Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ankara’yı Danimarka ile değişsek?

Ankara’yı Danimarka ile değişsek?


YORUM | VEYSEL AYHAN

“Kur’an konuşmaz, onu insanlar konuşturur.”
Hz. Ali

(Nübüvvet ve Devlet Yazıları- 11)

Devlet bir aygıttır. Yüz yıllar boyunca kral, firavun, şah, melik, padişah ünvanlı kişiler bu “aygıt”ı yönetti. Zaman geçtikçe devlet sistemleri evrildi. Monarşiler cumhuriyetlere dönüştü ve halen dönüşmekte. Nihayet isimlendirmelerin önemsizleştiği bir çağa geldik.

“Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti” diyorsunuz. İsminde demokrasi var, halk var, cumhuriyet var. Ama etiketi kazıdığınızda altından diktatörlük çıkıyor. İran İslam Cumhuriyeti böyle, Çin Halk Cumhuriyeti böyle. Bunun yanında Belçika veya İsveç krallığı diyorsunuz ama karşınıza insanlığın ulaşabildiği en iyi demokratik yönetim biçimleri çıkıyor. Bu sebeple etiket ve tabeladan ziyade içeriğe göre karar vermek lazım.

Kutuda biber yazıyor, ağzınıza aldığınızda şeker olduğunu anlıyorsunuz.

Pet şişenin etiketinde zemzem yazıyor, içtiğinizde sirke olduğu anlıyorsunuz.

Bugün bireysel ve ülke planında Müslümanlığın “garip” kaderi bu.

“İslam ülkesiyiz” diye öğünenlerin ve bir kısım “Müslümanım” diye geçinenlerin etiketini kaldırdığınızda altından bazen bir “kâtil” bazen bir “faşist” bazen de bir “diktatör” çıkabiliyor.

İNSAN MI SİSTEM Mİ?

Devlet-insan ilişkisini incelerken bir örnek üstünden gidelim:

Dünya üzerinde “Hukukun Egemenliği Endeksi”, “Yönetişim Endeksi” ve “Sosyal Gelişme Endeksi” verilerini göre en iyi idare edilen ülke Danimarka.

Danimarka’nın nüfusu 5.8 milyon.

Ankara’nın nüfusu ona yakın: 5.7 milyon.

Hayali bir test yapalım:

Ankara’yı da ülke varsayalım.

Bu iki coğrafyada devlet sistemi ve yasalar aynı kalsa ama idarecileri ve halkları değiştirsek ne olur?

Ankara halkını ve Ankara’daki tüm devlet yöneticilerini Danimarka’ya göndersek, oradakileri Ankara’ya taşısak?

Ama her iki ülkenin de yönetim sistemi ve kanunları değişmese?

Bence Danimarka, iki yıla kalmaz yolladığımız halk ve yöneticilerle jet hızında bir çöküş yaşar. Devlet sitemi ve yasalar bu çöküşü engelleyemez.

Taşınan “kamu kültürü” ile güzelim Danimarka, Ankara’ya döner, yolsuzluktaki “0” puanlık başarı hızla çiftli haneye çıkar.

Peki Ankara’ya ne olur?

Danimarka halkı ve yöneticilerinin gelip yerleştiği Ankara ise üç yıla kalmaz her şeyiyle bir Avrupa ülkesi-şehri olur. Yarım yamalak sistem ve yasalara rağmen ülke sınıf atlar.

Peki Ankara halkı yerinde kalsa, Danimarka yasalarını ve yöneticileri getirsek ne olur?

Bunun cevabından emin değilim.

Sistem ve yasalar tabii ki önemlidir, etkili olduğu alanlar olur ama asıl olan daima insandır.

