YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye 15 Temmuz sonrasında devlet kademelerinde büyük bir tasfiyeye şahit oldu. Tasfiyeler sadece üniversite ve sivil bürokrasi ile sınırlı kalmayıp askerî bürokrasiye de uzandı ve binlerce subay ordudan uzaklaştırıldı. Özellikle darbeyle hiçbir ilgisi olmayan subayların bir türlü bitmek bilmeyen bir şekilde ordudan tasfiyesi, büyük bir şaşkınlığa yol açtı.
Türkiye’de geçmişte de birçok tasfiye yaşanmış, orduda 15 Temmuz sonrası yaşanan tasfiyelerden önceki en kapsamlı ihraçlar ise 27 Mayıs cuntacıları tarafından yapılmıştı.
MENDERES’TEN 27 MAYISÇILARA
Demokrat Parti (DP) 1950 seçimlerini kazanıp hükümeti kursa da askerî bir darbeden endişe ediyordu. Bu nedenle DP’nin ilk icraatlarından birisi orduda tasfiye yapmak oldu. Menderes iktidarı başta Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman olmak üzere on beş generali emekli ederek üst komuta kademesini yeniden şekillendirdi. Ayrıca yüz elli kadar albayı da “CHP yanlısı” oldukları gerekçesiyle tasfiye etti.
DP’ye karşı yapılan 27 Mayıs Darbesi, emir komuta kademesi içinde gerçekleşmemiş, ordu içindeki bir “cunta” ülke yönetimine el koymuştu. Bu cunta sonradan “Millî Birlik Komitesi (MBK)” adını alacak ve darbe sonrasındaki icraatları gerçekleştirecektir.
Otuz sekiz kişiden oluşan MBK’nın yapısına bakıldığında iki orgeneral, bir korgeneral ve dört tuğgeneral haricindeki subayların; albay (7), yarbay (7), binbaşı (11) ve yüzbaşı (6) rütbesinde oldukları görülmektedir.
MBK’nın bu yapısı dikkate alındığında “bir yüzbaşının generale emir vermesi gibi” tuhaflıklar ortaya çıkmıştı. Ayrıca orduda cuntaya karşı olan ve askerin siyasete karışmasının doğru olmadığını düşünen subaylar vardı. İşte bu nedenlerle MBK, orduda büyük bir tasfiye hareketine girişmiş ve böylece sonraki dönemler de şekillendirilmiştir.
ORDUDA BÜYÜK TASFİYE
27 Mayıs sonrasındaki tasfiyelerle ilgili genel kanaat, isimlerin darbeden önce belirlendiği, sonrasında da Dündar Seyhan, Şinasi Orel ve Halit Sencer gibi cuntacıların oluşturduğu bir komisyonda kesinleştirildiği şeklindedir.
Darbeden üç ay sonra tasfiye gündeme gelmiş ve 26 Temmuz 1960’ta yapılan olağanüstü toplantıda detaylar görüşülmüş, MBK tasfiyeyi “orduyu gençleştirmek ve piramide benzeyen rütbe silsilesini yeniden oluşturmak” gibi gerekçelerle açıklamıştır.
2 Ağustos 1960’ta kabul edilerek 5 Ağustos 1960 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan 42 Sayılı Kanun’da “Subay, askerî memur ve astsubaylardan 25 fiili hizmet yılını dolduranlar emekliliklerini isteyebilecekleri gibi, kurumlarınca da re’sen emekliliğe sevk edilebilirler” ifadesi yer almaktaydı. Bu hüküm, o döneme kadar görülmedik boyutta bir tasfiyeye zemin hazırlamıştır.
Emekliliğe sevkte tek kriter “yirmi beş yıl hizmet şartı” olduğundan, rütbelere bakılmaksızın bütün subayları hedef alan bir süreç başladı. MBK yirmi gün içinde subayların yarısına yakınını emekliliğe sevk etti. Tahmin edilebileceği gibi ulusal basın da tasfiyelere büyük bir destek verdi.
Tasfiye edilenlerin sayısı hakkında kaynaklarda farklı sayılar yer almakta ve 4,000-7,200 arasında değişmektedir. 42 sayılı Kanun’la ilk aşamada 275’i general olmak üzere 5,000 civarında subay ihraç edildi. Böylece Türk ordusundaki generallerin yüzde 90’ı, kurmay albayların yüzde 95’i, albayların yüzde 75’i, yarbayların yüzde 50’si ve binbaşıların yüzde 30’u tasfiye ediliyordu.
Tasfiyelerde kamuoyuna “dürüstlük” mesajı vermek amacıyla; rüşvet alan, bir kadınla nikahsız yaşayan, zimmetine para geçirme suçu işleyen bazı subaylar da yer almıştı. Ordudaki gücünü artıran Cemal Gürsel, 1960 Kasım’ında MBK içinden 14 darbeci subayı da tasfiye etti.
