Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürtleri bekleyen gelecek

YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

Kürtleri nasıl bir gelecek bekliyor? Türkiye, Cumhuriyet döneminin en ciddi anayasal düzen ve hukuk krizini yaşarken, 1900’lerin başındaki etnik milliyetçilik temelleri üzerine oturtulmuş bulunan bu devletin genlerindeki tüm otoriter, retçi, asimilasyoncu yapı, gemi azıya almış, tüm hızıyla Kürtlere hayatı dar ediyor. Kürtlerin seçimlere yansıyan ve mecliste vücut bulan iradesini bir avuç İslamcı ve Kemalo-otoriteryan Avrasyacı’nın inisiyatifine terk eden, sivil darbeyle demokrasiyi baltalamış bulunan anayasasız bir ara rejim, Kürtlerin son yirmi yıl içerisindeki tüm kazanımlarını birbiri ardına yok etti. Kürtler, 1923’ten bugüne, etno-devlet olan Türkiye’nin homojenleştirici politik ve sosyolojik ortamında, kendi kimliklerini terk kaderiyle baş başa bırakılmış bir halktır. Bu koşullar devam ettiği takdirde, orta vadede Kürtlerin Türkiye devleti içerisinde kendi öz iradeleriyle var olmayı seçmemeleri şaşırtıcı olmaz.

Bugünkü rejimin bu “Kürt politikaları” üzerinde mutabakata varılmış bir koalisyon olduğunu bilmem yeniden hatırlatmama gerek var mı? AKP ve Erdoğan’ın 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonrasında paçayı kurtarabilmek ve Yüce Divan’da yargılanmamak için verdikleri en önemli taviz, Çözüm Süreci denen ve “Kürtlere düz ovada siyaset yapmanın” koşullarını oluşturmayı nihai hedef olarak kabul etmiş olan politikalara son vermek ve “devletin istediği” şekilde hareket etmeye başlamaktı. MHP ile olan Cumhur ittifakı bu şekilde meydana geldi. Dahası, MHP gibi, CHP de, oldum olası Kemalo-otoriteryan genlerinden ve devletin “sahibi olmak” kompleksinden ötürü, Kürtlere statü verecek ve onları devletin asli sahiplerinden biri kılacak düzenlemelere ve reformlara enerjik olarak karşı çıkıyordu.

Buz dağının bu görünürdeki kısmının dışında, devletin “görünmeyecek kadar derinlerde” olan unsurları, 1900’lerin başından bu yana homojenleştirici asimilasyon politikaları ve kısmi soykırımcı bir tutumla, Kürtleri Türk varlığı içinde erimeye ve kimliklerini terk etmeye zorladılar. Çocuklara okullarda zorla Türkçe öğretilirken, Kürtçe ve Kürt kültürü yok sayıldı. Kürtlerin yerleşim birimlerinin adları – tıpkı Rum yerleşim birimlerine yapıldığı gibi – Türkçeleştirildi. Kürtlerin durumlarından memnun olmayanları ya öldürüldü ya da göçe zorlandı. Kürt kültürü “ilkel” olarak nitelendi. Dahası tarih çarpıtılarak, Kürtlerin bir Türk “boyu” olduğu söylendi. İnsanların türkülerini, folklorünü, hatta renklerini politize ettiler. Kürtler taciz edildi ve sömürge valiliklerini anımsatan OHAL valilerince, olağanüstü sertlikte ve sivil hukukla bağdaşmayacak uygulamalar altında inletilerek ve eziyet edilerek “yönetildi”. Kamu yönetiminde çift başlılık yapılarak, ciddi bir Apartheit rejimi uygulandı.

Avrupa Birliği “azınlık haklarına” riayet çağrısı yaparken, Lausanne Antlaşması’ndaki azınlık grupları arasında adları geçmemesi bahane edilerek, “Böyle bir azınlık yok!” dendi. Kürt aydınları bile bu azınlık hukukunun tam olarak ne kadar önemli bir güvence olduğunu anlayamadılar. Çünkü onlara da on yıllarca “Siz azınlık değilsiniz!” denmişti. Böylece Kürtlere asimile olup Türkleşmek, “Ne mutlu Türküm” demek dışında bir opsiyon bırakılmıyordu.

