Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Nesrin Nas: AKP’nin hikâyesi kalmadı ama muhalefetin de yok, Türkçü damar hâkim

Türkiye ekonomik ve siyasi açıdan derin bir krizle karşı karşıya. Giderek otoriterleşen ve devletin kurumsallığını yerle yeksan eden iktidar ve ortakları, krizi çözmek bir yana giderek derinleştiriyorlar.

Son dönemde ise Cumhur İttifakı el yükseltti, bir taraftan muhaliflere karşı suikast vb. tehditlere karşı kayıtsız kalırken, bir yandan mafyatik yapı ve kişilere de göz kırpıyor.

Mevcut tabloyu Gazete Duvar’dan İslam Özkan’a değerlendiren Anavatan Partisi eski Genel Başkanı Nesrin Nas, Türkiye’de temel sorunun ekonomik değil, siyasi kaynaklı olduğunu belirterek, öngörülemezlik savuşturulamadığı sürece sorunların her alanda süreceğini belirtiyor.

Nas’a göre Türkiye’de siyasetin sınıf ayrımı temelinde değil kimlik temelinde geliştiği için Merkez siyaseti kurmak kolay görünmüyor.

“AKP’nin bir hikâyesinin kalmadığının” altını çizen Nas, “Biz demokrasi ittifakı falan diyoruz ama muhalefet de bir hikâye yazamıyor. Muhalefet şu ana kadar ‘bunlar doğruyu söylemiyor, bunlar yalan söylüyor’ çizgisini sürdürdü. Muhalefet seçenek sunmuyor. Muhalefetin şunu anlaması lazım, AKP iktidarının bu ülkede yarattığı en somut şey belirsizlik, bu iktidarı bağlayan hiçbir hukuk yok. Kriz anında ise herkesin dönüp baktığı tek bir kişi var o da Erdoğan. Basının özgür olmadığı, yargının tarafsızlığını yitirdiği, anayasal hakların bütünüyle askıya alındığı bir süreçte en azından halkın bir kısmına göre tek istikrar simgesi Erdoğan olarak görülüyor” diyor.

Nesrin Nas’a göre, Müslümanlıktan çok daha güçlü bir Türkçü damar hâkim…

“AKP hiçbir zaman merkez sağ parti olmadı” diyen Nas, “Ancak onun merkez sağ bir parti gibi görünmesindeki en büyük etki Ali Babacan ve ekibinin izlediği ekonomi politikalarıydı. Onun bu sürece büyük katkısı oldu. Ama AKP hiçbir zaman merkez sağ partisi olmadı aslında” görüşünü dile getiriyor ve ekliyor:

“Aslında çok temel işaretler vardı. Satır aralarında bu görünüyordu. Avrupa Birliği’ne yapışması da büyük ölçüde Cumhuriyet Mitingleri ve askeri vesayet nedeniyle kendisine karşı hissettiği tehdit nedeniyleydi. En başından beri başörtüsü özgürlüğünü ya da dindarların ifade özgürlüğünü demokratik bir özgürlük olduğu için değil, kendi dünya görüşüne uygun olduğu için savundu. Şayet demokratik bir ilkeden hareketle savunsaydı şu an biz kadın meselesinde de farklı yerlerde olurduk.”

Demokrasi ittifakı arayışlarını, siyasi yelpazenin farklı yerinde duran siyasi partilerin en temel paydada buluşma çabalarını bir anlamda siyasetin merkezde konumlanması olarak okumanın mümkün olduğunu söyleyen Nesrin Nas, sözlerine şöyle devam ediyor:

