YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Distopya, ütopya kavramının zıddı. Ütopya ideal olan bir ülke ve toplumu nitelerken, distopya olabilecek en kötü ülke ve toplumu betimler. Bir tür berbatlıklar ülkesi! Ütopyalar ne kadar yaratıcı düşüncelerin yaşama geçirilmeye çalışıldığı, insanoğlunun potansiyelini, içindeki iyiyi, başarabileceklerini ve ulaşabileceği gelişim düzeyini, aklın yolunu, ortak iyiyi, özgürlüğü, toleransı, olgunluğu, hukuku, mülayimliği, barışı ve uygarlığı ifade ediyorsa, distopyalar insanın içindeki kötüyü, yıkıcılığı, yetersizliği, negatif duyguları, şiddeti, zulmü, baskıyı, ceberut devleti, şiddeti ve barbarlığı tasvir ediyor.
Türkiye bir distopyadır. Bir ütopyaya yaklaşabilme potansiyelini bir avuç iktidar açı kifayetsiz muhteris politikacıya, savaşın, şiddetin ve nefretin ideolojilerine, hukuksuz ve çürümüş bürokrata, güç ve para hırsıyla kör olmuş kötülük timsali suçlulara, ahlaki izanını ve dolayısıyla insanlığını erozyonda yitirmiş toplum kesimlerine fütursuzca harcattı. Her zaman bir distopya değildi Türkiye. 2004’te Avrupa Birliği tarafından tescil edilmiş ilerlemelerle, en yüksek standartlarda kabul edilen AB demokrasisinin Kopenhag Kriterleri olarak ifade bulan ölçütlerine yaklaşmış, hatta onları asgari anlamda yerine getirmeyi başarmıştı. Az başarı öyküsü değildi. 1800’lerin sonlarından itibaren Batı ve Doğu arasında bir sentez gerçekleştirmeye çalışan Müslüman bir toplumun, biricik modernleşme deneyiminin taçlandırılacağı bir dönemdi umulan. Antagonistik bir tarihin sentezi, salt Türkiye ve Batı için değil, dünya için çok önemliydi. Başarı bir rol model yaratacaktı. 1,000 yıllık Oksident ve Orient, Goethe’nin müjdelediği gibi, önemini yitirecekti. İnsanlık için önemliydi bu. 200 yıllık bir maratonun son yüz metresinde durmak nedir? Sadece durmakla kalmadı Türkiye, geriye doğru var gücüyle koşmaya başladı!
Distopya nedir? Bir ülke düşünün. Bakın orada neler oluyor:
Gazeteciler tutuklanıyor, korkunç uzun sürelerde hapis cezaları alıyorlar. Bebekler, aylık daha, günlük, anneleriyle beraber yıllarını hapishanelerin küflü dehlizlerinde geçiriyor, oralarda büyüyor. İnsanlar pasaportları hukuksuzca ellerinden alındığı için yasadışı yollarla, uğradıkları sosyal soykırımdan kaçıyorlar, ailece. Yollarda, Meriç’i ve Ege’yi aşmaya çalışırken ölen insanların sayısını kimse bilmiyor! Akademisyenler, düşüncelerinden dolayı, imza attıkları bildirilerden dolayı, sosyal medyada yaptıkları eleştirilerden dolayı, iktidarın hoşuna gitmeyen sendikalara üye olmaktan veya iktidarca kara listeye alınıp kapatılan üniversitelerde çalışmaktan dolayı işlerini kaybediyor. Öğretmenler, iktidarın bir gecede terörizmle ilintilendirdiği okullarda ders verdiği için hain ilan ediliyor. İşadamları, inançlarından ve kişisel kanaatleri ve tercihlerinden dolayı bağış yaptıkları, faaliyete girdikleri, hayırseverlikte bulundukları kurumlar iktidarla ters düştü diye terörizm destekçiliği ile suçlanıyor, devlet mallarına mülklerine çöküyor.
