Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Tiryakilerin Osmanlı yönetimiyle imtihanı

Tiryakilerin Osmanlı yönetimiyle imtihanı


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Amerika kıtasının keşfi sonrasında Avrupa’ya ve Osmanlı topraklarına ulaşan tütün, kısa sürede bir tiryaki kitlesi oluşturmuş ve büyük tartışmaları da beraberinde getirmişti. Osmanlı uleması, ehl-i keyfin vazgeçemediği bir tüketim maddesi haline gelen tütüne karşı haram, mubah ve mekruh olduğuna dair farklı fetvalar vermişti.

Osmanlı devlet adamları da otoriter rejimlerini devam ettirmek için “asayişi bozduğu gerekçesiyle” tütünü yasaklama yolunu seçtiler ve fermanlarla yasağı uygulamaya koydular. Ancak tütün bir süre sonra çok geniş bir coğrafyada yetiştirilecek ve hem halk hem de devlet için önemli bir gelir kaynağı haline gelecektir.

FAYDALI BİTKİ TÜTÜN!

Amerika’nın keşfi sonrasında bu kıtanın ürünleri üzerine çalışmalar yapılmış, İspanya Kraliyet doktorlarından Monardes, yeni dünyanın tedavi edici ürünlerini tanıtan eserinde tütüne de bir bölüm ayırmıştı. Monardes’e göre tütün, yirmi kadar hastalığa iyi gelmekteydi. Bu kitap yüzyıllarca Avrupa’da çok çeşitli kesimlerin başvuru kaynağı olacaktır.

Tütün Avrupa’da, üst sınıfların kullandığı, çok sonraları halkın tüketebildiği kahve, çikolata ve çayın aksine kısa zamanda her kesimin kullandığı bir ürün olmuştu. Keyif verici özelliğiyle 17. ve 18. yüzyılda, yetişkin erkekler, çocuklar hatta hamile kadınlar tarafından tüketilmeye başlamıştı. Artık insanlar çalışırken, sohbet ederken tütün kullanmakta, rahipler de ayin öncesinde ve ayin sırasında tütün içmekteydiler.

Avrupa’da tütünün faydalarına dair eserler yazılıyor; balgam sökücü olduğu, nemli bölgelerde yaşlı insanlara iyi geldiği, sindirim için faydalı olduğu, midedeki asitleri ayarladığı belirtiliyor, beslenme için faydası olduğundan hamile kadınların da tütün kullanmaları tavsiye ediliyordu.

Avrupa’da “kutsal bitki” olarak görülen tütüne ve hızla yayılan tütün içme alışkanlığına karşı 17. yüzyıldan itibaren İngiltere, İsveç, Danimarka, Rusya ve Napoli’de “yangınlar” gerekçe gösterilerek kısa süreli yasaklar konuldu. Kiliseler de mensupları için tütün yasağı getirdiler ve içenlerin lanetleneceğini ve cezalandırılacağını ilan ettiler. Ancak kilisenin katı tutumuna rağmen rahipler hatta papalar tütün ve enfiye kullanmaya devam ettiler. Bunun sonucu olarak da 18. yüzyılda yasağa son verildiği gibi bir süre sonra rahipler için bir tütün imalathanesi kuruldu.  

TÜTÜN YASAĞI VE İDAMLAR

Yeni dünyanın keşfiyle Akdeniz yoluyla Osmanlı ülkesine giren tütüne ilk zamanlar “tabaka-tabaga” denilmişse de resmi yazışmalarda “duhan” olarak kullanılmış, halk arasındaki adı ise “tütün” olmuştur.

Genellikle 16. yüzyıl sonlarında Osmanlı topraklarına ulaştığı kabul edilen tütün, yabancı tüccarlar tarafından “her hastalığın çaresi” olarak takdim edilmişti. Kısa sürede yayılan tütün nedeniyle Peçevi’nin ifadesiyle “dumanından kahvehanelerde insanlar birbirini göremez hale gelmişti”.

Devletin tepkisi yasaklar koyarak üretimini, ticaretini ve tüketimini engellemeye çalışmak olmuş, ulema da haram, mubah ya da mekruh olduğu tartışmalarına girmiş ve bu konuda 165 civarında risale kaleme alınmıştı.  

