HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
Bu yazıda son dönemde çok tartışılan, yaptığı açıklamalarla kendinden söz ettiren müstafi Tümamiral Cihat Yaycı’ya daha yakından bakacağız.
Kariyerindeki tuhaflıklar, açıklanması zor ilişkileri ve özellikle de mucidi olduğu iddia edilen “Fetömetre” ölçüsünün kendine uygulanması halinde nelerle karşılaşacağımıza bakacağız.
Biraz uzun bir yazı olacak ama okuyacağınız detaylar ilginizi çekecektir.
Öncelikle Yaycı’nın sıradışı kariyerine bakalım.
Sıradışı diyorum çünkü hem mahkeme evraklarından hem de onunla mesai yapmış eski denizcilerden edindiğim bilgilere göre “bir el” Yaycı’nın önünü özellikle açmış ve onu korumuş.
Zira Yaycı’nın dosyasında olanlarla bırakın yükselmeyi TSK bünyesinde kalması bile mümkün değil.
Resmi biyografisine göre Cihat Yaycı 1966 Elazığ doğumlu. 1984’te Deniz Lisesi’nden 1988’de Deniz Harp Okulu’ndan mezun olmuş.
Değişik birliklerde çalışmış.
Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış. Aynı zamanda California’da bulunan Naval Postgraduate School’dan yüksel lisansı var.
İstanbul Üniversitesi’nden de doktorası mevcut.
2012-2014 yılları arasında TSK’nın Moskova Ataşesi olarak çalışmış ve 2015-2016 arasında Çok Uluslu Müşterek Harp Merkezi komutanlığını yürütmüş.
Kariyerindeki bu iki yer çok önemli, ona ayrıca döneceğim.
2016-2017 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı yapmış 2017 Ağustos’undan sonra Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı yapmış.
Müşerref Yaycı ile evli ve Baybars Ömer isimli bir oğlu var. Yazının ilerleyen bölümlerinde oğlunun iki isimli olmasına dair ilginç detaylar da paylaşacağım.
Nitekim Yaycı’nın geçmişi ve aile ilişkileri 15 Temmuz darbe davaları yargılamalarında sıklıkla gündeme geldi.
Mesela 12 Mart 2019’daki Genelkurmay Çatı davası duruşmasında sanıklardan Tuğgeneral Mehmet Partigöç savunmasını yaparken “Yaycı’nın geçmişteki bağlantılarının ortaya çıkarılması gerektiğini” ısrarla söylüyor.
Yaycı kariyerindeki parlak günlerinin keyfini sürerken adı ihaleye fesat karıştırma iddiasıyla bir yıl önce gündeme geldi.
Haberlere göre Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Teftiş Kurulu soruşturma açtı ve soruşturma bizzat Hulusi Akar tarafından yakından takip edildi.
Bu esnada önceki yıllarda Cihat Yaycı için “Cemaatçi” fişlemesi yapan emekli hakim Albay Ahmet Zeki Üçok ve Hürriyet’ten Nedim Şener devreye girip ona kefil oldu.
Ancak Yaycı lehinde yürütülen kampanyaya rağmen bizzat Erdoğan’ın gece yarısı kararnamesi ile Genelkurmay emrine atandı.
Cihat Yaycı bu atamadan 3 gün sonra istifa etti.
İstifası sırasında Mehmet Metiner’e konuşup “Erdoğan’a ölünceye kadar bağlı kalacağını” söyledi.
Yaycı emekli olduktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nin kendisine açtığı bir kürsüde başkanlığa başladı ve Havuz Medyası’nın popüler yorumcularından birisi haline geldi.
Görünüşte Erdoğan’ın tepkisini çekip kızağa alınan emekli bir amirale Bahçeşehir Üniversitesi’nin kürsü vermesi pek alışılmış bir durum değil.
Zira bir üniversitesinin kapanması Erdoğan’ın iki dudağının arasında. Bu durum Bahçeşehir Üniversitesi ile ilgili bir ünlem koymayı gerektiriyor.
Biz Yaycı’ya dönelim.
Yaycı’nın resmi kariyeri ve “hikayesi” böyle. Bir de kariyerinin pek anlatılmayan, deşilemeyen tarafları var.
Gelin onları da mahkeme dosyalarından irdeleyelim.
