Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

NATO zirvesi

NATO zirvesi


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Uzun bir süredir Türkiye politikasını izleyenlerin odaklandığı önemli dış politika konularının başında NATO zirvesi geliyordu. Normalde rutin diyebileceğimiz uluslararası ilişkiler haberlerinden biri olması gerekirken, bu zirve iki nedenle önem taşıyordu. Birincisi Türkiye ile ilgili özel neden: Türkiye-ABD ilişkileri tarihindeki en zor dönemeçlerden birinde iken NATO zirvesinde ABD başkanı Biden ile Erdoğan’ın bir araya gelmeleri bekleniyordu ve bu nedenle de zirve Türkiye açısından çok önemliydi. İkincisi, küresel ilişkilerin seyrine ilişkin neden: Trump döneminin neden olduğu dört yıllık derin boşluktan sonra Atlantik ilişkilerinin yeniden toparlanması, bu zirveye endekslenmişti. Özellikle Batı dışı ittifakın – başta Rusya ve Çin – dünyayı yeni bir küresel Soğuk Savaş’ın eşiğine getirdiği şu günlerde, herkesin gözü NATO’nun, yani aslında ABD’nin, buna nasıl bir yanıt vereceğindeydi. Bu yazıda, aslında birinci konu kadar ikinci konunun da odağında Türkiye’nin bulunması ele alınacak. Nasıl mı? Gelin beraber bakalım.

Türkiye 2013 sonrası dönemde Batı ittifakından kopma emareleri göstermeye başladı. NATO’nun karşısındaki iç odaklar bu tarihten sonra Türk devletinde etkinliklerini arttırdılar. Atlantik işbirliğinin karşısında bir Avrasyacı dış politika pozisyonu, Türk dış politikasında başat yaklaşım halini aldı. Türkiye ittifaktan mental olarak koptu. Sahada öncelikle Suriye’de ortaya çıkan yeni durum, Türkiye’yi Rusya’ya yaklaştırdı. İç kaygıları nedeniyle Ankara giderek NATO ve Batı’dan farklı öncelikleri dile getirmeye ve bölgesel politikalarını formüle ederken NATO ile taban tabana çıkarların peşinde hareket etmeye başladı. Arap Baharı denen, ancak kısa zamanda Arap kışına dönen bir atmosferde, kadim emperyal ve İslami geçmişine atıfta bulunan bir dış politika retoriği izlendi ve bunun sahada gereğini yapan adımlar atıldı. Suriye’de Özgür Suriye Ordusu’nun cihatçı radikalizme kaymasının ardından ABD bu oluşuma desteği kesme kararı alırken, Türkiye son sürat radikal terörist grupların hamiliğini üstlendi. Bunu yaparken, bu grupların Esad’a karşı savaşmalarını bir tür kamuflaj ve meşruiyet zemini olarak kullandı. Böylece El Kaide türevi El Nusra, IŞİD ve irili ufaklı yerel cihatçı teröristlerle beraber hareket etmeye başladı. Kuzey Suriye’deki Kürt muhalefetiyle ise araya ciddi mesafe koydu. IŞİD’e ve diğer cihatçı manyaklara karşı ABD’nin güvenli müttefiki olarak çok iyi bir performans sergileyen Kürt gruplar, böylece Ankara tarafından Suriye denkleminde düşman olarak addedildi. Bu, Batı ile Türkiye arasındaki en büyük farklılığı oluşturdu. Bir taraftan cihatçı grupları desteklemesi, diğer taraftan seküler ve Batı yanlısı Kürtlerin IŞİD ile olan mücadelelerinde desteklenmemesi, hatta onlara karşı fiilen savaş açılması, akıllara “Türkiye ne yapmak istiyor?” sorusunu getirdi.

Derken, 2016 Temmuz’u geldi. 15 Temmuz’dan hemen sonra Ankara açıkça ABD ve Batı’yı bu darbe kalkışmasının destekçisi, plancısı ve müsebbibi ilan etti. En yüksek seviyelerden defalarca ABD bu darbenin tertipçisi olarak lanse edildi. ABD ve Batı karşıtı retorik marjinal olmaktan çıktı, ana akım siyaset dili oldu. Televizyonlardan yedi yirmi dört bu Batı ve ABD düşmanlığı pompalandı. Türkiye kamuoyu, tarihte hiç görülmemiş bir anti-Batı eğilim içine girdi. Dahası, bunu yapan sadece AKP ve MHP değildi. HDP’yi kısmen hariçte tutacak olursak, CHP ve İYİP başta, Türk muhalefeti de bu anti-Batı koroya gönüllü olarak katıldı.