Her ne kadar Babacan’ın iddiası o merkez sağın yerini doldurmaksa da, aynı yere İYİ Parti de oynuyor da olsa, iki tarafı karşılaştırdığımda Ali Babacan’ın merkez sağdaki boşluğu doldurmaya aday olduğunu söyleyebilirim; çünkü İYİ Parti’nin ciddi bir Kürt fobisi var. Toplumun beşte birini dışlayarak oraya oturarak, “benim Kürtlerle bir sorunum yok, benim terörle sorunum var” türünden kalıpların arkasına sığınarak merkeze gelemezsiniz. Ama merkeze en büyük aday CHP liderliğindeki geniş yelpaze diyebilirim. ABD’yle karşılaştırdığımda Biden’ın siyasi hareketiyle CHP’nin kurmaya çalıştığı demokrasi ittifakı arasında büyük benzerlikler görüyorum. İçinde solun hatta sağın farklı renklerinin de bulunduğu partiler, Biden önderliğinde 100 sayfalık bir uzlaşma metni imzaladılar. Biden’ın kişiliğine baktığınız zaman hiç de karizmatik olmadığını, çok iyi bir hatip olmadığını görüyorsunuz. Ama tüm bu dezavantajlarına rağmen birbirinden farklı hareketleri bir arada tutabiliyor. Ben biraz Kemal Bey’in çabasını da ona benzetiyorum. Yıllardır Türkiye’de ayrışma sınıf temelinde değil kimlik temelinde yaşandığı için siyaset kimliklerin üzerine oturduğu için merkez sağı kurmak çok kolay gibi gelmiyor bana.”

Nas, muhalefetle ilgili en son gelinen yeri açıklarken, “Muhalefeti milli güvenlik için bir tehdit olarak görmeye başlamaları. Amaç muhalefet üzerinde vesayet oluşturmak” ifadesini kullanıyor ve ekliyor:

“Muhalefete yönelik farklı bir süreç değil aslında, muhalefeti yok varsayıyorlar. Muhalefetle ilgili en son gelinen yer, muhalefeti milli güvenlik için bir tehdit olarak görmeye başlamaları. Amaç muhalefet üzerinde vesayet oluşturmak. Albayrak’ın istifasından sonra gelinen süreçte Bahçeli’nin öne çıkması, Çakıcı’nın demeci, Bahçeli’nin ona dava arkadaşı diye sahip çıkılması, aynı zamanda pandemi döneminde eldeki kıt kaynakların ne şekilde kullanıldığı ve kimlere peşkeş çekildiğinde somutlanan ekonomik gelişmelere baktığımızda, Türkiye’de çok ciddi manada kartel devlet oluşumu görülüyor. Tek adam aslında ‘Kartel Devlet’in arayüzü.

Kartel devlet; onun halkla iletişimini sağlayan, kamuoyunda ‘milli irade’ denilen şeyle meşruluğunu oluşturan bir yapı var. Kartel devlet dediğimiz şeyin illa ki kartellerden oluşması gerekmiyor, ama kartel devlet her şeyi belirleyen, her şeye egemen olan, her şeye hükmeden ve kamunun tüm kaynaklarını sonuna kadar emen, kaynakları tek merkezde toplayarak kendi önceliklerini dikkate alarak dağıtan devlet demektir. Bunu BİST’in Katar’a satılması meselesinde de gördük. Buradaki sorun Katarlılara satılması değil. Katar’a da Rusya’ya da Çin’e de satılabilir. Mesele satışın biçiminde, hesap verilebilir ve şeffaf olmamasında. Mesele kamunun kaynaklarını şahsi mallarıymış gibi kullanabilmelerinde. Bu çerçevede bütün eleştiri ve itirazlar, ulusal güvenliğe tehdit gibi algılanıyor ve lanse ediliyor. Yaşadığımız son bir ay karşı karşıya kaldığımız devletin niteliğini net bir şekilde ortaya koydu. Buradan Türkiye’nin kudretsiz, iç çekişme yorgunu, istikametsiz bir ülke olduğu gerçeği çıkıyor ortaya. İstikametsiziz çünkü bir bakıyorsunuz ‘yönümüz Avrupa Birliği, geleceğimizi orada görüyoruz’ deniyor, ama ertesi gün AB için olmazsa olmaz değimiz hukukun üstünlüğü fütursuzca tepeleniyor.”