Mesela çok tartışmalı bir intihar olayı var.
TCG Kemal Reis firkateyninde görevli 23 yaşındaki Astsubay Kıdemli Çavuş Suat Çakır 16 Ağustos 2005’te Karadeniz’deki bir görev sırasında kayboldu.
İzinden yeni dönen ve 3 ay önce baba olan Suat Çakır’ın şüpheli şekilde ortadan kaybolması askeri savcılıkça soruşturuldu.
Cihat Yaycı’nın emrindeki personele kötü davrandığı hatta Astsubay C.H.’yi ağır şekilde darp ettiği için Suat Çakır’ın intiharına neden olduğu da soruşturuldu.
Askeri çevrelerden edindiğim bilgilere göre Yaycı’yı kurtarmak için olay gemi başçarkçısına yıkılmaya çalışıldı ve tanıklara bu yönde ifade vermesi için baskı yapıldı.
Hatta Donanma’da istihbaratçı olarak çalışan T.V.A. astsubay Çakır’ın ailesine “davadan vazgeçilmesi için” baskı yapıyor. Adı Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında gündeme gelen Kurmay Albay Tayfun Duman’ın “soruşturmaya gerek yoktur” raporuyla dosyası kapatılıyor.
Yaycı ayrıca “astına hakaret ettiği gerekçesiyle” askeri mahkemede yargılandı.
Ancak hakkında şikayetçi olanlar ve yargılanmasına izin veren kişiler “Cemaatçi” oldukları iddiasıyla TSK’dan ihraç edilince dosyası “zamanın ruhuna uygun olarak” kapatıldı.
Süreçte Yaycı’nın adını çok sayıda dosyada gördük.
Mesela İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Askeri Casusluk Soruşturmasında konuşan bir gizli tanık Yaycı’nın “Cemaatçi olduğunu” iddia etmişti.
Bu soruşturma da 2017’de takipsizlikle kapatıldı.
Yazının ilerleyen bölümlerinde de göreceğiniz gibi Yaycı’nın gerçekten de sıradışı bir kariyeri var ve sıkıştığı anlarda bir el önünü hep açmış.
Zira dosyasında bu tip suçlamaların olduğu bir ismin amiral yapılması mümkün değildi. Ayrıca yurtdışı görevi yapmadan amiralliğe terfi ediyor ve 2012’de Moskova’ya askeri ateşe olarak yollanıyor.
Yaycı’nın Moskova günleri de hayli sorunlu geçiyor çünkü beraberinde çalışan havacı ve karacı ataşelerle gerginlik yaşıyor.
Öyle ki konu Genelkurmay Karargahı’nda gündem oluyor.
O dönem Genelkurmay Karargahı’nda çalışanların anlatımlarına göre dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel “Cihat, Deniz Kuvvetleri’nin bana attığı en büyük kazıktır,” diye söyleniyor.
Yaycı Moskova görevindeyken Ankara’ya çağrılır.
2013 Eylül ayındaki bu ziyarette Tuğamiral İrfan Arabacı ve Tuğamiral Ö. Faruk Harmancık ile tartışıyor. Olaya şahit olanların anlatımlarına göre “Eşime bir mektup bıraktım, başıma bir şey gelirse bu mektubu Erdoğan’a iletecek” diye tehdit ediyor.
Bundan sonrasını yine mahkeme dosyalarından takip edince karşımıza bir başka ilginçlik çıkıyor.
15 Temmuz davalarının en kritik tanıklarından gizli tanık Kuzgun’un (Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız) verdiği ifadeye göre “İhsan” isimli “sivil imam” Hakan Coşkuner tutuklanıyor.
Peki olayın Yaycı ile ilgisi ne derseniz onun cevabı da şurada:
Yaycı karargahtan çıktıktan sonra “İhsan” ile buluşuyor ve ardından eski Adalet Bakanı ve Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Fahri Kasırga ile görüşmeye gidiyor. (Daha önce kaleme aldığım nereden çıktı bu kadar FETÖ’cü General yazılarında TSK’daki fişlemelerin sivil ayağında TBMM Başkanı Mustafa Şentop ve Kasırga’ya dikkat çekmiştim. 15 Temmuz’un anlaşılabilmesi için o yazının da okunmasında fayda var.)
