YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Can Dündar’ın Alman televizyon kanalı ZDF için çektiği, araştırılma ve senaryo yazımı Erk Acarer tarafından yürütülen 15 Temmuz Köprü belgeseli gündeme damgasını vurdu. Öncelikle şunu vurgulamam gerekiyor ki, Can Dündar iyi bir belgeselci ve gazetecidir. Her insan gibi onun da dünyayı kendi perspektifinden algılama, kendi doğru bildiklerini söyleme hakkı vardır. Ayrıca bugüne dek mevcut Türkiye rejiminin baskısını üzerinde en çok hisseden, Erdoğan ve kontrolündeki devlet aparatı tarafından en çok hedef alınan medya emekçilerinden biri, Can Dündar ve belki de 15 Temmuz belgeseli yapınca tam da bundan dolayı herkesin beklenti düzeyi bir anda çok yükseldi.
Oysa gerçek şu ki, 15 Temmuz konusunda sis perdesi çok kalın tutuluyor. Evet, tutuluyor, yani bi bilinçli bir tutum. Türk devletinin, iktidarıyla, muhalefetiyle, derin yapılarıyla, 15 Temmuz 2016 kontrollü darbe girişimini ele alış biçimi, artık yakın dönem resmi tarihi haline geldi. Bu resmi tarihe karşı çıkmak, hatta bu tarihteki mantık hatalarına değinmek bile, sistem dışı kalmak, damgalanmak ve cadı avına uğramak için yeterli. Belki de Almanya’da sürgünde olan Can Dündar’ın bunu yapmasını bekliyordu birçokları, bunu açıkça ifade etmese de. Bu belgeselin ele alınış biçimi, 15 Temmuz üzerindeki devlet diskuru tekelini kırabilirdi. Bu önemli bir beklentiydi, yüksek bir çıtaydı.
Ben belgeseli izledikten sonra, belki de yukarıda izah etmeye çalıştığım nedenlerden dolayı, ciddi bir boşluk duygusuna kapıldım. Çünkü belgeselin ana teması, rejimin diskuruyla ve oluşturulan resmi tarih yazımı ile çelişmiyordu. Yoksa ben mi yanlış düşünüyor, 15 Temmuz’a çok yanlış veya yanlı bir bakış açısı ile yaklaşıyordum? Bunun üzerine hemen bildiğim şeyleri alt alta yazmaya, daha önce yayınladığım makaleleri okumaya, somut gerçekleri, tanık ifadelerini ve teorileri karşılaştırmaya giriştim. Kendimden emin olmak istiyordum. Can Dündar bir belgesel yapmışsa, o belgeselin ileri sürdüklerine dikkat etmek, önem vermek, onların üzerinde düşünmek gerekmez miydi? Benim kafamdaki, önceki deneyimlerime dayanan Can Dündar markası, bunu gerektiriyordu.
Fakat işte belgeselin ana tezi karşımda duruyordu. Üstelik bu, benim izlediğim belgeselden edindiğim bir izlenim değildi. Bizzat Can Dündar tarafından hem belgeselde vurgulanmış olan, hem de ZDF’deki röportajında, anadil seviyesinde konuştuğum Almancasının orijinalinden gördüğüm üzere, Alman sunucunun da tıpa tıp aynı şekilde anladığını gördüğüm bir savdı. Buna göre 15 Temmuz Erdoğan ve Gülen arasındaki güç mücadelesinin sonucuydu. Erdoğan, Gülen ve cemaatinin aşırı gücünden rahatsız olmuş, onları nötralize etmek istemiş, bunun üzerine Gülen Cemaati’nin dershanelerini kapatmıştı. Gülen Cemaati de buna yanıt olarak, Dündar’ın iddia ettiği üzere, dosyasında tuttuğu yolsuzluk bilgilerini devreye sokmuş ve elindeki polislerin ve savcıların gücüyle 17 Aralık soruşturmalarını başlatmıştı.
Erdoğan’ın dediği de buna benzer bir şeydi. Bu Cemaat’in bir kumpası, bir sivil darbe kalkışmasıydı. Dündar’ın varsayımı bu tezle uyumluydu. Ben bunu Kemalistlerin “yesinler birbirlerini” yaklaşımının dışa vurumu olarak değerlendirdim, yani çok da şaşırmadım ve belgeseli izlemeye devam ettim. Çünkü ABD’nin Cemaat’e ılımlı İslam projesinin bir parçası olarak yaklaştığı bakışı, tipik bir Kemalist okumaydı ve bu da belgeselde araya sokuşturulmuş bir peşin kabuldü. Laik kadroların Gülen Cemaati üzerinden devletten tasfiye edilmiş olması, yerlerine “dinci kadroların yerleştirilmesi”, yine bu Kemalist okumanın bir parçasıydı. Erdoğan’ın “Meğerse bunlar (Cemaat) büyük bir ihanet içindeymiş. Aldatıldık!” dediği bölüm, Kemalistlerin “Bak, işte şimdi gerçekleri görmeye başladınız!” diyeceği repliğin hazırlayıcısıydı. Belgesel onu dememekle beraber, izleyen Kemalist ve İslamcı seyirciye bunu dedirtecekti. Senaryonun yapı bütünlüğü ve mantık silsilesi buydu.
Belgeselin gerçek olarak sunduğu bir başka varsayım, Cemaat’in 30 Ağustos 2016 Zafer Bayramı YAŞ’ında “Askeriyedeki kadrolarının tasfiye edileceği bilgisini elde etmesi” üzerine harekete geçmeye karar vermesi, yani darbe girişimi kararını almasıydı. Bu da bir önkabuldü ve tümüyle rejim diskuruydu. Rejim durduk yerde Cemaat’in darbeye kalkıştığını mantıklı olarak izah edebilmek için bu tezi ileri sürüyordu. Oysa Cemaat’e yakın, darbeye karışmamış, hatta darbeyi engellemeye çalışmış birçok subay olduğu bilgileri etrafta dolaşıyordu. Darbeye karışan veya karıştığı iddiasıyla takibata alınan, hapse atılan, yurtdışı görevden dönmeyip ülke dışında kalan birçok subay vardı. Dündar bunlarla röportaj yapamaz mıydı?