Nas, ekonomideki bu kötü gidişata ilişkin olarak ise, şunları kaydediyor:

“Elbette, bu yapılanma biçiminin ekonomiyle ilişkisi var. Dış kaynakların ucuz ve bol olduğu dönemde AKP çıkarları birbirinden çok farklı olan kesimleri, çalışan kesimi, çiftçiyi, müteahhitleri, iş adamlarını ve finans kesimlerini bir şekilde bir arada tutabiliyordu. Çünkü o kaynakları bu kesimleri (ama tabii müteahhitler birinci sırada) gözetecek şekilde dağıttığı zaman “efendim AK Parti ile zenginleşiyoruz, refahımız artıyor” diyorlardı. Ama bütün bu kaynaklar borçla alınan kaynaklardı. AKP iktidara geldiğinden bu yana kabaca 1,5 trilyon dolar dış kaynak kullanmış. Şu anda bakıyorsunuz toplam borç 438 milyar dolar, hane halkına bakıyorsunuz 800 milyar TL’yi aşan bir borcu var. Merkez Bankası’nın kasasına bakıyorsunuz tamtakır. Bunun nedeni, kendisine destek veren kesimleri bir arada tutmak için kredi musluklarını sonuna kadar açıyor olması, ama nereden, tabii ki kamudan. Kredi dağıtan bankaların yüzde 70’i kamu bankaları. Şimdi ise dış kaynak bitti. Bütçedeki imkânlar da büyük ölçüde tüketildi, dış yatırımların durduğu ve dış kaynak bulunmasında sorunlar yaşanan bir durumda aşırı döviz borçlusu olan bir ülkede doların fiyatının yükselişini durduramazsınız.

Risk priminiz çok yükselmişse, istikrarsız ve öngörülemez bir ülke olarak görülüyorsanız çok yüksek faiz vererek ve ancak gece fonlarından SWAP yoluyla kaynak bulabilirsiniz. Nitekim son faiz artışından sonra giren para da o şekilde girdi. Bunun dışında kalıcı, sizin üretim altyapınızı dönüştürmenize imkân verecek, teknoloji transferi getirecek herhangi bir kaynağa ulaşmanız mümkün değildir. Bütün bunların sonucu olarak da içerdeki bütün dengeler bozuluyor. Büyümeye başladığınız zaman cari açığınız artıyor, bütün bunlar olurken de yoksulluk hızla derinleşiyor. Nitekim 2 gün önce enflasyon rakamları da açıklandı ve yüzde 14 gibi yüksek bir oran çıktı. Daha önemlisi ise son bir yılda ara malı yüzde 30 artmış, üretici fiyat endeksi imalat sanayiinde yüzde 25 olmuş. Çekirdek enflasyonun da üç aylık ortalaması yüzde 25’i bulmuş. Gıda fiyatlarındaki artış ise yüzde 35’e gelmiş. Bu, ne demektir biliyor musunuz? Katlana katlana, gümbür gümbür bir enflasyon geliyor demektir. Bu rakamlar ortada dururken siz hükümet etme anlayışınızdan birikim modelinize kadar politikalarınızda köklü bir değişiklik yapmazsanız, faiz döngüsüne girersiniz ve kolay kolay da çıkamazsınız. Bir de işin uluslararası boyutu var. Ekonomik sorunların çözümü için dışarıdaki konjonktür de uygun değil. Pandemi nedeniyle dünya GSMH’si 3,5 trilyon dolar azalmış. Bu nedenle kaynaklar geceden sabaha kararların değiştiği öngörülemez ülkelere gitmez. Öte taraftan dünya adalet endeksi var Türkiye 128 ülke arasında 124. sıraya oturmuş. Kısacası durumumuz çok hazin.”


Söyleşinin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Exit mobile version