YORUM | UĞUR TEZCAN
Türkiye gibi bir ülkenin geldiği acı noktayı tek bir ifade ile özetle deseniz, sanırım ‘fetö borsası’ ifadesi tek başına, yaşanan tüm gelişmeleri izah etmeye yeterli olabilir. Başlıktaki ifadeyi detaylandırarak ele aldığınızdaysa Türkiye sosyo-politiğine dair derin doktora tezleri yazabilirsiniz.
Bu yazıda değineceğim hususları aslında ‘Fetö borsasının karanlık yüzü’ başlığı altında yazmayı planlıyordum. Ancak sonradan düşüncelerim revizyona uğradı ve kendi kendime şöyle düşündüm:
‘Her kavram zıddı ile kaimdir’ derler! Her kavramın bir zıddı olacağı ve bu zıtların tezadından da varlık, nesne ve kavram okumaları yapılabileceği düşünülür. Hayat, zıtlıklar arası dengelerin gelgitleri döngüsünde ilerler; zaman belki de o gelgitlerin oluşturduğu akışkanlığın adıdır. Çin kültüründe benimsenmiş ve dünya çapında da yaygın bir kullanım sahası bulmuş olan ‘yin yang’ tabir edilen felsefi bakış açısında da karşılıklı zıtlıkların denge içerisinde bulunduğu kabul edilir ve bu kavram üzerinden hayata dair okumalar ve uygulamalar geliştirilmeye çalışılır.
Oysa başlıktaki ifadeye baktığımda ‘karanlığın’ karşısına ‘aydınlığı’ koymakta zorlanıyorum. Yani, ‘fetö borsası’ tabir edilen rezilliğin ‘karanlık yüzü’ dediğimde, onun ‘aydınlık yüzü’ mü var ki demekten kendimi alamıyorum.
Türkiye’de süregiden mevcut soykırımın en önemli direği; ‘fetö’ ifadesi üzerinden yürütülen operasyon ise; ‘fetö borsası’ tabir edilen suç eylemleri de onun operasyonel ayaklarının önemli bir ayağıdır.
Böyle bir kötülüğün karşısına, sizler belki daha genel bir çerçeveden bakıp, iyilik, adalet, hukuk gibi kavramları koyabilirsiniz; ancak ben daha özel bir çerçeveden baktığım için ‘fetö borsası’ karanlığının karşısına onun zıddı olabilecek hiçbir ‘aydınlık’ kırıntısı koyamıyor ve yakıştıramıyorum. O nedenle de başlıktaki ‘… karanlık yüzü’ ifadesini ‘… En karanlık yüzü’ şeklinde değiştirdim. Çünkü işaret edeceğim şeyler o karanlığın daha derin kısımlarını, en karanlık noktalarını ilgilendiriyor. Yani, zıddı olmayan; sadece ve ancak daha da derinleşebilecek olan bir dehlizden, bir karanlıktan bahsediyor olacağım bu yazıda. Tıpkı Batı Pasifik Okyanusundaki, derinliği on bin metreye ulaşan Mariana Çukuru gibi… O öyle derin bir çukurdur ki yüzeyin ışıkları bile o noktalara ulaşamaz. Işıktan hiç nasibini alamamış lanetli bir derinliktir o adeta! Dünyanın da dünya üzerinde devam eden biyolojik yaşamın da en karanlık noktasıdır belki de!