Bu dönemde Türkiye artık fiilen bir NATO üyesi olarak davranmayı tümden terk etti. Açıktan Rusya-Çin-İran yönüne girildi. Türkiye, Rusya’dan S-400 füze sistemlerini alma kararını verdi. NATO ve ABD bu konuda çok net bir pozisyon belirledi ve bu kararın değiştirilmesi yönünde önce diplomatik, sonrasında daha sert tepkiler ortaya koydu. Herkes Ankara’nın bu söylemi bir retorik taktik olarak kullanacağını beklerken, Ankara sürpriz bir kararla silah sistemlerinin parasını ödedi. Bu arada Batı karşıtı diskur devam etti. Her fırsatta 15 Temmuz’un arkasında Washington’ın olduğu söylendi. Bu dönem NATO’nun Ankara ile askeri istihbarat paylaşımını düşük seviyelere gerilettiği konuşulmaya başlandı.

Dahası, 2016’dan sonra Türkiye artık liberal-demokratik bir hukuk devleti olma özelliğini tümüyle bir kenara bırakarak, stratejik ortaklığa girdiği Rusya’dakine benzer bir rejimi seri adımlarla inşaya koyuldu. Otoriter ve güçler birliğine dayalı bir Oryantal başkanlık sistemi getirildi. Erdoğan gücünü konsolide etti, güç paydaşları olan MHP ve derin devlet – Avrasyacı yapı – devletin güvenlik politikalarında daha etkin hale geldi. 2013’ten itibaren serbest bırakılan Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Askeri Casusluk gibi davaların sanığı olan askerlerin önemli bölümü aktive edildi. 15 Temmuz sonrası Türk ordusunun NATO’cu olarak bilinen kanadı tümüyle tasfiye oldu. TSK’daki general ve amiral kadrolarının toplamının yüzde ellisi tutuklandı ve yerlerine Avrasyacı veya sisteme uygun subaylar atandı. Benzer bir kadro kıyımı kurmay subaylara yapıldı. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından bu yana Türk ordusu tarihinde hiçbir dönem yaşanmamış olan bir kadro tasfiyesinden bahsediyoruz.

Bu dönem Rus yanlısı Avrasyacı yönelim nedeniyle Moskova Akdeniz’e inerek Suriye’nin Tartus limanına yerleşti. Ve Suriye’yi kendi güdümüne aldı. Esad saha kontrolünü hızla kazanırken, sırtını dayadığı Rusya Suriye’deki bir numaralı belirleyici aktör oldu ve Ortadoğu politikalarını bir dip dalgayla tümden dönüştürdü. Bu ara Trump’ın stratejik hatası sonucu ABD, Suriye’den çekilme kararı aldı. Böylece Suriye tümüyle Moskova’nın arka bahçesine dönüştü.

Türkiye de Rusya ile işte böylesi bir ortamda stratejik işbirliğine girdi. Bu cümlenin açılımı, Ankara’nın Rusya’nın peyki haline gelmesidir. Bu sayede Avrasyacı Rus jeopolitiğinin en başta gelen hedeflerinden ikisi gerçekleşmiş oldu: NATO – Atlantik kanadı – fire verdi ve bütünlüğü bozuldu. Ve ardından Rusya çevrelenmiş olma durumunu Soğuk Savaş’ın ardından ilk kez kırdı. Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra, Suriye ve kısmen de Türkiye’yi kontrol altına alarak, güney koridorunu açtı. Dünyanın en önemli bölgelerinden biri olan Ortadoğu’da oyuna girdi.

Türkiye S-400 kararından sonra üretici olduğu F-35 projesinden atıldı. Dahası, yılların birikimi ve stratejik kazancı olan üretici ülke konumunu yitirmesinin yanında, alıcı ülke olma özelliğini de kaybetti. ABD, en üst seviyeden ve diplomatik teamüllerin dışında bir dille defalarca Ankara’yı uyardı ve S-400’leri almamasını, aldıktan sonra da operatif hale getirmemesini söyledi. Bugüne dek Ankara S-400’leri ambalajlarından çıkarmadı. Fakat mesele halen nihai bir çözüme kavuşmadı. Elbette Rusya bu silah sistemlerinden elde ettiği milyarlarca doları aldı ve NATO içinde bir Truva atı olarak kullandığı Erdoğan rejimi üzerinden bölgesel ve küresel etkisini arttırdı. Ankara’nın basiretsiz politikaları yüzünden, 17. yüzyıldan bu yana Rusya’nın Akdeniz’e inmesini başarılı bir şekilde engelleyen politikalar buhar oldu.