Bu tarih şu açıdan da önemli. Cihat Yaycı’nın Cüneyt Özdemir ile yaptığı programda söylediği “Ben ‘devlet büyüklerimizin bilgisi dahilinde’ bu gruba dair çalışmaya 7-8 yıl önce başladım” ifadesi ile bu buluşmanın tarihi örtüşüyor.
Yani Yaycı’nın hükümetle işbirliğine gidip fişlemelere başlama tarihi 2013 sonbaharı. Hatta Yaycı’nın Fahri Kasırga ile buluşmaya gittiği astsubay da daha sonra ifadesinde bu buluşmayı teyit ediyor.
ABD GÜNLERİ HAYLİ RENKLİ GEÇMİŞ
Gelelim Cihat Yaycı’nın ABD günlerine.
Zira tanıkların anlatımlarına göre Yaycı Amerika’dayken adrenalin dozu yüksek günler geçirmiş.
Mesela emekli Albay Nejat Polat sosyal medya paylaşımlarında “Yaycı ile 1980’den bu yana iyi tanıştığını, 2 yıl Amerika’da birlikte okuduğunu, 2-3 kere boşanıp evlendiği eşi Müşerref’i Amerika’da dövüp evden kovduğuna şahit olduğunu,” anlattı.
Cihat Yaycı’nın Amerika günlerine şahit olan başkaları da var ve onların anlatımlarına göre Yaycı “imkan buldukça” Pensilvanya’ya gitmiş.
Buradaki kastın ne olduğu malum.
Hatta oğlu Baybars Ömer’in ismini de Gülen’den aldığı anlatılıyor. Yazının ilerleyen bölümlerinde geleceğim, Yaycı’nın “Fetömetre” kriterlerine göre iki isme sahip olmak “Cemaatçi sayılmak” için önemli bir karine.
DOSYALARA YANSIYAN İLGİNÇ AYRINTILAR
Gelin mahkeme dosyalarından devam edelim.
Çünkü bu ayrıntılar Yaycı’nın kariyerine dair fikir verirken 15 Temmuz’a giden süreci de aydınlatıyor.
Bu belgelerin ortak özelliği şu: Cihat Yaycı’nın geçmişinde yolu defalarca “Cemaatçi” denen kişilerle kesişmiş.
Mesela Cemaatçi olduğu gerekçesiyle tutuklanan Ümit Kol, Yaycı’nın oğluna özel ders vermiş. Dahası bu durum Hayrettin İmren’in ifadesinde yer almasına rağmen iddianamelere girmemiş. Savcı bu bölümü kayıtlardan çıkarmış.
Dediğim gibi ‘bir el’ Yaycı için temizlik yapmış gözüküyor.
MİT’İN YAYCI RAPORU: CEMAAT İLTİSAKLI
15 Temmuz dava dosyaları arasında yer alan bir belge Cihat Yaycı’nın kariyerine dair önemli detaylar içeriyor.
Tuğgeneral Nerim Bitlislioğlu — ki adını Ergenekon ve Balyoz davalarından iyi biliyoruz — tarafından hazırlanan bilirkişi raporuna göre MİT’ten gelen “Gizli” damgalı bir raporda Cihat Yaycı için “PDY iltisaklı” notu düşülmüş. Yani “Paralel Devlet Yapılanması”…
ERGENEKONCULAR DA YAYCI’YI ‘CEMAATÇİ’ DİYE FİŞLEMİŞ
Cihat Yaycı ile ilgili bir diğer mahkeme evrakı Ergenekon sanıklarından emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok’un fişlemelerinde geçiyor.
Bilindiği gibi Zeki Üçok ve Ergenekon ekibi 15 Temmuz’a giden süreçte binlerce kişilik fişleme yapıp bunları MİT ve Cumhurbaşkanlığı’na vermişti.
Nitekim Perinçek’in Aydınlık’ı da Cihat Yaycı’yı “Deniz Kuvvetleri’ndeki Cemaatçiler” haberine konu etmişti. İlginçtir o habere konu olan yaklaşık 60 isimden ihraç edilmeyen tek isim de Cihat Yaycı oldu.
Ne demiştik? ‘Bir el’ Cihat Yaycı’yı koruyup önünü açmış.