Osmanlı Devleti’nde ilk tütün yasağı I. Ahmet devrinde konuldu. 1609 yılında çıkarılan fermanda; bir iki seneden beri İngiltere’den “tabaga” denilen bir yaprağın getirildiği, halkın bunu lüle içine koyarak ateşle yakıp dumanını çektiği, bu alışkanlığın hızla yayıldığı ve bunu içen alimlerin ilminden, imamların hizmetinden, esnaf ve zanaatkârların işlerinden geri kaldıkları, bu yaprağın içilmesi nedeniyle hastalıklar çıktığı ve ölümlerin arttığı belirtiliyordu. İşte bu nedenlerle bu yaprağın ekimi, ticareti ve kullanılması yasaklanıyordu.

Bundan sonra da benzer yasaklama kararları sancaklara gönderildi. 1614 yılında çıkarılan fermanın gerekçesi ise saray için temin edilen balmumunun fiyatının aşırı yükselmesiydi. O dönemde Biga ve Manisa sancaklarında tütün üretimi yaygınlaşmış ve çiftçiler, tütünün böceklenmesini önlemek için balmumu kullanmaya başlamışlar, bu durum balmumu fiyatının hızla artmasına yol açmıştı.

İki sancağın kadılarına gönderilen fermanda, balmumu fiyatlarının yükselmesi nedeniyle ahalinin tütün ekmesine ve içmesine izin verilmemesi emrediliyordu. Bu durum tütünle ilgili yasaklarda dini veya sağlıkla ilgili faktörler yanında ekonomik nedenlerin de etkili olduğunu göstermektedir.

En şiddetli yasaklar ise IV. Murat zamanında uygulandı. Bir süredir bozulan devlet otoritesini ikâme etmek isteyen IV. Murat, tütün yasaklarını yeniden uygulamaya koydu. 1631’de Anadolu ve Rumeli’yi kapsayan ilk fermandan sonra 1633’te çok sert ve geniş kapsamlı bir yasak devri başladı. Bahane ise Avrupa’daki gibi “yangındı”.

1633 yılında Cibali’de bir denizcinin ateşiyle çıkan ve 20,000 evi yok eden büyük bir yangın meydana gelmişti. Yangının sebebi olarak tütün ateşi gösteriliyor ve Padişah IV. Murat kuvvet ve şiddete dayanan yönetimi için bir bahane elde ediyordu. Asıl nedense İstanbul’un her yerine yayılmış, her kesimin bir araya geldiği, tütün ve kahve içilen kahvehanelerde padişahın ve devlet idaresinin açıkça tenkit edilmesiydi.

Padişahın bulduğu çözüm, bütün kahvehanelerin yıktırılması ve tütün (duhan) yasağının çok ağır bir şekilde uygulanmasıydı. Padişah fetvayı da Kadızadelilerden almış ve uygulamayı bizzat kendisi takip etmişti.

Naima’nın anlatımına göre tebdil-i kıyafet gezen Padişah, tütün kokusu olan yerleri basmakta, geceleri de evlerin bacalarını koklamaktaydı. Sigara içenlerin cezası ise sorgusuz sualsiz idamdı. Naima, Bağdat seferinde padişahın “şurb-u duhan (tütün içme)” yasağını bizzat takip ettiğini, menzillerde gizlice sigara içen tiryakilerin Üçpınar, Urfa ve Halep’te elleri ve ayaklarının ve kemiklerinin kırıldığını veya boyunlarının vurulduğunu ifade etmektedir. Bütün bu şiddet uygulamalarına rağmen tiryakileri vazgeçirmek mümkün olmamış, onlar sigaralarını tellendirmeye devam etmişlerdi.

HARAM MI HELAL Mİ?

Ulema tütün konusunda büyük bir tartışmaya girişmiş, bu konuda ayetlerden, hadislerden deliller gösterilmiş hatta hadisler uydurulmuştur. Haram olduğunu savunanlar, Allah’ın iyi ve güzel şeyleri helal kıldığını, ihtiyaç olmayan, kötü kokusu olan ve israftan başka bir şey olmayan tütünün helal olamayacağını ileri sürüyorlardı.

Mekruh olduğunu düşünenler ise sağlığa zararlı ve “bidat” olmasının yanında verdiği keyif nedeniyle ibadetlerde gevşekliğe yol açtığı ve onu kullananların “bir kavme benzeyen ondandır” ayetine uygun hareket ettikleri kanaatindeydiler. Mubah diyenler ise tütünü yasaklayan açık bir şer’i hüküm olmadığını belirtmişlerdi.