Daha önceki bir yazıda işaret etmiştim. Aslında ‘fetö borsası’ gibi ifadeleri yaygınlaştırma taraftarı değilim. Bazı sloganik tabirler, gerçek suçları pasifize edebiliyorlar. Türkiye’de devam eden şey tam anlamıyla bir soykırımdır ve o soykırım dahilinde işlenen her suç da direk olarak soykırım olarak anılmalı ve etiketlenmelidir. Dikkat ettiyseniz bu ‘fetö borsası’ ifadesini ana muhalefet partisi CHP de sıklıkla kullanıyor; tıpkı ‘fetö’ ifadesini büyük bir sıklıkla kullandıkları gibi. Oysa, CHP’nin mevcut soykırıma sessiz kalarak pasif destek; ‘fetö’ ifadesini büyük bir iştahla kullanımda tutarak aktif destek veriyor olması, KHK’lar konusunda ve AKP’nin yolsuzlukları konusunda hiçbir şey yapmaması gibi tavırlar onu tamamıyla o soykırım suçunun bir parçası yapmaya yeter. CHP’nin ‘’fetö borsası’’ ifadesini kullanırken ki tek amacı da soykırımın durması ve gerçeklerin ortaya çıkması değil; AKP’ye yüzeysel bir muhalefet yapma taktiğidir. Bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve diğer CHP liderliğinin ifadelerine yansıyan söylem, ‘fetö borsasında neden parası olanlar kurtarıldı’ noktasına kilitlendi ve onun ötesine geçemedi. Bu, aslında bir yanda ucuz muhalefet yaparken diğer yanda da bir hedef kaydırma ve gerçeğin üzerine gitmeme gayreti ve telaşesidir. Oysa muhalefet olarak asıl yapmaları gereken; ‘’fetö borsası’’ tabir edilen hırsızlık, gasp ve çetecilik gibi örgütlü suçlar AK Parti ve devlet kurumları içerisinde nasıl sistemleşmiştir ve bu şebekenin AK Parti liderliği ve Erdoğan ile olan ilişkileri ne konumdadır şeklinde sorular sormak ve bu şebekenin mağdur ettiği tüm insanların (fakir veya zengin) haklarının savunulması için koşulsuz bir şekilde gayret göstermektir.
Oysa CHP bunların hiç birisini yapmıyor. Sadece; ‘Fetö’nün siyasi ayağına hala dokunulmadı’ diyerek aslında, ‘bu yangına atacak aslında daha çok odun var’ demeye getiriyor. Gazeteci Süleyman Özışık’ın, ‘Süleyman Soylu’ya binlerce kişinin dosyasını götürdüm, görevlerine iade edildiler’ şeklindeki açık ve net [suç] itirafının ardından CHP göstermelik bir komisyon kurma teklifi yaptı ancak konunun takipçisi olmadı. Bu çıkışı yaparken bile yine sadece ‘fetö’nün siyasi ayağına dokunulmadı’ ve ‘parası olan fetöcüleri kurtardılar’ şeklinde konuya yaklaştırlar ve olayı son derece basite indirgeyerek ve gerçek suçu ve soykırımı örterek muhalefet yapmaya devam ettiler. Mesela, Sedat Peker’in bunun haricinde yaptığı daha birçok itiraf karşısında bile sessizler ve birkaç hırlama dışında hiçbir eyleme geçmediler. Mafyacı Peker’in, AKP’nin arabalardan dağıttığı çayları ben verdim söylemi karşısında bile çıkıp ‘millete haram çay içirenlerden hesap soracağız’ demek dışında anlamlı bir hareket planı ve eylem üretmediler.