Bu durum 1999 Helsinki Zirvesi sonucu, AB üye adayı olmak isteyen yöneticiler tarafından değiştirildi. “Bizde Kürtler var!” denerek, inkâr politikası sonlandırıldı. 2002’den 2006’ya dek, ciddi denebilecek ilerlemeler yapıldı ve Kürtlerin birtakım kültürel ve varoluşsal hakları tanındı. Elbette bunlar henüz yeterli olmaktan uzaktı. Fakat bu reform ivmesi eğer devam edebilmiş olsaydı, bugün Türk demokrasisi ve bütünlüğü çok farklı bir merhalede olabilirdi. Olmadı!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kürt politikacı Selahattin Demirtaş’ın hapiste tutulmasına ilişkin olarak aldığı son kararda, Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına hükmetmiş bulunuyor. Bu bir tavsiye kararı ya da temenni değildir. Türkiye, AİHM hukukunu anayasal seviyede kabul ederek taahhüt altına girmiş bir devlettir. Öyle ki Kıbrıs’ta, mülkleri ellerinden alınan Rumların açtığı tazminat davalarından mahkûm olduktan sonra bile, bu davaların sonuçlarının gereğini yerine getirmekten vazgeçmemiş bir devletten söz ediyoruz. Fakat yukarıda işaret ettiğim gibi, bu devlet, kendi anayasasını dikkate almayan bir rejim haline geldikten sonra, son 90 yılın birikimini sıfırladı ve kendisini kanun tanımaz, attığı imzalara güvenilmez, prosedürel uygulamaları günden güne değişkenlik gösteren, bir tür Ortadoğu kabile devleti görünümüne büründü. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AİHM Demirtaş kararına “uymak zorunda olmadıklarını” ifade ederek, meydan okudu.

Aynı günlere denk gelen Kavala ve Dündar kararları da gösteriyor ki, Türkiye’de hukuktan kopmuşluk bir münferit hadise değil, sistematiktir. Ve daha da hazini, yapısallık arz etmekte, yani kurumsallaşmış ve konsolide olmuş bir uygulama görünümündedir. Türk otoriteleri, içeride ve dışarıda, artık bu uygulamaları reddetmiyor. Bunların savunusunu yapmaya gayret etmiyor. “Olan budur, biz buyuz!” diyor. Yaptıklarının utanılacak bir şey olmadığına inandıklarından dolayı, kamuflaj gereği hissetmiyorlar.

Bu şartlar altında AİHM müktesebatının dışında bir yerlerde kendisini konumlandıran anayasasız muz cumhuriyeti hüviyetinde bir rejimi, AİHM çerçevesinin dâhil olduğu Avrupa Konseyi çerçevesi içinde kalabilmesi zordur. Yakın gelecekte, Ankara kendisini Avrupa Konseyi dışında bulacaktır. Türkiye’nin zaten tarihi ve kültürel olarak kendisini kabul ettirmekte zorlandığı Avrupa ailesine şeklen de olsa dâhil olma konumu artık son bulacaktır. Bu durum, Türkiye’yi ön Asya ve Ortadoğu’daki diğer İslami ülkelerle aynı lige düşürecektir. Fiilen bu zaten olmuş bulunuyordu. Şimdi bu hukuken de gerçekleşecek gibi görünüyor.

Gelelim Kürtlerin kaderine.

Türkiye sınırları içinde sivil siyaset ve varoluş şartları tümüyle – de jure ve de facto – ortadan kalkan Kürtler için, Batı’da yeni bir yaklaşım doğması olasılığı ciddi oranda artacaktır. Bu durum radikal ve silahlı mücadele yolunu seçen gruplara karşı olan yaklaşımın da yeniden gözden geçirilmesi sonucunu beraberinde getirecektir. Kürt sorunu uluslararasılaşacak, Türkiye siyasi ve başka türlü müdahalelere açık hale gelecektir.

Kendinizi Kürtlerin yerine koyun. Onlarca milletvekili, yüzlerce belediye başkanı ve yerel yöneticisi sudan gerekçelerle hapse tıkılmış bulunan, çocuklarına bile istedikleri adı özgürce koyamayan, köyünün, kentinin adı bile değiştirilen, horlanan ve asimilasyona zorlanan bir halkın bir üyesi olsaydınız eğer, ne hissederdiniz? Türkiye ile kendinizi ne kadar özdeşleştirirdiniz? Kendinizi etnik Türklerle kader ortağı hisseder miydiniz? Onlarla ortak bir gelecek hayal eder miydiniz?

Bu sorulara dürüstçe yanıt veren herkes, yazının sonucunu kendi kafasında yazabilir zaten!

Exit mobile version