15 TEMMUZ’UN ‘SUFLECİ PAŞA’SI
Cihat Yaycı’dan bahsederken 15 Temmuz’daki rolünden bahsetmemek olmaz. Kendi ifadesiyle “2013 itibariyle devlet büyükleriyle çalışmaya başlayan” Cihat Yaycı’nın en önemli hamlesi 15 Temmuz akşamı oldu.
Çünkü Erdoğan’ın 15 Temmuz akşamı FaceTime’da halkı sokağa çağırdığı o meşhur konuşmada fonda duyulan “Başkomutanım de!” diye sufle veren kişi Cihat Yaycı’ydı.
Cihat Yaycı ifadesinde 8 Temmuz’da izne çıktığını, Antalya’ya ailesinin yazlığına gittiğini 2 gün sonra da oradan ayrılıp Erdoğan’ın kaldığı otele gittiğini anlatıyor.
Anlatımlarına göre darbe girişimini eşi ve oğluyla çay içerken Ankara’dan gelen bir telefonla öğreniyor. 15 Temmuz akşamı bütün üst düzey bürokrasi gibi o da darbeden “telefonla” haberdar oluyor.
Arayan kişi ise Emniyet İstihbarat Daireden Koray Öner.
Koray Öner 21.30 ile 22.00 arasında kendisini aramış, beraberinde Ankara Başsavcısı ve başsavcı vekili varmış. Öner kendisine “Paşam galiba darbe oluyor” demiş.
İfadenin can alıcı tarafı bu aşamada geliyor… Yaycı “Daha önce darbe tehlikesi hakkında görüş alışverişinde bulunduğu” kişi olarak tanımlıyor Koray Öner’i.
Harp Akademileri’nde görevli bir amiral ile istihbarat şubede o dönem kritik bir rolü olmayan emniyet müdürü bir araya gelip darbeye hazırlık yapıyor!
Tabi savcı, “Daha hiç bir şey yokken darbe tehlikesi var deyip birlikte çalışma yaptığınız bu kişi arayıp darbe olduğunu söylediğinde inanmıyorsunuz. Bu biraz tuhaf değil mi?” diye sormamış.
Yaycı anlatmaya devam ediyor…
Mesleki tecrübesinden hareketle bunun bir darbe girişimi olduğunu, emir komuta içinde olmadığını, “FETÖ’cülerin” darbeye kalkıştığını anlamış.
Emniyet Müdürü Koray Öner’e ‘yapılması gerekenleri’ söylemiş. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga’yı aramış, Kasırga kendisine “Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına ulaşamıyoruz,” deyince “Kuvvet komutanlarının derdest edilmiş olabileceğini” söylemiş.
Oysa ki bu konuşmanın olduğu saatlerde Hava Kuvvetleri Komutanı İstanbul’da düğünde, Deniz Kuvvetleri Komutanı İspark’ın parkında saklanıyor, Hulusi Akar ise makamında gelişmeleri takip ediyordu.
Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı ise bilinmeyen bir yerde eşini teskin etmekle meşguldü.
Nasıl ki Ankara Başsavcısı 15 Temmuz akşamı daha olaylar olmadan olmuş gibi tutanağa geçirmişti, Yaycı da olayları olmadan bilmiş.
Bir tuğamiralin Erdoğan’ın kaldığı lüks otelde tatil yapması, Erdoğan’a sufle verecek kadar yakınlarına kadar girmesi üzerinde hiçbir savcı durmadı.
Oysa ki darbe girişimi iddiasının üzerindeki sis perdesinin aralanması için her ayrıntının hayati önemi vardı.
Dediğim gibi ne savcılar ne de TBMM Araştırma Komisyonu bu olayın üzerinde durmadı. Yaycı’nın sık sık konuk olduğu Havuz Medyası’nda da bu konu gündeme getirilmedi.
Yaycı’nın 15 Temmuz’daki rolüne dair diğer önemli bir ipucu da o dönem çalıştığı Çok Uluslu Müşterek Harp Merkezi’nde gizli.
Zira Deniz Kuvvetleri’ndeki işleyişi bilenler amiral seviyesinde bir ismin bu makama atanmasını “Elini boşa çıkarma, fişleme çalışmalarına yoğunlaşma” olarak yorumluyor.
FETÖMETRE’Yİ YAYCI’YA UYGULAYINCA
Gelelim işin bamteline.
