YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Kendi anayasasına uymayan, hukukla bağı kopmuş, insan onuruna aykırı yasadışı ve gayrimeşru uygulamaları zıvanadan çıkmış rejimi 2016’dan bu yana yüzlerce yazıda değişik açılardan ele aldım, gördüklerimi siyaset bilimi gözlükleriyle sizlerle paylaştım.
Bugünkü yazıda, rejimin ekonomisini anlatacağım. Ekonomi her organize insan topluluğunun motorudur. Politik sistemler, ekonomi politikle yürür, ekonomi politikle varlıklarını devam ettirir, ekonomi politikle yeniden üretilir. Döngü, ekonomi politiksiz olmaz. Demokratik ya da antidemokratik, her rejimin bir ekonomi politiği vardır. Bazı rejimler, ideolojilerine göre bir ekonomi politik seçer, onu uygular.
Mesela sosyalist sistemler, ekonomik eşitlik yaratma amacıyla ekonomiyi tümüyle kontrol eden, kendinden başka oyunculara izin vermeyen Marksist ekonomi politiği benimser. Sovyetler Birliği böyle bir devletti. Eski Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri de öyle. Her ne kadar çürümüş ve deklare ettiği hedeflerden uzaklaşmış da olsa, Marksiyan ekonomi politik sistemler kendilerini bu eşitlik ideali üzerinden meşrulaştırdılar. İnsan haklarına aykırı uygulamalarını, sınıf mücadelesi ve proleter sınıfın haklarının korunması – sınıfsız toplum yaratılması – gibi sol ekonomik teorilerle ilintilendirdiler. Marksist-Leninist kuram gereği işçi sınıfının diktatörlük kurmadan – tek parti iktidarı olmaksızın – sınıfsız topluma ulaşmasının imkânsız olduğundan hareket ettiler.
Bu ekonomi politiğin tam zıddı kapitalist veya (serbest) piyasa ekonomisi de denen ekonomi politiktir. Bu sistem bugün dünyada en yaygın olan ekonomi sistemidir. O da kendi içinde birçok farklı yaklaşımlar ve modeller içerir. Neo-liberal veya reform-liberal yaklaşımlar, karma ekonomi modelleri (mesela Almanya’daki sosyal piyasa ekonomisi), sosyal devlet ekonomileri gibi, birbirine benzeyen birçok farklı uygulama, dünyadaki muhtelif ülkelerde uygulandı, uygulanıyor. ABD gibi sosyal devletin görece daha düşük yoğunlukta uygulandığı ülkeler de var, Kanada gibi reform-liberal piyasa ekonomilerinin uygulandığı ülkeler de. Almanya ya da İskandinav ülkeleri gibi demokratik sosyalist veya sosyal piyasa ekonomilerinin uygulandığı ülkeler de var, Latin Amerika veya Ortadoğu’daki birçok ülkede olduğu gibi, yolsuzlukların ve istikrarsızlıkların sıkça görüldüğü piyasa ekonomileri de. Bu son grup, ekonomi politik sistemlerini sürekli reforma tabi tutmaya çalışır ve önceki saydığım devletlerin bulunduğu ekonomilerin ligine geçmeye gayret eder.
Bir de bu saydığım tüm modellerin dışında, yağma ekonomileri var. Bunlar rant bölüşümü savaşlarının yaşandığı, ekonomik kaosun ve bulanıklığın hakim olduğu ekonomi politik modellerdir. Bunların belli bir standardı yok. Tümüne ortak bir kategori olarak kleptokrasi diyoruz. Kleptokrasi, Yunanca “kleptos” sözcüğünden geliyor. Anlamı, hırsız. Kleptoman kavramını duymuşsunuzdur. Çalma hastalığı. Bir tür psikolojik ya da psikiyatrik hastalıktır. Genelde bu hastalıktan muzdarip olanlar bir mağazaya girip herhangi bir şeyi çalar. Patolojik bir davranıştır. Çoğu zaman bu hastalar çalmak eyleminin önüne geçemez. Kleptokratik sistemlerde de çalmak eyleminin önüne geçilemez. Tek farkı, kleptokrasinin düzenli – sistematik – oluşudur. Türkiye, şeffaflaşan bir piyasa ekonomisiyken, 2013’ün 17 Aralık’ında tümüyle hukuk dışılığa çıktı ve daha önce belli oranda yolsuzlukların olduğu sistem, tümüyle yolsuzlukların kurumsallaşmasıyla beraber, egemen ekonomi politik sistem halini aldı. Böylece öteden beri, hatta ezelden beri, Osmanlı-Türkiye ekonomisinin kanseri olan nepotizm, klientelizm ve plutokratik eğilimler artık ülkenin normali haline geldi, kleptokrasi içinde genel geçer ekonomi politik oldu.
