Tablo ve grafik bize 2020 yılında para arzında önceki yıllara göre önemli bir artış olduğunu gösteriyor. Enflasyon üzerinde bu artışın bir miktar etkisi olduğunu düşünüyoruz. 2020 yılında artan para arzının temelinde Covid-19 Salgını nedeniyle ortaya çıkan ödemeler olduğunu söyleyebiliriz.
Yanıtlamamız gereken ikinci soru nüfus artışı olup olmadığıdır. Türkiye son yıllarda ciddi sayıda Suriye, Afganistan ve diğer ülkelerden mülteci kabul etti. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre bu mültecilerin toplam sayısı 4,2 milyon dolayında bulunuyor. Son yıllarda ortaya çıkan bu nüfus artışının bir talep artışı yaratarak enflasyonist baskıların artmasına yol açtığını tahmin ediyoruz.
Demek ki Türkiye’deki enflasyonist baskıların bir bölümü talep kökenlidir. Gerek para arzında gerekse nüfusta ortaya çıkan artışlarla beslenen talep artışının yarattığı enflasyonist baskıyı durdurabilmenin yolu faizi yükseltmektir. TCMB, son iki toplantısında faizi yükseltmiştir. Bununla birlikte insanlar açıklanan enflasyon oranına (yüzde 14,03) inanmamakta ve o nedenle bankaların önerdiği yüzde 17 oranına varan mevduat faizlerini yeterli bulmayıp döviz almaya ya da yaşam daha da pahalılaşmadan paralarını mala yatırmaya yönelmektedir.
Yanıtlamamız gereken üçüncü soru 2020’de maliyetlerde artışa neden olan bir gelişme olup olmadığı sorusudur. Ücretler, kiralar, üretimde kullanılan girdilerin fiyatları yükseldi mi? Kurlar arttı mı? Bunlara tek tek bakalım. Ücretler ve kiralardaki artışlar, genel olarak geçmiş enflasyona göre ayarlandığı için bu düzenlemelerin enflasyona katkısının çok düşük kaldığını düşünüyorum. Faizlerdeki artış ise açıklanan enflasyona göre yapıldığı için onun da gerçek enflasyonun gerisinden geldiğini ve enflasyona fazla etkisinin olmadığını tahmin ediyorum.
Ücretler, kiralar ve faizler dışında firma maliyetlerini en fazla etkileyen kalem maliyetler içinde önemli yer tutan kur kalemidir. Kurlardaki artış için sepet kura (½ USD + ½ Euro) bakıyoruz. 2019 yıl sonunda sepet kurun ortalaması 6,67 iken 25 Aralık 2020 itibarıyla 8,41 olmuştur. Bu fark yüzde 33,3 oranında bir artışa işaret ediyor. Enflasyon üzerinde en olumsuz etkiyi TL’nin dış değer kaybının yarattığını tahmin ediyoruz.
Bu aşamada enflasyon sorununu çözebilmek için yeni bir soru sorup yanıtlamamız gerekiyor: Kurlardaki yükselmenin (ya da TL’nin dış değer kaybı) niçin bu kadar yüksek düzeye çıkıyor? Bu sorunun yanıtı da Türkiye’ye, çıkan dövizden daha az döviz girişi olması ve vatandaşın enflasyonun anapara üzerinde yarattığı kayıpları giderebilmek için bir yandan harcamalarını artırırken bir yandan da tasarruflarını dövize yatırması yani döviz talebi yaratması şeklindedir.
Bu sorunun kısa vadedeki çözümü gerçek enflasyonun üzerine reel faiz verecek biçimde faizi artırmaktan geçiyor. TL’nin faizi vatandaşın tasarrufunu enflasyona karşı koruyabileceği düzeye gelirse vatandaşın döviz talebi düşer, yabancıların Türkiye’ye döviz getirmesi artar, bu da TL’nin değer kazanmasını sağlar.
Böylece Türkiye’de gerek talep enflasyonunun gerekse arz (maliyet) enflasyonunun kısa vadedeki çözümünün aynı kapıdan (reel faizi enflasyonun üzerine çıkarmaktan) geçtiğini ortaya koymuş olduk.
Bununla birlikte bu çözümün kısa vadeli olduğunu, hemen ardından risk yaratan hukukun üstünlüğü başta olmak üzere sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların çözümü için gerçek anlamda yapısal reformlara girişilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamamız gerekir.