Distopya nedir? Bir ülke düşünün. Bakın orada neler oluyor:
Dünya çapında tanınan, kitapları onlarca dünya diline çevrilen ve yok satan ünlü yazarlar, insanların bilinçaltlarına darbe mesajı verdikleri gerekçesiyle, Kafkavari, Orwellvari suçlamalar ve sirk mahkemeleri kararlarıyla, yıllarca hapis yatıyor. Devlet insanları terörizmle suçlarken, onların ceplerinden çıkan bir dolarlık banknotları, çocuklarının gittiği üniversiteye hazırlık dershanesini veya okudukları okulu, sosyal aktivite olarak katıldıkları toplantılarda yaptıkları kısırı, kuru pastayı, çayı, devlet tarafından hukuki olarak onaylanarak ve denetime açık olan bankalara para yatırmalarını mahkemelerde delil olarak kabul ediyor. Bu insanlar, anneleri, babaları, kardeşleri, çocukları, yeğenleri, kuzenleri, amcaları, halaları, dayıları, teyzeleri, anneanne ve babaanneleri, dedeleri, aile boyu takibata alınıyor. Devlet sülale boyu ip çekme operasyonları yapıyor. Aynı devlet, kendi anayasasını, yasalarını, uluslararası bağıt, mukavele, söz ve antlaşmalarını sürekli ihlal ediyor. Ve bunları eleştirenleri de terörizmi desteklemekle suçluyor! Avrupa’da açılan terörizm davalarının yüzde doksanından fazlası Türkiye’den! Diğer ülkelerde tek haneli rakamlarda, bilemediniz iki haneli rakamlarda açılan terörizm davaları, Türkiye’ye gelince binli rakamlara ulaşıyor! Ve Türk devleti, hapishane projeleriyle övünüyor. Yüzlerce yeni hapishane yapılıyor.
Distopya nedir? Bir ülke düşünün. Bakın orada neler oluyor:
Her gün muhalifler polisten dayak yiyor, üniversiteler polisçe işgal ediliyor, işçiler ve kadınlar, LGBTQ gruplarına dâhil olan bireyler, Kürtler, azınlıklar faşizan ve ceberut bir rejim tarafından sistematik olarak kötü muamelelere uğratılıyor. Rüşvet ve hortumlama almış başını gidiyor. Çevre katliamları denizleri, gölleri, ormanları, ovaları, dağı-taşı yok ederken, kamu arazileri daha fazla rant için devlet destekli, iktidar aparatı açgözlü müteahhitlerce talan ediliyor. Devletin kolluk güçleri ve sivil mafyoz operatifleri, yurtdışından rejime muhalif veya adı kara listede olan insanları kaçırıyor.
Distopya nedir? Bir ülke düşünün. Bakın orada neler oluyor:
Dünyada yüz yılda bir meydana gelen türden korkunç bir pandemide devlet vatandaşlarına kaliteli ve yeterli aşı sunmuyor. Hastanelerde çalışan zavallı sağlık personeline – ön cephede virüsle mücadele eden kahraman doktorlara, hemşirelere, hasta bakıcılara, ambulans personellerine, hademelere, ofis görevlilerine, güvenlik görevlilerine – inanılmaz saatlerde fazla mesai yaptırılıyor, bu insanların sağlıklı rapor vermeleri ve olanı duyurmaları baskı ve sindirme yoluyla bizzat devlet görevlilerince engelleniyor. Topluma bu pandemide maddi yardım yapacağına, bu çürük devlet elindeki kaynakları yandaş işadamı kılıklı sülüklere dağıtıyor ve elbette bu dağıtılan vergi paralarından komisyon altında ağır rüşvet sistemleri işletiliyor. Bu devlet, kendi vatandaşını turistlere şirin göstermek için “aşılıyım” maskeleri üretiyor ve turizm personeline bu aşağılayıcı maskeleri kullandırıyor. Dahası, ayrıcalıklı siyaset ve bürokrasi sınıfı, kendilerine kaliteli Pfizer aşısı yaptırırken, halkı ucuz ve etkisiz ikinci sınıf bir Çin aşısıyla aşılıyor. Ve üzerine tüy dikercesine, utanmadan kendilerine de aynı Çin aşısının yapıldığını söylüyorlar. Sonra bu yalan, basında bazı yalakaların ağzından kaçırmalarının ardından ortaya çıkıyor. Ve cumhurbaşkanının normalde iki dozu bağışıklık sağlayan Pfizer aşısından üç doz yaptırdığı ifşa oluyor.
Türkiye bir distopya oldu.
Siz distopyanın vatandaşları: Bu durumu neden kabulleniyorsunuz?
Kaynak: Tr724