İhraçlar orduda kademe düzensizliği ve normal düzene dönülememesi gibi bir durum ortaya çıkardı. Hiyerarşinin bozulmasıyla ordu, bir türlü düzene girmedi ve sonrasında Talat Aydemir iki defa darbe teşebbüsünde bulundu. Aydemir’in bu girişimleri sonrasında da iki yüz subayla birlikte 1,459 Harp Okulu öğrencisinin orduyla ilişiği kesildi.
Cuntacılardan Orhan Erkanlı’nın ifadesiyle bazı subaylar hayatları boyunca gelemeyecekleri kademelere bir gecede ulaşmışlar, bazı yerlerde uygun rütbede subay bulunmadığından düşük rütbeliler tayin edilmişti. 1960-1965 arasında orduda yapılan tasfiyeler sonrasında orduda sadece yirmi general kalmış, Harp Okulu’nda yapılan tasfiyeler de sonraki yıllarda subay eksikliği yaşanmasına neden olmuştur.
ABD Mİ YAPTIRDI?
Tasfiyelerle ilgili en büyük soru işareti, tasfiyelerin gerekçesidir. Birçok yayında tasfiyenin Türk ordusunun “hantal” yapısından memnun olmayan NATO ve ABD’nin isteğiyle yapıldığı ileri sürülmekte ve delil olarak da ABD’nin para vermesi gösterilmektedir. Bu konuda en yeni çalışmalarda da benzer görüşler savunulsa da Armaoğlu’nun 1996’da Amerikan arşiv belgelerine dayanarak yaptığı çalışma, süreci aydınlatma adına ayrıntılı bilgiler içermektedir.
Amerikan belgelerine göre tasfiye öncesinde ABD’nin Ankara büyükelçisi Warren, askerî danışmanlarıyla birlikte cunta lideri Gürsel’i ziyaret etmiş ve konuyu bizzat Gürsel gündeme getirmiştir. Gürsel, üst kademelerde yaşlanma meydana geldiğini, orduyu gençleştirmek için albay ve üst kademelerdeki subayları emekli edeceklerini, bunun için 100 milyon dolara ihtiyaç olduğunu söylemiş ve ABD’den destek talep etmiştir.
Gürsel bu sayıyı 2,900 olarak açıklamış, Warren de sonraki bir raporunda generallerin yüzde 90’ının, albayların yüzde 55’inin, yarbayların yüzde 40’ının ve binbaşıların da yüzde 5’inin ihraç edileceğini belirtmiştir. Görüşmede Warren, Gürsel’e tepki göstererek böyle bir tasfiyenin ordunun savaş gücünü azaltacağını, Kongre’nin de dış yardımları azaltma eğiliminde olduğundan para desteğinin mümkün olmayacağını söylemişti.
Warren, Washington’a ise tasfiyenin amacının “siyasal” olduğunu yazmış ve para yardımına karşı çıkmıştı. Büyükelçi MBK’ya sonradan böyle bir şey yapılacaksa “kademeli olarak yapılmasını” teklif etmiş hatta dönemin Başbakanlık Müsteşarı Alparslan Türkeş’le de tartışmıştı.
Bunun üzerine NATO Başkomutanı General Norstad devreye girmiş, önce Ankara sonra da Washington’u ziyaret ederek ABD’nin 10 milyon dolarlık desteğinin gerçekleşmesini sağlamıştır.
İlginç bir şekilde Norstad’ın cuntacılardan, mecburi emekliliğin “siyasal tasfiye” olmamasını istediği görülmektedir. Bu şekilde Gürsel, tasfiye için ancak 10 milyon dolar alabiliyordu. Amerika’nın bu yardımı bütçede Eminsu’larla ilgili değil bütçenin bazı kalemlerini destekleme şeklinde gösterilmiştir.
Konuyla ilgili olarak Türk arşivlerinde yeterli belge olmaması, olayın tam olarak aydınlanmasını engellemektedir. Mevcut bilgilerle, asıl iradenin MBK’den geldiğini ve NATO menfaatleriyle MBK’nın siyasi amaçlı tasfiye hedefinin örtüştüğünü söylemek doğru bir tespit olacaktır.
Warren ayrıca Washington’a, “Türk ordusu artık eski Türk ordusu değildir” ve Türkiye çok kötü yönetilse de “Sovyet tehdidine karşı” Gürsel’e destek verilmesi gerektiğini yazacaktır.
EMİNSULAR VE MÜCADELELERİ
42 Sayılı Kanun’la emekliliğe sevk edilen subaylar, emekli edilme gerekçelerini bile bilmiyorlardı. Kendilerine emekli maaşı bağlanmış, emekli aylıklarının bir yıllık toplamının ikramiye olarak ödenmesi kararlaştırılmıştı. Ancak hem onur kırıcı bir şekilde ordudan atılmışlar hem de bütün kariyer planları yok edilmişti. Toplum nezdinde de “işe yaramaz ve devrim karşıtı” olarak algılanmışlardı.