NATO zirvesinden çıkan sonuç, Batı’nın bu gerilemeye artık dur demesidir. Rusya’nın siber saldırılarından Ukrayna’daki yayılmacılığına, anti demokratik uygulamalarından muhaliflere olan tutumuna, bölgedeki Rus varlığına sert bir yanıt geliyor. Erdoğan, ezik bir şekilde zirvenin başarılı geçtiğini söylese de, zirvedeki ana mesaj, Ankara’nın Rusya güdümündeki dış ve güvenlik politikalarında bir sona gelindiğidir. Bu durum salt dış politika değişimiyle sınırlı kalmayacak önemde bir gelişme. Türkiye’deki Avrasyacılar için çember daraldı. Türkiye bir yol ayrımına geldi. Erdoğan, Avrasyacılar ile ABD’nin baskıları arasına sıkıştı. Muhtemelen bu durum iç siyasette önemli değişimleri tetikleyecek. Biden’ın otokratlara verdiği mesajda muhatap sadece Rusya ve Çin değildi. Erdoğan döneminin otoriterleşme eğilimi bu saatten sonra artık devam edemez. Üç vakte kadar Türkiye’de değişimler görülmeye başlayacak. Kavala ve Demirtaş’ın serbest bırakılmaları gibi zaman kazanmaya yönelik hamleleri birkaç ay içinde görebiliriz. Fakat bu, beklentileri kesmeyecektir. Türkiye muhalefetin daha fazla muhalefet gibi hareket etmeye başlayacağı bir döneme girebilir. KHK’lar konusu – özellikle tasfiye edilen Batı yanlısı kadrolar bağlamında – gündeme gelebilir. Avrasyacılar daha pasif görevlere getirilebilir. 30 Ağustos’ta bazı bariz hamleler gelebilir.

Fakat!

Avrasyacılar ve derin yapı bu dönemde oldukça güçlendi. Onların kazandıkları mevzileri hemen terk etmelerini beklemek saflık olur. Erdoğan’a karşı elleri güçlü! Ortaklık biterse, direnmeden geri çekilmeleri olası değil. 15 Temmuz konusundaki bilinmezlikler ve sis perdesi ardında olan şeyler neyse, onlar bu koalisyonun devam etmesinin en önemli gerekçesi. Eğer Erdoğan, Batı’ya yönelerek iktidarını bir şekilde korumayı kafaya koyduysa, 15 Temmuz’u Avrasyacıların üzerine yıkabilir. “FETÖ” diskurunun dışında bir tür “mafyalaşmış derin devlet” ve “memleketi Ruslara peşkeş çeken Avrasyacı hainler” diskuru da gündeme gelebilir. Bu sayede Erdoğan ve AKP çark edecek bahaneyi bulabilir. Eğer çakma muhalefet CHP ve İYİP de iktidar ortağı olurlarsa, tıpkı “FETÖ” diskurunda olduğu gibi, bu yeni diskura uyum sağlayabilirler. ABD baskısıyla PKK’ya silah bıraktırılıp, yeni bir “demokratikleşme” dalgası üzerinden Kürt sorunu konusunda “İkinci Çözüm Süreci” başlatılabilir. Bu arada TSK üzerindeki Avrasyacı yeniden yapılanma yeni bir tasfiye dalgasıyla engellenebilir. Erdoğan’a bu konuda yem olarak TSK’nın Batı yönelimi şartıyla daha “İslamileşmesi” sunulabilir. Böylece AKP tabanını bu gelişmeler karşısında daha kolay ikna edebilir. Son olarak, bu değişiklikleri sağlamak için ABD Türkiye’yi ekonomik olarak destekleyebilir ve AB’yi Türkiye’yi genişleme halkasına somut olarak dâhil etmeye ikna edebilir. Bunun karşılığında da Kıbrıs’ın bütünleşmesi yemini Yunanistan ve AB’ye sunabilir. İkinci bir Kore Savaşı testi olarak da, Türk askerinin Afganistan’daki NATO ve ABD misyonunu kısmen üstlenmesi gündeme gelebilir.

Ben Erdoğan ve Türk siyasetinin bu senaryonun gereği olan “dansözlüğü” yapabilecek kıvraklık potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum. Ya siz?

Kaynak: Tr724

Exit mobile version