösteriyor. Zira Şafilere göre denizden çıkan her şey yenebilir ve helal. Ama Diyanet Şafileri yok saydığı için fetvalarını sadece Hanefilere göre veriyor.      

Yakın aile çevremde pek çok Diyanet mensubu var. İmam Hatip mezunuyum, sınıfımızın yarısından çoğu imam oldu. Biliyorum Diyanet muhafazakar kitle için aynı zamanda bir istihdam-ekmek kapısı. Erdoğan bunu bildiği için Diyanet’i öne çıkardı ve oldukça kötü olan özlük haklarını iyileştirdi. Bana sorarsanız Diyanet kaldırılmalı, demokratik dünyada olduğu gibi her inanç grubu binalarını kendisi yapıp, giderlerini kendisi karşılamalı. Kalacaksa dahi siyasetten bağımsız, özerk bir yapılanmaya sahip olmalı.

Diyanet’in bu halinden Sünniler, Hanefiler memnun görünüyor. Gerçekte bu durum en fazla Sünni ve Hanefi görüşe zarar veriyor. Zira devlete bu şekilde bağımlılığı olan ve resmileşen inançlar sivilliğini, özgürlüğünü, özerkliğini yitirir. Dini ve ahlaki saiklerden öte siyasi öncelikler önem kazanır. Yozlaşma, liyakatsizlik, dinin özünden uzaklaşma başlar. Tehlikenin farkında olsalar Diyanet’in bu haline en başta Sünnilerin ve Hanefilerin itiraz etmesi gerekir.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version