Emekli subaylar, geriye dönebilmek için çeşitli makamlardan yardım istedilerse de “ordu istemiyor” denilerek kendilerine olumsuz cevap verildi. Bu dönemde üniversitelerden atılan ve kamuoyunda “147’likler” olarak bilinen akademisyenlerin görevlerine iade edilmeleri, bu subayları da ümitlendirdi.
Emekli subaylar orduya dönmek için “Emekli İnkılap Subayları Derneği” adıyla bir dernek kurdular. Genellikle “EMİNSU” olarak bilinen bu dernek, subayların geri dönüşü için birçok faaliyette bulundu ve 12 Eylül’de kapatılana kadar varlığını sürdürdü.
Eminsu’lar hiçbir makamdan olumlu bir cevap alamadıkları gibi TBMM Dilekçe Komisyonu kendilerine, “Her ihtilalin kendine göre bazı tasarrufları olacağı tabiidir. Bu tasarrufların normal hukuk devleti nizamı içinde mütalaası mümkün olmadığı gibi Anayasa’ya aykırılık iddiası da ileri sürülemez” cevabını verdi.
Eminsu’ların mücadelesi basına da yansıdı ve birçok köşe yazarı, bu subayların mağduriyetine yer verdiyse de 1961 seçimleri sonrasında geri dönmeleriyle ilgili girişimlere büyük bir darbe vuruldu.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in başkanlığındaki MBK, dönemin siyasi parti liderleri Ragıp Gümüşpala, İsmet İnönü, Ekrem Alican ve Osman Bölükbaşı’nın katılımıyla toplanarak sivil dönemle ilgili kararlar aldı. “Çankaya Protokolü” adıyla açıklanan metinde Eminsu’ların tekrar dönüşlerine onay verilmemesi kararı da yer alıyordu. Eminsu’lar Süleyman Demirel’in iktidarında da destek bulamadılar ve orduya geri dönemediler. Tek kazançları ise en son 1992’de olmak üzere birkaç defa maaşlarının iyileştirilmesi oldu.
27 MAYIS’TAN 12 EYLÜL’E
27 Mayıs’ın tasfiyeleri, “Atatürkçülük” kırmızı çizgisinin orduda hâkim güç olmasını sağladı. 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi ve 28 Şubat Süreci’nde “Atatürkçülük”, temel ilke oldu ve darbeler, bu gerekçeye dayandırıldı. Hatta 15 Temmuz’da yayınlanan bildiride de “yüce Atatürk’ün önderliğinde” ifadesi yer almıştı.
Tasfiyenin NATO’ya uyum ve “orduyu gençleştirme” amacıyla yapıldığı söylense de asıl amacın “Türk ordusunun savaş gücüne büyük bir darbe indirmek pahasına” cuntacıların kendi ideolojilerine uygun bir komuta kademesi ve subay kadrosu oluşturmak olduğu çok açıktır. Bu kadrolar daha sonra Türkiye’nin bir askerî vesayet rejimine dönüşmesini sağladılar.
27 Mayıs’tan yıllar sonra TSK yine büyük bir tasfiye süreci yaşadı. TSK’nın 1 Nisan 2016 tarihinde yaptığı resmî açıklamaya göre orduda 39,468 subay ve 97,145 astsubay görev yapmaktaydı. 15 Temmuz sonrasında TSK’dan 23,664 subay ve astsubayın ihraç edilmesi, Türkiye’de sadece sivil bürokrasi değil orduyu da kapsayacak şekilde yeni bir rejim kurulduğunun açık kanıtıdır.
Bu yeni rejimin demokratik olması mümkün olmadığı gibi zaten yeterli olmayan özgürlüklerin, temel insan haklarını zedeleyecek şekilde geri götürüldüğü bir gerçektir. 27 Mayıs nasıl Türkiye’de askerî vesayete dayanan bir düzen kurmuşsa 15 Temmuz sonrasında seçimler devam etse de öncesiyle mukayese edilmeyecek boyutta otoriter bir rejime geçilmiştir.
27 Mayıs’a benzer şekilde 15 Temmuz sonrasındaki ihraçlarda da ABD’nin onayının alınıp alınmadığı Türk arşivlerinden olmasa da yirmi, yirmi beş yıl sonra Amerikan arşivlerinden anlaşılacaktır.
***
Kaynakça: Resmî Gazete, 5 Ağustos 1960, S. 10570; A. İlyas, “27 Mayıs Askerî Darbesi’nin Sancıları ve Orduda Tasfiyeler 1960-1964”, TİMAAD, 2016, S. 22; F. Armaoğlu, “Amerikan Belgelerinde 27 Mayıs Olayı”, Belleten, Nisan 1996, S. 227; M. İlhan, “Türk Silahlı Kuvvetlerinde Tarihi Tasfiye: Eminsu Olayı, TDATD, 2015, S. 217; https://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/tsk-personel-sayisini-acikladi-2-1164308/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber (19.07.2021); https://www.sozcu.com.tr/2021/gundem/akar-bugune-kadar-toplam-23-bin-364-kisi-tskdan-ihrac-edildi-6537236/ (19.07.2021).
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***