Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

‘Bir tripod bir kamera’nın verdiği ders

‘Bir tripod bir kamera’nın verdiği ders


YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN 

Günün birinde organize suç örgütü lideri Sedat Peker ile aynı şeyleri savunacağımı rüyamda görsem inanmaz, muhtemelen ‘tövbe estağfirullah’ derdim.

Dahası benim yıllardır savunduğum, anlatmaya çalıştığım şeyi Peker veciz bir şekilde anlatıp, uygulamalı olarak gösterdi: Mevzu “bir tripot ve bir kameranın gücü”.

Günlerdir Peker’in açıklamalarına dair analizler yapıyor, ne olup bittiğini anlatıyoruz.

Ancak bu yazıda yaşananlara başka bir cepheden bakıp Peker’in gözümüze soktuğu basit gerçeği ele alacağım.

SÖYLEYECEK SÖZÜNÜZ VARSA GERİSİ KOLAY

Ben “yürüyecek ayak yol bulur” diyenlerdenim.

Kim ne tür engeller çıkartırsa çıkartsın, hangi imkansızlıklar olursa olsun, siz bir şeye inanır ve bu konuda adım atmaya karar verirseniz yürüyecek yolu bulursunuz.

Bazen kısa ve kolay, bazen de uzun ve dolambaçlı olur ama bir şekilde o yol bulunur. Yıllardır da bunu savunur, bireysel olarak da uygularım.

Erdoğan rejiminin despotları gazetelerimizi, televizyonlarımızı gasp edip yağmaladı.

Arkadaşlarımızı hapis bizi sürgün etti ama ben hiçbir zaman durmadım. 15 Temmuz’da yaşadığımız büyük şoktan sonra bile yazmaya, konuşmaya, anlatmaya devam ettim.

Ortada gazete ve televizyon kalmamıştı. Sosyal medya hesapları Türkiye’den erişime kapatılmıştı.

Blog sayfası yaptım, yeni sosyal medya hesapları açtım. Onlar da jet hızıyla yasaklandı.

Yenilerini açtım.

Youtube ve Facebook başta olmak üzere tüm kanallardan engeller çıkartıldı.

Ama sözün ve görüntünün gücüne inandığımız için her türlü engele rağmen yürüdüm, yürüdük.

Dün beni yayınlarına çıkarabilmek için peşimden koşanlar bugün bana vebalı muamelesi yapıp hakkımda olmadık yalanları yazdılar ama ben haber olan her yerde olmaya devam ettim.

Gelinen noktada bir avuç bağımsız gazeteci Erdoğan’ın kontrolü altındaki devasa medya gruplarından daha fazla insana ulaşıyor.

Bunları hatırlatmamın nedeni şu: Sizin söyleyecek sözünüz ve niyetiniz varsa yol bulunur.

PEKER’İN AÇTIĞI YOL

Peki bu durumun Sedat Peker ile ilgisi ne?

Peker’in şu ana kadar yayınladığı videolar milyonlarca kişi tarafından izlendi. Eğer Peker dediğin yapar, daha çok video çekerse erişilmesi zor bir rekora da imza atabilir.

Günlerdir söyledikleri ve söylemedikleri üzerinden ne olup bittiğini anlatıyoruz.

Ancak benim dikkat çekeceğim başka bir nokta var.

Aslında herkesin bildiği bir gerçek ama Peker bu realiteyi amasız, fakatsız gözümüze bir kez daha soktu.

Mesele şu:

Söyleyecek sözünüz varsa bir tripot bir kamera yetiyor. Büyük ve pahalı sistemlere ihtiyacınız yok.

Bilgiye-belgeye dayalı bir şeyler söyleyebiliyorsanız, bunları tutarlı bir şekilde anlatabiliyorsanız milyonları peşinize takmanız işten bile değil.

Eskilerin tabiriyle “kaliteli balınız olsun müşterisi Bağdat’tan gelir”.

