Bilmiyorum kaç kez severek izlediğim meşhur Düğün Dernek serisinin ikincisinde Tüpçü Fikret’in repliğiyle “çok eğlünücüüz çok!” demek mümkün ama maalesef her katmanı ve alanıyla tükenişi yaşayan bir toplumun acınası bir tablosu var Türkiye’de.
Josef Stalin döneminde 1931’de inşası başlatılan Moskova Metrosu, günümüzde büyüklük bakımından New York, Paris veya Londra metroları ile karşılaştırılsa da iç mimari ve dekorasyon bakımından dünyanın en güzel metrosu olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir.
Wikipedia’nın iddiası bu yönde en azından.
Tarihi dokusu ve sanat içerikli yapısı ile turistlerin ilgisini çeken metroyu ziyaret eden bir grup Amerikalı turist, gezi esnasında Rus rehberin abartılarını tebessümle dinlemektedir. Rehber şöyle der: “Paris ve Londra metrosu bizimkinin yanında maket kalır. New York metrosu ise çok ilkeldir.” Rahatsız olan turistlerin şaşkın bakışları altında cümleyi patlatır: “Mesela metroda anonsu erkek yapıyorsa saat yönünde, kadın yapıyorsa aksi istikamette yol alıyorsunuz demektir! Burada her 90 saniyede bir tren geçer!”
Turistlerden biri dayanamaz:
“İyi ama 15 dakikadır buradayız gelen giden bir şey yok!”
Rus rehber yutkunur, bozulmuştur, kısa bir süre düşündükten sonra cevabı patlatır:
“Ama siz de Japonya’ya atom bombası attınız!”
Gazeteci Cevheri Güven’in videosu üzerine Sedat Peker’in aceleye gelmiş cevabı bana bu fıkrayı hatırlattı.
Peker, Güven’in videosundaki “Marmaris’te Erdoğan’ı öldürüp, suçu Cemaat’e atacaklardı!” iddiasına cevap verirken, “İyi ama siz de AKP ile barışma görüşmeleri yapıyorsunuz!” diyordu.
Cevheri Güven, bir süredir sürgünde yaşarken bile en zor şartlarda mesleğini hakkıyla yapan ender isimlerden. Beğenin ya da beğenmeyin, çektiği her video büyük ilgi görüyor, çünkü perspektif sunuyor, ufuk açıyor.
Türkiye’de yaşayan ve kendini “muhalif” diye tanımlayan pek çok gazetecinin yanından bile geçemeyeceği kıymette işler yapıyor.
Sadece Güven değil, Ahmet Dönmez, Said Sefa da benim gözümde aynı. Çok değerli çalışmalara imza atıyorlar.
Elbette her tespitleri, yorumları yüzde yüz doğru demek saçma olacaktır. Ama yaptıkları işin gazetecilik olduğunu bugün ülkede seven-sevmeyen herkesin konuşmasından anlamak mümkün.
Gelin görün ki, Güven-Peker polemiğinden sonra ülkede özellikle muhalif olarak adlandırılan medyanın acınası tablosu ortaya çıktı. Havuz ve yandaşları zaten saymıyoruz.
Kendine medya, hem de muhalif medya diyenlerin acınası durumu tam ibretlik.
Nice zamandır ülkede halkın bilerek haber almasının engellendiği, yüzde 95’i iktidarın kontrolünde olan medyanın bir propaganda aygıtı olarak kullanıldığı herkesin malumu. Ancak muhalif medyanın da aynı cehalet ve mesleki kriterlerden uzak olması çok acınası.
Güven-Peker polemiği sonrasında hemen tüm muhalif mecralarda bu konu ele alındı. Cevheri Güven Almanya’da olmasına rağmen ulaşılmaz biri değil. Bir süredir özellikle havuz medyasında böyle bir garabet var. Kürtleri tartışırlar ekranda tek bir Kürt olmadan… Cemaate sallarlar, bırakınız Cemaati savunan, objektif olan, hatta meseleye muttali olan biri bile yoktur.
Bir gün önce orman yangınları hakkında atıp tutan ekip, ertesi gün mülteci sorunun konuşur, bir gün sonra dış politika ve Taliban hakkında ahkam keserler. Sen, ben, bizim oğlan, ahbap yaren komandit!
Merdan Yanardağ’ı bilirsiniz. Hani içişleri bakanının karşısına çıkıp “hık mık”tan başka bir numarası olmadığını gösteren arkadaş. Güven’in videosu üzerine uzman yorumcu diye çıkmış, ismini bile ısrarla yanlış söylüyor… “Gevheri” deyip durdu yahu!
Özlem Gürses isimli bir hanımefendi keza. İsimler yanlış, konu hakkında afaki bile bir bilgi birikimi yok.