Hatırlatmakta yarar var. Nepotizm, eş-dost, akraba kayırmak anlamına geliyor. Klientelizm ise, bir tür mafyoz ya da organize suç ilişkisi üzerine inşa olmuş uygulamalardır. Karşılıklı yarar üzerine kurulan oy-rant ilişkisi olarak da basitleştirilebilecek bir tür siyasi ve ekonomik örgütlenme biçimidir. Türk toplumunda kökleri çok derinlerdedir. Plütokrasi ise zenginler yönetimi ya da iktidarıdır. Osmanlı-Türk ekonomik sistemleri üretime değil, işte bu temellere dayanıyor. Her şeyin başında yağma vardır. Ekonomiden anlaşılan bir tür yağma rantı bölüşümüdür. Taksim! Buna isterseniz sistematik yolsuzluklar rejimi diyelim.
Biz sürekli sistemin politik veya hukuksal eksikliklerine değinirken, sistemin esas dinamosunu ihmal ediyoruz. Motorun ana yakıtı ekonomi. 17 Aralık 2013’te kurulan güçler birliğinin ana motivasyonu da, yeni rejimin güç paydaşlarının ortak zemini de bu üleşim döngüsü. Ali Baba ve Kırk Haramiler masalını duymuşsunuzdur. Bugün onun yirmi birinci yüzyıldaki Türkiye versiyonu ile karşı karşıyayız.
Toplanan yağmanın üleşimi bir tür konsensüs oluşturuyor. Ahlakla bağını kopartan kleptomanik bürokrasi, fakirliğin “işini bilen memur” profilini doğurdu. İslamcılar iktidara gelince, Türkiye tarihi boyunca hiç olmadığı kadar yoğun bir açlar ordusunun saldırısı altında kaldı. Varoş gülü, kulağı kesik, İslamcı AKP’ci bir tür “yolsuz-girişimci” kapitalist ortaya çıktı. Bazıları “hala doymadılar mı” diye soruyor. Doymayı işkembe ile ilintili bir şey sanıyorlar. Oysa esas açlık midevi değil. Eski Romalılar, tıka basa yedikten sonra, boğazlarını parmaklar, kusup midelerini boşaltır, sonra da yemeğe devam ederlerdi. Belki bugün Türkiye’deki doyumsuz İslamcı kleptokratları da bu analojiyle açıklamak mümkün.
Kleptokrasi, kendi döngüsünü gayet rasyonel olarak kurar. Rusya’da aynen böyle oldu. Yeltsin döneminde Sovyet ekonomi varlığını talan ederek ani zenginleşmeye uğrayan oligarklar, Rusya’yı mafyanın anarşizmine sürüklediler. Bu sistem, yüz milyon Rusyalının hayatını kararttı. Neneler ve dedelerin emekli maaşları yetmemeye başladı. Fuhuş patladı, suç oranı tavan yaptı, intiharlar ve boşanmalar korkunç seviyelere çıktı. Siyaset tümüyle bu mafyoz oligarkların etkisine girdi. Sonuçta Putin iktidara geldi ve otoriterleşmeye paralel olarak, mafyayı kendine bağladı. Devlet organize suçu kontrol etmeye başladı, ancak devlet bu kez organize suçun merkezi oldu. Buna rağmen Rusya halkı durumu rasyonelce kabullendi. Çünkü bu güçlü otoriter devlet, göreceli de olsa Rusya’daki ekonomiyi daha istikrarlı hale getirdi. İdeolojisiz bir Sovyet modeli gibi, güçlü bir devlet, demokrasiyi tarihleri boyunca hiç tanımayan Rusya’da egemen oldu.
Bugün Türkiye’de de bu süreç yaşanıyor. Devlet mafyayla işbirliğine gitmekle kalmadı, mafyayı kendi hiyerarşisine bağladı. Sedat Peker’in videolarından esas anlaşılan budur. Bu yaşananların yanında, Susurluk devede kulak kalıyor. Çünkü Susurluk yaşandığında, siyaset sınıfı tam muktedir değildi. Vesayet rejiminin iç dengelerini dikkate almak zorundaydı. Bir skandal patladığında hala otonom hareket edebilen – ya da birilerini arkasına alarak bunu yapan – bir yargı vardı. Bugün sistemde bir emniyet sibobu yok. Yaşananlara zoraki de olsa dur diyebilecek bir merci ya da güç yok. Kleptokrasi tüm sisteme egemen. Kendi döngüsünü büyük bir başarıyla kurdu ve Rusya’dakine benzer bir evreye geçti. Sistemin çarkları böyle dönüyor. Yağma rantı bölüşümü, bu rejimin yelkenlerindeki ana rüzgârdır. Yağma ekonomisi oldukça, bu rejimin gitmesi mümkün değildir.
Türkiye rejiminin olağan yollarla – seçimlerle – değişmesi bu evreden sonra çok daha zordur.
Kaynak: Tr724