1609-1657 yıllarında yaşayan, dolayısıyla bütün tartışmaları yakından takip eden Kâtip Çelebi ise “Mizanü’l Hak” adlı eserinde tütüne geniş bir yer ayırmış ve haram helal tartışmalarını “tek bir şey hem mubah hem mekruh ve hem haram olur mu? Çelişme değil midir?” diyerek tenkit etmişti.

Osmanlı ulemasının sert tavrı daha sonra yumuşadığı gibi IV. Murat devrinde “tütün içtiği gerekçesiyle” Halep kadılığından azledilerek Kıbrıs’a sürülen Bâhâi Mehmed Efendi, 1649’da şeyhülislam oldu. Bu göreve tayin olduğunda “Gelmedi dehre Bahâî gibi âlim müfti” şeklinde tarih düşürülen Bâhâi Efendi, “tütünün mubah olduğuna dair” fetva verdi.

Yasaklara ve haram olup olmadığı tartışmalarına karşılık tütünün ekimi, ticareti ve içimi, bütün dünyada olduğu gibi Osmanlı topraklarında da engellenemedi. Devletin bütün baskısına ve ulemanın ağır fetvalarına rağmen tiryakiliğin önü alınamadı. Sonuçta tütün, 17. yüzyıl sonlarında yasal bir gelir kalemi olarak görülmeye başladı ve zamanla devletin en önemli gelir kaynaklarından birisi oldu.

Tütün ekim alanları da sürekli arttı ve 18. yüzyıl başında 180 kazada ekim yapılırken bu sayı 19. yüzyılın ilk yarısında bu sayı 367 oldu. Yine 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı ülkesinde bir milyon dönümlük bir alanda tütün yetiştirilmekteydi.

Tütün tüccarlarının sayısı da zamanla ciddi bir artış gösterdiği gibi tahminlerin aksine bu alanda Müslüman tüccarlar öne çıktılar. Örneğin 1697’de İstanbul’a tütün getiren tüccarların yüzde 95’i Müslümanlardan meydana gelmekteydi. Yine 1773’te Selanik’teki tütün tüccarlarının yüzde 80’i Müslümandı.  

Bir zamanlar ciddi tartışmalara konu olan tütün, zamanla önemli bir ihraç maddesi oldu. 1878’de 10 milyona ulaşan ihracat, devletin yıkılışına kadar yedi ile on milyon okka arasında gerçekleştiği gibi bazı tütünler de Avrupalı tiryakilerin vazgeçilmez keyif maddesi haline geldi.

Sonuçta tiryakilerle devlet arasındaki mücadeleyi ulemanın “tütünün haram veya mekruh” olduğu yönündeki fetvalarına rağmen tiryakiler kazandı. Devlet de hem ihraç hem de vergi kalemi olarak tütünün “faydalarını” keşfedince idama kadar varan ağır cezalardan vazgeçmeyi tercih etti ve tütün kullanımı, “en zenginden en fakire kadar” ehl-i keyfin başlıca tüketim maddesi olarak her yere yayıldı.

Son olarak kaderin garip bir cilvesini aktaralım. Cibali yangını, IV. Murat’ın tütün yasakları için “ideal bir bahane” oluşturmuştu. Bu yangından yaklaşık iki yüz elli yıl sonra Cibali’de II. Abdülhamit devrinde “Tütün Rejisi” binası inşa edilmiş, bu bina cumhuriyet devrinde de “Cibali Tütün Fabrikası” olarak kullanılmıştır.

***

Seçilmiş Kaynakça: R. Baykara, “Osmanlı Devleti’nde İlk Tütün İçme Yasağı ve İktisadi Sebebi”, N. Sakaoğlu, “17. Yüzyılda Tütün Haram, İçenler İdamlıktı; Ehlikeyfin Kitabı, İstanbul, Kitabevi, 2004; F. Yılmaz, “Tütünün Dünyaya Yayılışı ve Osmanlı İmparatorluğuna Girişi”, Osmanlı, Ankara, Yeni Türkiye, 1999; F. Yılmaz, Ş. Özen, “Tütün”, TDV İA, 2012, C. 42; F. Yılmaz, Osmanlı İmparatorluğunda Tütün, MÜ TAE Doktora Tezi, İstanbul, 2005; M. İpşirli, M. İ. Uzun, “Bahai Mehmed Efendi, TDV İA, 1991, C. 4.

Kaynak: Tr724

Exit mobile version