Gelinen noktada Sedat Peker tek başına Erdoğan iktidarını, bakanlarını, güvenlik ve yargı bürokrasisini, devasa medya imparatorluğunu paspas etti.

Eğer dediğini yapar, gerçekten başta Suriye’ye yollanan silahlar ve 15 Temmuz gibi Erdoğan rejiminin yumuşak karnı olan konularda bir şeyler söylerse bir devrin sonunu bile getirebilir.

Sedat Peker’in videoları iletişim bilimi çalışanlar için ilginç bir ‘case study’ olmaya aday.

Düşünsenize, suç örgütü yöneticiliğinden uzun yıllar hapis yatmış, ‘barış’ diyen akademisyenleri kanlarında duş almakla tehdit etmiş bir yeraltı dünyası figürü kameranın karşısına geçip milyonları peşine taktı.

Beş on dakikalık videoların revaçta olduğu, ‘tik tok videolarının’ referans alındığı sanal alemde bir saatlik videolar yapıyor ve milyonlarca insan soluksuz izliyor.

Kesinlikle üzerine çalışılması gereken bir örnek.

Bu noktada lafı uzatmadan sadede geleceğim. Yazılarımı, videolarımı takip edenler benim yıllardır, özellikle de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi iddiasından bu yana, güvenlik ve yargı bürokrasisinden insanların kamera karşısına geçme çağrısı yaptığımı bilirler.

Nitekim gerek Tr724 gerekse de bireysel Youtube kanalımda (https://www.youtube.com/channel/UCx7aU6xyqTyOX9wE2fnb8vw)  bu yönde çok çağrı yaptım. Henüz asker ve yargı camiasından dönüş alamadım ama KHK’lı polis müdürleri ekrana çıkıp altına imza attıkları operasyonlara dair sorulara cevaplar verdiler.

Mesela İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube’nin iki numaralı ismi Mesut Yılmaz ile başta Ergenekon operasyonları olmak üzere çok önemli dosyaları konuştuk.

Yine İstanbul Emniyetinden Murat Çetiner, Soner Koç ve Hikmet Kopar ile Türkiye’nin tartıştığı çok önemli dosyaları masaya yatırdık.

Hepsi on binlerce kez izlendi.

Erdoğan medyası ve yargısı tarafından linç edilen bu isimler çıktılar ve çatır çatır dosyalarını savundular. Hatta hepsi havuz medyasına açıkça meydan okudu.

O yayınları izleyen herkes “Bize yıllardır anlatılanlar tamamen hikayeymiş. İşin aslı çok farklıymış” dedi.

Ancak aynı şeyi yargı ve askeri bürokraside yapamadık.

Başta Zekeriya Öz olmak üzere bir dönemin çok konuşulan, çok önemli operasyonlarına imza atan savcılar, çok kritik mahkemeleri yöneten hakimler ile benzeri yayınları yapamadık.

Tabi ki çok kritik emniyetçiler, savcılar ve hakimler cezaevinde. Ancak bir şekilde dışarıda olan insanların olduğu da muhakkak.

Dolayısıyla yıllardır bu isimlere çağrı yapıyorum. Eğer medyaya konuşmuyorsanız kendiniz alın bir tripod, bir cep telefonu, konuşun.

Hakkınızdaki suçlamalara cevap verin.

Dosyanızdan eminseniz, attığınız imzadan ve aldığınız kararlardan şüpheniz yoksa bunu neden yapmıyorsunuz?” dedim.

ASKERLER NEDEN SUSUYOR ?

Bu çağrıyı yaparken asker, polis yada yargı mensuplarının gazeteci olmadığını, ekrana çıkıp anlatmak zorunda olmadıklarını unutmuş değilim.

Ancak Türkiye gibi ülkelerde davalar mahkemelerde değil kamuoyunda kazanılıp kaybediliyor.