Yine, mafya lideri Sedat Peker’in, İzmir’deki ‘fetö borsası’ dosyasını kastederek söylediği; ‘Yüksek mevkideki bürokratların ve siyasilerin kurtarılabilmesi için Ahmet kardeşimi öldürttüler’ şeklindeki iddiası karşısında bile bu ülkede muhalefet dair hiçbir kesimi harekete geçmedi. CHP, ‘fetö’nün siyasi ayağı’ ve ‘zenginlerden para alıp akladılar’ şeklinde sığ söylemlerin içine hapsolup kalmaya devam etti veya o yönde bir tercihte bulundu. Halbuki ortada Erdoğan’dan başlayarak İstihbarat Daire başkanlığı ve elemanlarına, Belediye çalışanlarına, Emniyet ve Ordu personeline, en sonda da halk kesimlerinden insanlara kadar uzanan geniş yelpazede bir şantaj, mafya, ispiyonlama, çetecilik ve gasp örgütlenmesi var. Hatta biraz daha karıştırılsa bu suç ağlarının içerisine bazı CHP’lilerin ve Ergenekoncuların dahi bulaşmış olduklarının ortaya çıkacağına eminim. Bu kesimlerden etkili birilerinin destekleri olmadan AKP’nin tek başına bu kadar büyük çaplı bir suç örgütlenmesinin içerisine girebilmiş olmasına ihtimal veremiyorum. Zaten uzun süredir dile getirdiğim gibi hem AKP’li çevreler hem de bazı ulusalcı, Kemalist, Atatürkçü, solcu ve liberal kesimler soykırımın ana söylemi olan ‘fetö’ tabirini büyük bir iştahla siyaset sahnesinde canlı tutma noktasında büyük ve ortak bir çaba sarf ediyorlar. Ergenekoncu çevrelerin bu soykırımdaki katkıları, Perinçek’in, ‘Erdoğan bizim planımızı gerçekleştiriyor’ şeklindeki söylemleri her yönden birtakım ilişkiler ve ortaklıklar içerisinde bulunduklarına işaret ediyor.
Bundan 10 yıl sonra çocuklarınıza ‘fetö borsasını’ nasıl anlatacaksınız? Evladım! Halk birbirini gammazlıyor ve sadece Hizmet Hareketi mensubu değil, sevmediği, çekemediği başka insanları; hatta kendi akrabalarını dahi devlet denilen aygıta ispiyonluyordu. Bu süreçte bazı üst düzey kesimler bunu farklı bir kazanç kapısına çevirmekte gecikmediler. Cemaatin tüm mallarına çöktükten sonra tek tek vatandaşların mallarına da çökebileceklerini, ortamın artık buna çok elverişli bir hale geldiğini gördüler. AK Partiden, devlet yönetiminden, bürokrasiden, gazetecilerden, İstihbarattan ve Emniyetten birtakım insanlar bir araya gelip şantaj çeteleri kurdular. Malı olanları ‘fetö’ suçlaması ile korkutup paralarına ve mallarına çöktüler. Yüksek miktarlarda; artık rüşvet olarak bile tabir edilemeyecek kadar yüksek meblağlarda ödemeler yapanlarsa kısa bir süreliğine rahat nefes aldılar; veremeyenler de sahte suçlarla hapislere atıldılar. Bu suçlar devlet eliyle alenen işlendiği için de kimsecikler bir şey yapamıyordu. Ama bundan daha da kötüsü bu olup bitenleri gördükleri halde; kimi çıkarından, kimi korkusundan, kimi kin ve hasedinden, kimi de belki bize de bir şeyler düşer şeklindeki beklenti ve ümitlerinden dolayı bu soykırımın gönüllü olarak parçası, destekçisi veya susanı oluyorlardı. Tüm bunlar olurken de kendisine muhalefet diyen, Erdoğan’a rakipmiş gibi görünen Ulusalcı, Atatürkçü, Kemalist, sol vb. kesimlerden bazı insanlar da ortalıkta muhalefet yapıyor görüntüsü veriyorlar ancak soykırımın sopası hükmündeki ‘fetö’ ifadesini bizzat kendileri de iştahla kullanıyorlardı. ‘Fetö borsasını’ eleştirirken bile sanki ‘fetönün siyasi ayağına da (zaten) hiç dokunmadınız’ bir de gidip ‘onların zenginlerini mi para alıp saldınız’ diyerek sanki yapılanlar normalmiş gibi tavırlar sergiliyorlardı…
İşte ‘fetö borsasının en karanlık yüzü’ derken, aslında bizzat çeteleşmiş grupların varlık ve eylemlerine değil, bu soykırım sürecini kanıksayan, destekleyen, alkışlayan bir halk kesiminin, muhalefet anlayışının ve yozlaşmış bir liderliğin geldiği sosyolojik çöküşe işaret ediyorum. En karanlık nokta, o sosyolojik çöküşün ve ahlaki batışın milleti düşürdüğü vicdansızlık ve cehalet karanlığıdır.