Eski Yunan’dan küçük bir hikâye aktarayım:

“Bundan tam 2898 yıl önce, evet onlar değil, yüzler değil, birkaç bin yıl önce Serhas adında çok acımasız bir kral Yunanistan’a sefere çıkmıştı. Ordusuyla her yeri yıkıp geçti, önüne gelen insanları biçti. Kimileri dağlara kaçıp canlarını zor kurtardılar, bu gözü dönmüş Kral’dan. Ama Yunanlı askerler kaçmak şöyle dursun, yerlerinden kıpırdamadılar bile. Kral Serhas, bu duruma şaşıp kaldı ve ‘Az sonra öleceklerini bildikleri halde bu askerler neden kaçmıyorlar?’ diye sordu bir Yunanlıya. Yunanlı şöyle dedi Kral’a: Onlar ölmekten değil, askerlerin kaçmasını yasaklayan ‘YASA’dan korktukları için kaçmıyorlar. Demek, yasaları yapmak yetmiyor. Yasaları, hukuku ödünsüz uygulamak da gerekiyor. Önemli olan da bu… Çünkü yasalar karşısında seninle cumhurbaşkanları aynı hizadadırlar.” (Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, Zaman, 6.11.2014)

Sistem tâlidir. En önemli değer insanların beraberlerinde taşıdığı alışkanlıklarından oluşan yaşam kültürü ve hukuka saygıdır.

Bu nedenle de İslam, yönetim sistemine değil insana odaklanır. Önemli olan “insan”ın niteliğidir, sistem veya devlet değildir. İnsan kalitesi düşükse dünyanın en iyi yönetim biçimini oraya kursanız üç güne kalmaz çürür.

Elinizde sağlam tuğlalar varsa her türlü mimari projede güvenle kullanırsınız.

Fakat tuğlalarınız çürükse dünyanın en iyi plan ve projelerini hazırlasanız başarılı olamazsınız. Hepsi çöker.

Kur’an; “Allah’ın ahlakı”nı içeren bir ahlak, kural ve kaideler kitabıdır. Bu öğütlerden ve bu tekliflerden, her insan bireysel olarak yararlanabilir. Bu çağrılardan, bu tekliflerden, bu öğütlerden herhangi bir devlet veya sistem de istifade edebilir. Bunlar evrensel kaidelerdir. Bu prensipleri uyguluyoruz o sebeple “Biz İslami bir devletiz” denmez.

Bu konuda bize ölçü olabilecek çok önemli bir hadis var:

Allah Rasul’ü bir kumandanına şöyle der:

“Bir kaleyi kuşattığında ahalisi, senden Allah ve Elçisi adına anlaşma yapmayı isterse, bunu kabul etme, kendin ve arkadaşların adına anlaşma yap. Çünkü kendin ve arkadaşlarının anlaşmasını ihlal etmen Allah ve Elçisinin taahhüdünü ihlal edilmiş duruma düşürmekten daha iyidir. Yine bir kaleyi kuşattığında ahalisi, senden kendileri hakkında Allah’ın hükmünü vermeni isterlerse, bunu kabul etme, kendi hükmünü ver. Çünkü onlar hakkında Allah’ın hükmünü isabet ettirip ettirmeyeceğini bilemezsin.” (Müslim, Cihad, 3).

Hadiste vurgulanan husus çok önemli bir kriter. Siz insanların zaaflarıyla, hissi ve keyfi idareleriyle yönetecekleri bir devleti Allah’a veya İslam’a izafe ederseniz en büyük zararı Müslümanlığa verirsiniz.

“Bir ara ‘tahkim (hakem tayin etme)’ dolayısıyla çokça kan dökülmesinden kendisi de rahatsızlık duyan Haricilerden biri Hz. Ali’ye sorar: ‘Bunca kanın heder olduğu bir meselede insanoğlunu hakem tayin etmek adalet midir? Biz susalım Kur’an konuşsun!’ der. Hz. Ali, Hariciye şu cevabı verir: “Kur’an konuşmaz, onu insanlar konuşturur.” (Medine Sözleşmesi, Ali Bulaç)

Hiçbir tüzel kişilik veya sosyal bünye İslam etiketi taşıyacak kadar berrak ve duru olamaz. İslam’ın devleti olmaz. İslam’ın sunduğu kaidelerden az faydalanan-çok faydalanan devletler olabilir. Hiç İslamla temas etmeden de evrensel ilkelerden faydalanıp bir medeniyet kurulabilir. Ki örnekleri ortada.

