YORUM | BÜLENT KORUCU
MHP Lideri Devlet Bahçeli, AKP ile ittifaklarında çatlaklar oluştuğuna dair haberleri yalanlarken, “Neye mal olursa olsun Cumhur İttifakı sonuna kadar yaşayacaktır” dedi. ‘Neye mal olursa olsun’ kalıbı tehdit ve gözdağı amacıyla kullanılageldiği için açıklamadaki peşrevi bir kenara bırakılarak bu kısma odaklanmak gerekir. Sonuç alamazsa ya benimsin ya kara toprağın demeye kadar yolu var.
Bahçeli kimi, niye tehdit ediyor ve emeline ulaşamazsa ne yapabilir?
Elbette muhatap Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Küçük Ortak, ağzındaki baklayı ilerleyen cümlelerde çıkarıyor: “Sayın Cumhurbaşkanımızın Cumhur İttifakı’nın zeminini genişletmek amacıyla yaptığı veya yapacağı temas ve ziyaretlerden rahatsız olmamız söz konusu değildir.” Bu sözler aslında bir de itirafı kayıtlara geçirmiş oldu: AKP-MHP Koalisyonu artık seçim kazanmaya yetmiyor ve Erdoğan’ın temaslarının amacı yeni ortaklar bularak tekrar seçilmek.
Teşbihte hata olmasın yeni ortak eve gelen kuma gibidir; ikinci plana düşebilirsin ve elindeki bir kısım imtiyazları paylaşmak zorunda kalırsın. Bahçeli seçmen desteği ile orantılı olmayan kilit rolünü kaybetmek istemiyor. Parlamenter sistemdeki koalisyonda, ortaklara oy oranları nispetinde bakanlık verilirdi. Herkesin etki alanı belirlenirdi. Şimdi ise MHP, içişleri gibi önemli bakanlıkların tek hakimi diğer bakanlıklarda da yer yer AKP’den daha etkin. Bu konudaki şikayetlerin MKYK toplantısında bile dile getirildiği rivayet ediliyor.
Erdoğan’ın ilk hatta tek önceliği tekrar cumhurbaşkanı olabilmek. Yerel seçim hezimeti endişelerinin yersiz olmadığını gösterdi. Benzer bir yenilgiyi 1989’da Turgut Özal’ın ANAP’ı yaşamış ve yıkılışa geçmişti. AKP’nin en büyük şansı karşısında Süleyman Demirel gibi bir muhalefet lideri bulunmayışı. İşlevini ve hükmünü kaybetmiş parlamento sadece imtiyaz peşindeki vekiller ve adaylar için önemli. İktidar liderleri için ise tabanda öne çıkanlara dağıtılacak ulufe dışında anlam taşımıyor.
Erdoğan, parlamentoyu güçlendirecek önerileri havuç gibi kullanıyor ve muhalefet bloğunun kafasını karıştırmaya çalışıyor. Bahçeli ise parlamenter sisteme dönüşle, şu andaki kilit rolünü kaybetme endişesiyle direniyor. Argümanları da normal şartlarda sağlam: “Cumhurbaşkanlığı sistemini her derdin devası olarak sunduk. Daha ilk seçimde vazgeçersek çelişkiye düşeriz.” Erdoğan ise ‘o iş bende ortak merak etme’ havasında. Hilkat acubesi sistemi ülkeyi uçuracak çözüm olarak sunmuştu, oradan dönüşü de rahatlıkla kitleye yedirir.
Ortaklar aslında danışıklı dövüş yapıyorlar tezini gerçekçi bulmuyorum. Bu teze göre içerde ve dışarıda Erdoğan’ın iyi polisi oynaması gerektiğinde Bahçeli kötü polisliğe soyunuyor. Nihayetinde küçük ortak ikna olmadığı bahanesiyle pek çok şey rafa kalkıyor.
Bence çatışma yaşanan konular sahici ama birbirine mahkum olma durumundan dolayı küçük yangınlar halinde kalıyor. Örneğin ‘askıda ekmek’, toplumda pek çok muhalif söylemden fazla karşılık buldu. Erdoğan ekonominin duvara dayandığı ve faizin yüzde 17’ye kadar yükseldiği ortamda Avrupa Birliği kapılarını aşındırıyor. Bahçeli ‘HDP’yi illa kapattıracağım’ kampanyası yürütüyor.
Soğuk Savaş döneminde ‘şiddet dengesi’ kavramı kullanılırdı; ironik biçimde barışın garantisiydi. Ortaklar arasında ise ‘korku dengesi’ var diyebiliriz. İkisi de kaybetmekten korkuyor. Ancak Erdoğan’ın muhtemel kayıpları daha büyük görünüyor. O yüzden yumurtaları artık tek küfede tutmak istemiyor. 17-25 Yolsuzluk soruşturmalarında koçbaşı rolü oynayan Bahçeli’den yüzde yüz emin olması mümkün değil. Aynı şey karşı taraf için de geçerli. Filistin’i, Mavi Marmara’yı satmış; kimin nerede oturacağına varana kadar müdahil olduğu Dolmabahçe zirvesindeki AKP’lileri yüzüstü bırakmış biri var karşılarında. Başı sıkıştığında Abdullah Öcalan’dan mektup getiren, Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkaran Erdoğan, muhtaç olduğu desteği HDP’den alsa Bahçeli’ye yol vermez mi? Ne de olsa oy oranı iki katı… Selahattin Demirtaş olmasa Öcalan’dan gelecek bir mektuba bakar iş.
Bahçeli, tehdidinin boş olmadığını göstermek için ne yapar? Asıl soru bu. Ülkücü gençliği sokaktan çektiği için takdir edilen lider, bugünlerde sokak ortasında siyasetçi dövülmesiyle anılıyor. Daha önemlisi ise ortaklarını beklemedikleri anda seçime mecbur bırakma alışkanlığı. 2002’de ANAP ve DSP’yi bitiren erken seçimin fitilini ateşlemişti. Gerekçesi de bugünküne benziyordu. Kemal Derviş, Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Özkan’ın Ecevit’in hastalığını fırsat bilerek kendisini saf dışı bırakacağına inanıyordu. Aydın Doğan’ın davetlisi olarak Hürriyet’in Frankfurt Matbaasının açılışına Bahçeli hariç neredeyse bütün liderler katılmıştı. Bahçeli bunu, kendisini dışarda bırakan yeni bir koalisyon arayışı olarak okudu ve ölü doğması için erken seçim düğmesine bastı. Partisi de baraj altında kalmıştı. Dünkü, ‘ne pahasına olursa olsun’ ibaresi oraya bir gönderme. ‘Ben yanarım ama seni de yakarım’ diyor kısaca…
Erdoğan 15 Temmuz’u kullanarak suyu yukarı doğru akıtmayı başardı. Ancak suyu tutan baraj patlarsa sel her şeyi silip götürebilir. İçerde ve dışarda Erdoğan’ı tehdit eden birisi varsa, muhakkak 15 Temmuz’la ilgili sopalar beliriyor aba altında. Güvenlik ve yargı bürokrasisinde böylesine etkin olan Bahçeli’nin şantajında da öyle bir unsur neden olmasın?