Cihat Yaycı’nın mucidi olduğu “Fetömetre” ile bugüne kadar on binlerce TSK personeli damgalandı, ihraç edildi ve büyük bir kısmı adli takibata uğradı.
Normal şartlarda bir soykırım pratiği olan “Fetömetre” uygulaması bizzat rejim eliyle parlatıldı. Hatta Havuz Medyasında övücü haberler yapıldı.
Nedim Şener kitabına koydu.
“Fetömetre”nin reklamı olan haberler, “Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Fethullahçı kadroları ‘önce tespit et sonra imha et’ stratejisi üzerine kurulu FETÖMETRE analiz programını…” şeklinde sunuldu.
Fişleme yaptıklarını, üstelik sadece TSK personelinin değil, onların ikinci- üçüncü derece akrabalarını bile fişlediklerini, kişisel bilgilerini hukuksuz bir şekilde ele geçirip arşivlediklerini, organize ispiyonlama mekanizması kurduklarını, delilsiz-savunmasız binlerce askeri ordudan attıklarını kendi ağızları ile itiraf ettiler.
Hatta “Fetömetre”ye eklenen bazı kriterlerle “gelecekteki” Cemaatçiler bile tespit edilebilecek.
Aynen şöyle diyor “Fetömetre” fişlemelerinin “reklam metninde”: Yapılan incelemelerde, genç yaşta ve mesleki geçmişlerinin henüz başında olmalarından dolayı, fazla iz bulunamayan haklarında başkaca bilgi elde edilemeyen genç subay-astsubaylar için ise 33 temel ve 60 alt kriterli matris kullanıldı. Böylelikle örgütün derin uzantılarının da tespit edilerek gelecek yıllarda örgütle iltisaklı nesillerin de tekrar TSK’ne girmemesi hedefleniyor.
Yalnış okumadınız. “Gelecek yıllarda örgütle iltisaklı nesillerin…” Yani Erdoğan rejimi hızını alamayıp henüz doğmamış nesilleri bile “terörist” olarak fişlemiş.
AKLA ZİYAN KRİTERLER
Peki neler var bu kriterlerde?
Geçtiğimiz günlerde Cüneyt Özdemir ile program yapan Cihat Yaycı’nın kendisi anlattı bu kriterleri.
Yaycı’ya göre “Eğer nişanlınıza boynuzunda bilezik olan koç yollamamış ve bunun fotoğrafını sunamıyorsanız,” Cemaatçisiniz.
Gülüp geçiyorsunuz ama böyle kriterlerle binlerce insanın hayatı karartıldı.
Acaba bu kriterleri Cihat Yaycı’nın kendisine uygulasak ne oluyor? diye bir çalışma yaptım.
Peşinen söyleyeyim “Fetömetre”yi Cihat Yaycı için uygulayınca sistem doğrudan “kırmızı”ya düşüyor.
Bu arada şu notu da düşeyim: Cihat Yaycı bu yazılımı istihbarat kıdemli başçavuş Mehmut Taşçı’ya yaptırıyor. Taşçı’yı aylarca çalıştırıyor ve sonra “Fetömetre’ye takıldı” diyerek onu da ihraç ettiriyor.
Albay Fahri Can Yıldırım gibi isimler de “Fetömetre” kriterlerine takılıyor ancak bizzat Yaycı tarafından listeden çıkartılıyorlar.
Cihat Yaycı ile ilgili iki tür çalışma yapmak mümkün. Birinci kriter tek başına kız kardeşinin eşi eski Sahil Güvenlik Komutanı Hakan Üstem ile karşılanıyor.
Çünkü Hakan Üstem 15 Temmuz’a iştirak ettiği gerekçesiyle tutuklu.
CİHAT YAYCI GÖZALTINA MI ALINDI?
Bu arada yargılama esnasında ilginç bir belgeye daha rastlandı.
MASAK’tan gelen belgelere göre Cihat Yaycı ile Hakan Üstem arasında para transferi olmuş.
“Hakan Üstem isimli şahsa 19.03.2014 tarihinde 500,00TL. 06.06.2014 tarihinde 190.00TL olmak üzere toplam 690,00TL’lik havale gönderdiği anlaşılan Cihat YAYCI (T.C. ………..) adlı şahsın Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından MASAK Başkanlığına intikal ettirilen 27.07.2016 tarihli yazının tetkikinden 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü kapsamında gözaltına alınan askeri personel arasında yer aldığı anlaşılmıştır.”