Mariana Çukuruna geri dönelim. O, çok derin bir noktanın adı değildir sadece. Derinliği yaklaşık 11 kilometreye ulaşsa da aslında 2 bin 500 kilometreye varan uzunluğu ve 69 kilometreye varan genişliği ile derin olmaktan daha çok, uzun ve geniş bir alana da yayılmış olan bir çukurun adıdır Mariana. Tıpkı Türkiye sosyo-politiğinin ve güncel yaşamının geldiği karanlığın sadece ilkesel ve sistemsel derinlikle sınırlı kalmayıp, toplumsal alanda bireylere yayılma genişliğinin de temsili gibi… Öyle çukur ki adeta toplum hayatının ve toplumsal kesimlerin tüm derinliklerine, tüm sistemlerine ve tüm fertlerine kadar ulaşmış, toplumun iliklerine kadar işlemiş bir cehalet, bağnazlık, ahlaksızlık ve vicdansızlık karanlığı!
Türkiye, aslında uzun yıllardır; devlet sistemi, adalet mekanizması, hukuk anlayışı ve insanlık motorları durmuşçasına karanlık bir dehlize doğru sürüklenen bir ülke konumunda idi. İttihatçı geleneğin kaptanlarının o deniz altıyı bırakın batmaktan kurtarmayı, artık çağın gereklerine göre düz bir çizgide bile ilerletmeye yeterli olamayacakları aşikardı. Eğrisiyle doğrusuyla, o durumu fark edip denizaltıyı tekrar yüzeye çıkarmaya çalışan bir hareketti Hizmet Hareketi. Çünkü o denizaltı içerisinde adalet, hukuk, eğitim, bilim ve birlikte yaşama duyguları gibi motorlar tekrar yenilenip çalıştırılmadan bir yükselme ve ilerleme olamayacağını, geriye dönüşü olmayan bir dehlize doğru hızla sürüklendiklerini ve derinlerdeki tonluk basınçların o aracı kısa bir süre sonra parçalayacağını ve içerideki ilim-irfan-tecrübe oksijeninin de uzun süre millete yeterli olamayacağını fark etmişlerdi.
Ne yazık ki, liderlik potansiyellerinin artık kalmadığını gördükleri halde veya göremedikleri için sırf dümen kontrolünü kaybetmeme hırsı, telaşı ve düşmanlığı ile hareket eden birileri; salt kıskançlık ve kin duyguları hareket edenler; veya güce, makama ve mala tapan ve oluşan kaos ortamında haksızca, bir anda zenginleşebilme düşüncesi ile hareket eden birileri el birliği ederek belki de o denizaltını tekrar yüzeye çıkarabilecek olan en yetkin konumdaki gönüllü ve kabiliyetli insan gücünü, potansiyelini yok etmeye çalıştılar.
Öyle bir denizaltının en doğal kaderi artık en dip ve karanlık noktaya vurmak; var olan son oksijenini de oluşan kaos ortamında ancak şartlara ve kadere isyan ederek, birbirine bağırıp çağırarak, hakaretler ederek ve karşılıklı suçlamalarda bulunarak tüketmek ve bir yanda da dışarıdan gelen tonluk basınçlarla (ekonomik sıkıntılar, salgınlar ve kontrolsüz göç vb. sıkıntılarla) boğuşmak zorunda kalmaktır.
Kısacası, Türkiye artık dibe vurmakta ve parçalanmakta olan bir ülkedir. Mevcut siyasi anlayışın ve dümen kontrolörlerinin bu konuda yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Bir dış gücün gelip kontrolsüz ve hareketsiz konumdaki denizaltını kıskaç ile kavrayarak yukarıya doğru çekmesi dışında bir ‘kurtuluş’ şansı bulunmamaktadır. Artık o kıskaç; kaderin lütfu olacak bir kurtuluşun kıskacı mı olur, yoksa başka bir zalim gücün attığı bir kıskaç mı olur onu da yakın zaman gösterecektir!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***