Konuklar ise tam “sellim salavat”…
Bir kişi de çıkıp, “Yahu Cevheri Güven’in üzerine konuşuyoruz, adam ulaşılmaz değil ki, hadi arayıp stüdyoya bağlayalım” demiyor.
Gazetecilik böyle içler acısı bir duruma gelmiş anlayacağınız.
İşin medya kısmı bu.
Gelelim Sedat Peker kısmına.
Cevheri Güven videosunda nasıl bir nasıra bastıysa panik halinde, aklı sıra trollükten, dezenformasyona kadar bir dolu şeyi boca ediyor. Araya bir de kişisel intikam dosyasını eklemleyerek.
Peker Reis’in tabiriyle cevap vermek gerekirse: “lannn bırakkkk!!!”
Hatırlar mısınız, Peker bir dönem “hediye saat” ile ilgili gerçek olmayan bilgiyi bilerek paylaştığını, yani cemaat cephesini trollediğini güle oynaya, ballandıra anlatmıştı. “Sazanlar” demişti üstüne üstlük.
Vaktiyle onun dolmuşuna binenlerin yaşanan süreçten sonra karınlarının tok olduklarını görmek ümit verici.
Peker, Moskova metrosundaki Rus turist rehberi gibi, topu başka alana atmaya çabalıyor. Esas mevzuyu gözlerden kaçırmak istiyor belli ki. Allah var, ülke içinde kendini muhalif olarak konumlayan medya mensupları gönüllü olarak geliyor ortaya. Rızaya dayalı bir sazanlık örneği!
Herifçioğlu, Cevheri Güven’in videosu için çekilen programa konuk olarak çağırılmış, Cevheri’nin gazeteci olmadığını iddia ediyor iyi mi!
Tüpçü Fikret’in dediği gibi, çok eğleniyoruz aslında çok!
Peker ise videosunda aksini iddia ettiği şeylerin ispatını yapıyor adeta.
Mesela yayınladığı belgeler hem eski hem de birebir MİT’in elindeki dosyanın tıpkısının aynısı.
Teyitli söylüyorum bunu.
Bu tweet’leriyle Peker’in, Hakan Fidan cephesinden beslendiği kesinleşmiş oldu.
Peker açıkgöz ya, bu dosyaya bir de kendi kişisel intikam dosyasını sıkıştırmış. İsmini iddiasına kattığı kişilerin Cemaat’le uzaktan yakından alakası yok. Belli ki Peker’in sanal kumar dünyasından bir hesabının olduğu tuhaf tipler. Peker onları da “FETÖ” çuvalına yerleştirip tek taşla kuş sürüsü vurma peşinde!
Bir de kendine önem atfetmeler, “Ne Fidan’ı tanımışlığım var, ne Akar’ı” filan diyor. İyi de bildiğim kadarıyla kimsenin öyle bir iddiası yok ki!
İddia şu, Sedat Peker’i kullananlar onunla mıntıka ve yol temizliği yaparak, masaya oturuyorlar.
Kendine bu kadar önem atfetmesi, kabul ettiği megalomaninin neticesi olsa gerek!
Kişisel intikam öyküsünü bir yere kadar, bir kesime yedirtebilir.
Misal Uğur Dündar yiyebilir ama özellikle bu mesleğin sahici mensuplarının karnı tok bu temcit şeylerine!
Modaya uyup o da her programda başka bir şeyin uzmanı kesildi. Oysa biz onu, sinekli böcekli imalathane baskınlarından biliyoruz. Hepi topu budur Uğur Dündar gazeteciliği.
Hele bir programına denk geldim evlere şenlik. Venezuela’daki uyuşturucu trafiğini anlatıyor ama kağıttan okuyor düpedüz. Twitter’da yazan konunun uzmanlarının yazılarını almış aynen seyircisinin üzerine boca ediyor. İsimler yanlış, tabirler yanlış, mekanlar yanlış. Haritada yerine gösteremeyeceği Venezuela uzmanı olmuş Dündar ve ikide bir, “yenilebilir enerji” deyip duruyor misalen.
“Yenilebilir” değildir o, öyle olsa duramazsın, “yenilenebilir”dir!
İşin en komik kısmı da, Peker’in en az on beş yıllık MİT’in bilgi notunu yeni gibi sunması, Almanya’da et işiyle uğraşan garibim Ahmet Bağdatlı’yı, uluslararası ve kesimler arası diyaloğun önemli ismi gibi sunması. Kemalettin Özdemir’in TİKA döneminden kalma fişleriyle hareket ediyor.
Oysa Bağdatlı şimdi kavurma satmakla meşgul. Bence Peker bu işi tatlıya bağlamak için adresini versin de iki kilo hazır paket döner yollasın Bağdatlı.
Doğal, helal ve yenilebilir çünkü…
Özlemiştir…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***