Yine 15 Temmuz 2016 günü, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın 13:24’te darbeyi bir binbaşıdan MİT kampusunda öğrenip, ardından Genelkurmay’a giderek Hulusi Akar’la bu bilgiyi paylaşması, ardından Akar’ın askeri uçuşları yasaklama kararı alması, ama ne hikmetse karacı birlikleri zapturapt altına alacak hiçbir önleme başvurmaması, belgeselde üzerinde durulmayan noktalardı. Dahası, Dündar, gece yarısına dek Akar veya Fidan’ın neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a darbe girişimini bildirmediği de belgeselde sorgulanmıyordu. Sahiden, bu hayatın olağan akışına bu kadar mı uygundu? Çünkü ileriki kısımlarda Erdoğan’ın “Biz Milli İstihbarat başkanımızı aradık, ama ulaşamadık kendisine” diyordu. Yani aradaki o garabet, belgeselde de kendiliğinden ortaya saçılıyordu. Bunu sorgulamamak nasıl olabiliyordu? Erdoğan’ın darbeyi bilmediği üzerine kurgulanmış olan resmi 15 Temmuz diskurunun oysa en zayıf noktalarından biri bu değil miydi? Bir de şu var: Darbeyi 13:24’te öğrenen Genelkurmay Başkanı, nasıl oluyor da bu bilgiye karşın gece darbeciler tarafından esir alınabiliyordu?
Dündar, bu resmi anlatıyı satın mı aldı? Yani gerçekten buna ikna mı oldu? Olmuş herhalde ki, Erdoğan’a adeta çiçek vererek, aynı resmi diskurun ileri sürdüğü gibi, halkı sokağa çağıran Erdoğan için “Cumhurbaşkanı çok riskli bir karar verdi” diyor. Oysa bu çağrı, devletin darbeyi resmi ifadelere göre öğrendiği anlaşılan 13:24’ten saatler sonra gerçekleşiyor. Bu oldukça mantıksız görünen olaylar dizini için en ufak bir soru işareti yok belgeselde. Aynı durum, 10 milyon AKP’liye WhatsApp mesajı ve Diyanet’in ülkedeki tüm camilerde eş zamanlı ve eşgüdümlü sela okutması konusunda da söz konusu. Yine, köprüde 4 tank ve 2 zırhlı personel taşıyıcı ile, tek şeritten darbeye kalkan askerlerin bu eylemlerinin mantıksızlığı konusunda da benzeri bir “olağan kabul etme” durumu var. Yine, motorlu tanık ifadesinde, “Sarıklı, sakallı, ellerinde otomatik silahlar olan” kişilerin eski HGS binasına doğru geçip, oradan askerlerin üzerine ateş açmaları, sanki hayatın olağan akışı böyle olurmuş gibi aktarılıyor. Hâlbuki tanık üzerinde durarak “Askerlere ateş ettiklerini gördüm ben onların!” diyor. Belgeselcinin, bu saldırının nasıl ve kimin tarafından organize edildiğini sorması gerekmez miydi diye düşünmeden edemiyor insan. En son vurucu çıkarım da, belgeselin sonunda “Erdoğan artık tek adamdı!” denmesi.
15 Temmuz 2016 darbe kalkışması konusunda hazırlanan bu belgeselin kendi anlatımındaki mantık hatalarını, sorunlu, hayatın olağan akışına çok uygun olmayan noktaları, yani aklıma takılan sorunlu yönleri sizlerle paylaşmaya çalıştım. Elbette 15 Temmuz konusunda çok daha fazla sorulması gereken soru var. Mesela meclisteki blast etkisinin dıştan içe değil, içten dışa doğru olması, ya da AKP-MHP’nin soruşturma komisyonunun çalışmalarına kararlı biçimde engel olmaları. Ya da bütün amiral-generallerin yüzde 50’sinin, tüm kurmayların yüzde 70’inin katıldığı öne sürülen bir darbe girişiminin neden bu kadar paçozca organize edilmiş olduğu. Veya önceden hazırlanan listelerin neye göre, kimin tarafından ve hangi amaçla hazırlandığı. Ya da tutuklu subayların çok büyük bir çoğunluğunun NATO yanlısı, Batıcı subaylar oluşu ve Cemaat’le ilintili olmayışları. Bunun gibi yüzlerce önemli nokta var. Belgesel bunları teğet dahi geçmemiş. Konu salt köprü üzerinden bir dramaturjik yaklaşım idiyse, o halde neden başlangıçtaki Gülen-Erdoğan denklemine oturtuluyor tüm yapı? Bu sorular sorulmuyorsa, bu sonuca nasıl bu kadar kolay varılabiliyor? Herkes nasılsa öyle düşünüyor, ona inanıyor diye mi? Peki eğer öyleyse, buna belgesel denebilir mi? Keşke bu belgeselin aydın sorumluluğu ve etik yükümlülükler üzerine biraz daha durulsaymış. Sonuçlardan ziyade sorulara odaklanılsaymış. Kurgusallıktan çok, rekonstrüksiyona ve çelişkilerin ortaya konmasına çalışılsaymış.
Umarım bu belgesel, konuyla ilgili yapılan son belgesel olmaz. 15 Temmuz aydınlanmadıkça, rejimin sona ermesi ve hukuka dönüş mümkün değil çünkü.