Mehmet Efe Çaman bu konuyu şöyle ifade ediyor:

“Finlandiya İslam toplumu değildir. Kanada Müslüman etiğinden esinlenerek etnik dengeleri kurmadı. Almanya Kur’an’daki sosyal adaleti örnek alarak sosyal piyasa ekonomisi gerçekleştirmedi.”

“…Birinci hata, devletlerin Müslüman olduğu varsayımı. Devletler sosyal bir kurumdur. Dinleri olamaz. Eğer kast edilen bu devletlerin rejimiyse, her rejim kendisine istediği ismi verir ve bu ismin altını istediği ideolojik diskurla ve ekonomi-politik, yasal, yönetsel vs. uygulamalarla doldurur. Bu, o devletleri Müslüman veya İslamî yapmaz. Devletler (ve onların rejimleri, ideolojileri veya ekonomi-politikleri) İslami referanslar veya İslam’dan esinlenmelerle bezenebilir. Fakat bu devletlerin ideoloji veya uygulamalarının ne derece İslami olduğu meselesi, öznel bir değerlendirme olacaktır. Oysa toplumlar Müslüman olabilir. Çünkü bireylerden oluşur. Bir devletin halkının büyük bölümü kendisini Müslüman olarak tanımlıyorsa, o devletin politik kültüründe bunun yansımaları olacaktır. Nitekim birçok siyasal ve sosyal konsept politik kültürle yakın bağa sahiptir.”

Evet, Müslümanların içinde yer aldığı devletler olabilir. Ama İslam devleti olmaz. Kur’an, yönetim biçimi önermez. Her türlü yönetim sistemi için üç esasa vurgu yapar.

Bu üç prensibin hakkıyla hâkim olduğu her sistemde insanlar mutluluk ve huzur içinde yaşayabilir. Tabii bu uygulanabilirlik insan kalitesine bağlı.

Bu üç sacayağı, sistemi değil insanı hedef alır.

Kur’an’ın bir arada yaşama ve sağlıklı bir toplumsal hayat için vurgu yaptığı 3 temel prensip şunlardır:

“Adalet”, “Meşveret” ve “Ehliyet” (İşi uzmanına bırakmak.)

Bunları Müslüman olsun-olmasın herkes uygulayabilir. Ki uyguluyor zaten.

Danimarka halkı ve yöneticileri Müslüman değil fakat insan kalitesi bu prensipleri destekleyince dünyanın en iyi yönetim sistemine ulaşabiliyor.

Bugün bir Müslüman, Danimarka’da dinini rahatça yaşar ve temsil edebilir.

Londra belediye başkanı Müslüman kimlikli bir yönetici. Ve Müslümanlar her şeylerini bu ülkede hür olarak yaşamaktalar. Bunun ötesinde yönetim ve devlet peşinde koşmak sadece nefsi bir taleptir.

İslam’ın hatta temel olarak nübüvvetin tek bir amacı vardır:

Barış içindeki bir ortamda dini temsil etmek ve anlatmak.

Dinin anlatılması ve hakkıyla temsili dışındaki her teşebbüs maalesef dine zarar verir.

Derdi davası İslam olan insanlar tüm enerjileriyle tebliğ ve temsile odaklanmalı.

Adalet, meşveret ve ehliyet kaidelerine toplumsal uzlaşıyla uyulursa her türlü devlet sisteminde insanlar âdil bir biçimde yaşar.

Önemli olan bireyin olgunluğuyla adalete, istişareye ve ehliyete saygısıdır.

Bu saygıya sahip olmayan bireyleri cennete koysanız orada insanlar birbirini yer. Cennet, dünyaya döner.

Bu durum sadece devlet sisteminde değil her türlü sosyal yapıda geçerlidir.

Dernekler, vakıf yönetimleri, sivil toplum kuruluşları hatta en küçük yapı olan aile.

Bu esasların cari olmadığı her yapı fitne ve huzursuzluk üretir.

Bu nedenle önemli olan “sistem” değil “insan”dır.

Sonraki yazı: Isırıcı saltanat ve Yezitler çağı

Kaynak: Tr724

Exit mobile version