İddianamede yer alan bu ifadeye göre Cihat Yaycı 15 Temmuz sonrası göz altına alınmış. Oysa ki bu bilgi bugüne kadar teyit edilmedi.
İlerleyen dönemlerde MASAK raporunda hata olduğu açıklanıp ilgili bölüm iddianameden çıkartıldı ancak ilgili yazışma hâlâ dosyada duruyor. Olayın bir diğer tarafı da şu; binlerce kişinin hayatını karartan MASAK raporlarına da güvenmemek gerekiyor çünkü bariz hatalar yapılmış.
Yani sadece Cihat Yaycı’ya Hakan Üstem üzerinden puanlama yapsak bile 3.32 oluyor puanı. Yaycı’nın kriterlerine göre ihraç edilip hakkında suç duyurusunda bulunulması gerekiyor.
Bu arada şu hatırlatmayı da yapalım.
Yaycı “Fetömetre yargısal değil idari bir uygulamadır” diyor ama Saray yargısı doğrudan yargılamaya gerekçe yapıyor. Hatta 15 Temmuz’da ne yaptığınızın, nerede olduğunuzun darbecilerle mücadele edip etmediğinizin hiçbir önemi yok.
Fişlemelerde varsanız veya adınız “Fetemötre”de çıkıyorsa yeterli sayılıyor.
Cihat Yaycı’nın “Fetömetre” kriterlerine göre incelemesini daha geniş bir perspektiften alırsak rakam daha da yükseliyor.
Şöyle ki: Eğer mahkeme dosyaları ve ifadelerde yer alan detayları da Cihat Yaycı’ya uygularsanız, Cemaat iltisakı iddialarını da eklerseniz rakam 5.8’e çıkıyor.
Bu durumda “en büyük Fetöcü” Cihat Yaycı’nın kendisi.
Anladığım kadarıyla Cihat Yaycı — benzerleri gibi — bir dönem kariyer hesabı yaparak Cemaat’e yanaşmış, 2013 sonrası rüzgarın farklı taraftan estiğini görünce Saray’a yanaşmış.
Hem Saray hem de Ergenekon ekibi ise gerçekte nefret ettikleri bu isme “yararlı olduğu için” yol vermiş gözüküyor.
Maalesef “Fetömetre” kriterleri mizah unsuru olmanın çok ötesinde. Binlerce subay astsubay bu kriterlere göre “terörist” diye damgalandı.
Düşünün…
Amcanızın oğlu ya da üçüncü derece akrabanızda ByLock varsa size 0.6 puan getiriyor. Eğer aynı kişi Cemaat’le irtibatlıysa ilave 0.7 puan alıyorsunuz. 1 puan sınırını aştığınız için otomatik olarak incelemeye alınıyorsunuz.
Eğer bu kişiyle ilgili himmet alma ya da vakıf üyeliği varsa 0.3+1.5 puan ile doğrudan tutuklanıyorsunuz.
Adınıza dair tek suçlama olmasa bile Cihat Yaycı’nın bu kriterleriyle içerdesiniz!
Dahası iyi derecede İngilizce biliyorsanız 0,8 puan alıyorsunuz. Yurt dışı göreve gitmişseniz 0.2 puan ile toplamda 1 puana ulaşılıyor ve hakkınızda işlem başlatılıyor.
Bir başka ifadeyle TSK’da iyi İngilizce bilen ve yurt dışı göreve gitmiş herkes “potansiyel terörist” sayılıyor.
Listeyi uzatmak mümkün. Bu kriterlerle istediğiniz herkesi terörist ilan edebilirsiniz.
Burada yapılan şey şu: 15 Temmuz öncesi yapılan fişlemeler “Fetömetre’den çıktı” denilerek sisteme sokuluyor. İstemedikleri kişilere uygulamıyorlar.
Mesela Albay Fahri Can Yıldırım “Fetömetre”ye takılıyor ancak bizzat Yaycı’nın kefil olmasıyla listeden çıkartılıyor.
Uzun lafın kısası şu: “Fetömetre” denen olayın hukukla ilgisi yok. Amaç TSK’nın siyasi iradenin arzusuna göre yeniden dizayn edilmesiydi ve amaç zaten hasıl oldu.