Siz çıkıp dosyanızı anlatmaz, savunmazsanız sesi çok çıkanın anlattıkları tek ve tartışmasız doğruymuş gibi kabul görüyor.

Mesela 15 Temmuz darbe girişimi iddiası.

Bugüne kadar sayısız 15 Temmuz videosu yaptım, yazısı yazdım. Okuduklarım, dinlediklerim ve araştırmalarımdan edindiğim donelerden hareketle 15 Temmuz’un bir askeri darbe girişimi olmadığını iddia ediyorum.

Bu iddiamı da herkesle tartışabilirim.

Yalnız bunu söylerken o gün gerçekten darbe yaptığını sanan birilerinin olduğunu da yok saymıyorum. Gerçekten de Hulusi Akar başkanlığında emir komuta içinde bir darbe olduğunu sananlar vardı.

Dışarıya çıktıklarında havuzun boş olduğunu anladılar ama iş işten geçmişti.

Saray-MİT ve Hulusi Akar üçlüsünün kurgusuyla TSK tuzağa çekildi ve tarihin gördüğü en büyük kumpaslardan birisi icra edildi.

15 Temmuz bahanesiyle TSK’dan yargıya, emniyetten akademiye rejime biat etmemiş herkes tasfiye edildi. Yüzbinlerce insan gözaltına alındı, on binlerce masum insan tutuklandı.

Yüzlerce kişi işkence, kötü muamele yada cezaevi şartları nedeniyle hayatını kaybetti.

‘Erdoğan, Ergenekon ve Mafya iktidarı’ tesis edildi.

Bu süreci durduracak, tersine çevirecek tüm mekanizmalar da Erdoğan rejimi tarafından ele geçirildi.

Ne medya ne de yargı kaldı.

Kimse gerçekte 15 Temmuz’da neler olduğunu öğrenemedi. Herşeye rağmen bir şeyler yapıp gerçeği araştıranlar ise soluğu cezaevinde aldı.

İşte bu noktada atılması gereken kritik ve hayati bir adım var: TSK’dan ihraç edilmiş, işkence görmüş, bir şekilde Türkiye’den çıkabilmiş yada tahliye edilmiş kişilerin konuşması.

Ben yıllardır çağrı yapıyorum.

Biz siviller 15 Temmuz’da neler olduğunu bilmiyoruz. Tel örgütlerin içindeki dünya bize uzak. Mahkemeler, iddianameler ve rejim medyasından servis edilenler manipüle edilmiş halde.

Dolayısıyla 15 Temmuz’da ne olduğu, ne tür bir kumpas kurulup gerçekte Türkiye’ye nasıl bir darbe yapıldığı ancak başta üst düzey isimler olmak üzere askerlerin konuşması ile aydınlanacak.

Başta Hulusi Akar olmak üzere kuvvet komutanları ne meclise gitti, ne de mahkemeye. MİT müsteşarı zaten dokunulmaz, hiçkimse hiçbir şey soramadı. Erdoğan ise kafasına göre takıldı. Öyle ki darbe girişimini nerede nasıl öğrendiği gibi basit bir konuya dair dört farklı saat ve senaryo anlattı.

Uzun lafın kısası şu…

Özellikle generaller olmak üzere, KHK’lı askerler, ve kritik davaların savcıları Sedat Peker’den ders almalılar.

Keşke gazetecilerle konuşsanız ama bunu yapmadınız. (Ahmet Nesin’e konuşan bir avuç asker istisna.)

Bir tripod bir cep telefonunuz da mı yok ?

Ne olup bittiğini anlatacak, belgeleriyle ortaya koyacak kadar cesaretiniz de mi yok? Altına girdiğiniz dosyalara bakınca meselenin cesaret olmadığı ortada.

Peki o zaman sorun ne? Sedat Peker’den alacak dersler olduğunu düşünmüyor musunuz?

Kaynak: Tr724

Exit mobile version