Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ölümü öldürmek mümkün mü?

Ölümü öldürmek mümkün mü?


YORUM | VEYSEL AYHAN 

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!…”

Necip Fazıl Kısakürek

Bu yazı inanç alanıyla sınırlı. Rasyonalite arayanların canını sıkabilir. Hatta dünyayı dünyadan ibaret görenler okumasa daha iyi. Konu, ölüm. Ölüm çok soğuk bir kelime. Hatta en inançlılarımızca bile böyle. Bize kalsa her halde ölmeyi düşünmeyiz. Hayatı bir kere ele geçirmişiz. Bırakmayı asla düşünmeyiz. Çocuklar da öyledir. Sevdiği bir oyuncağı elinden alamazsınız. Kendisinin olmasa bile.

Ömrümüzün ne gününe ne de saatine para saydık. Bizde emanet. Ama emaneti bir gün iade etmek çok zor geliyor. Bu psikoloji kendimiz için geçerli olduğu gibi sevdiklerimiz ve yakınlarımız için de geçerli. Asla ölmesinler diye uğraşıyoruz. Ölümün bazen iyi bir şey olacağı hiç aklımıza gelmiyor. Ölüm sanki Kaf dağının ardındaki korkunç bir öcü ve biz “ne yapıp edip o öcüye kimseyi teslim etmememiz lazım” gibi bir psikolojiye sahibiz. O sebeple Azrail’den (as) pek bahsetmeyiz. Cebrail, Mikail, İsrafil isimleri çoktur ama Azrail ismine kimse yaklaşmaz.

ZİHİN EKRANIMIZ DÜNYA İLE SINIRLI

Peki bu bakış açısının sebebi ne?

Hayatı tek odadan ibaret görüyoruz. Asla başka bir oda yok. Zihnimizin ana ekranında sadece dünya var. Ahiret yok. Cennet yok, Cehennem yok. ‘Yok’ derken teorik olarak yok. Sorsan herkesin dilinde. Ama ana ekran, ana bellek ana işlemci sadece dünya için çalışıyor. Evin içinde başka bir odaya gitmeyi garipsemiyoruz. Ama iş ahirete gitmeye gelince düşman başına! Oysa ölüm başka bir odaya geçmekten farksız. Bir üst buuda geçmekten ibaret. Ama ölüme bakışımız böyle değil. Ölüm, bize göre akla getirilmemesi gereken korkunç bir öcü.

Bediüzzaman Hazretleri ne güzel tasvir etmiş: “Eğer İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir dâvet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil’de ‘Ahmed’, Tevrat’ta ‘Ahyed’, Kur’ân’da ‘Muhammed’ ismiyle müsemmâ iki cihanın güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed’lerle muhat olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri kalmak hatâdır.”

ÖLÜMÜ PARANTEZ DIŞINA İTMEMEK…

Ölümü hayat parantezimizin içine asla sokmuyoruz. Her zaman her durumda parantez dışında. Geçenlerde sevdiğim bir ağabey dert yanıyordu. “Falan öldü, filan kişi ağır hasta, şu abi yoğun bakımda, bu arkadaşın annesi ölüm döşeğinde… Ne olacak bu işler, çok bunaldım.” Haksız değildi.

Yine geçen hafta ağır hasta bir arkadaşımla mesajlaştım. Doktorlar ailesine “Her şeye hazır olun” demiş. Doktorlar bile ölümü ağızlarına alamıyor. Hastaya diyemiyor. Ben onu klasik bir şekilde teselli etmeyi samimi bulmadım. Onu dünyaya dönüşle değil ahirete gitmekle teselli etmeyi düşündüm. Şu mesajları yazdım:

“Bak hicret ettin. Zaten hicretle anadan doğmuşçasına temizlenmişsindir. Bir de yirmi gündür hastanede yatıyorsun. İnşaAllah pırıl pırıl bir hale gelmişsindir. Bu tür hastalıktan vefat, hükmi şehadet oluyor… Ne güzel! Ben senin durumunda olsam bir dakika durmam dünyada. İleride bu temizlikte gitme ihtimalin var mı? Allah, Rahman ve Rahimdir. Korkma. Allah sana senden daha merhametlidir. Yaşayıp yaşamamayı Allah’ın takdirine bırak. Ve onun takdirini sev…” gibi sözler yazdım. Çocuklarından bahsedince de “Onlar zaten senin değil, sende Allah’ın emaneti. Sen de Allah’a emanet et. Allah onları kimsesiz bırakmaz.” dedim.

Ruhunda ne etki yaptığını bilmiyorum ama ben ölüme karşı bu tavrın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Bir başka örnek vereyim. Seksen iki yaşında bir hasta. Altı aydır yatalak. Yerinden kalkamıyor. Yakınları bin bir Yasin, yüzlerce hatim okuyor, okutuyor. “Allah’ım babamızı bize bağışla!” diye dua ediyorlar. Ben o hastanın yerinde olsam. “Bırakın yaşamam için hatimler indirmeyi artık ne okuyacaksanız çabuk öleyim diye okuyun” derim. “Düşün yakamdan bırakın Rabbime gideyim,” diye kızarım.

Bu tavır “Aman bir an önce ölelim” demek değil. “Ölüm kapımıza geldiğinde Allah’ın takdirine saygılı olalım” demek. Duamız tabii ki: “Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür.” (Tirmizî). Bu duayı yaparız, dünyada ve ahirette hasene isteriz. Ama ölümü de öcü gibi görmeyiz. Tam bir tevekkül içinde “Bizi bu kadar yıl dünyada misafir eden Rabbimiz şimdi de diğer bir odaya alıyor” deriz.

Tanıyanı çoktur geçenlerde Özcan Abiyi dinledim. Bugünün ‘abdal’larından. Ölümü ne güzel anlatıyor:

“Toprağın altı da bir üstü de bir. Eskiden ıvır zıvır için hapse düşüyorduk. Şimdi Allah için düşüyoruz. Allah affetti mi eder, kimseye hesap sormaz, bizim gibi delileri cehenneme mi atacak! Allah’a yakışmaz o be. Biz onu sevmişiz. ‘Allah’ demişiz. Bağrımıza basmışız. Allah bize kıyak yapmaz mı ya! Allah seni bir evden çıkarıyor başka eve alıyor. Benim hiç endişem yok. Rabbime sığınacağım gideceğim.”

Bu vesile ile dün diğer “oda”ya yolcu ettiğimiz Halil İbrahim Uçar Ağabey’e Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerim. Rehnümâsı ve 55 yıllık arkadaşı Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye; vefâkâr eşi Neslihan Hanımefendi’ye, değerli kızı Rana Hanım’a, kıymetli oğulları Mustafa ve Yusuf’a ve hala medrese-i Yusufiye’de bulunan aziz kardeşi Mehmet Ali Bey’e ve diğer akraba ve yakınlarına, yol arkadaşlarına Cenab-ı Hak’tan sabrı cemil niyaz ederim.

Kaynak: Tr724

Exit mobile version