YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Gerçeklerle bağınızı kopartabilmek için size Türkiye’nin normal bir ülke olduğu imajını kabul ettirmeye çabalıyorlar. Bu yaşananların dönemsel zorluklar olduğuna, gelip geçici olduğuna, bir gün uyandığınızda her şeyi düzelmiş bulacağınıza inanmanızı istiyorlar. Demokrasi askıya alındıysa bunun bir nedeni vardır! Hukuk yok edildiyse, bu şu an için elzemdir! Masumlar içeri atıldıysa, bunun nedeni devleti kurtarmaktır! Her yolsuz, hukuksuz ve antidemokratik rejimin ana diskurudur bu. Gerçi Türkiye toplumunda da ilk kez anlatıldığı yok ama bu masala inanmak isteyenler, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyor.
İnanmak inanmamaktan daha kolaydır. Bir de inanmamak inanmaktan risklidir. Gerçeklerle bağın kopması otoriter rejimlerde insanı rahatlatır. Yüz binlerce insanın çakma delillerle hapishaneye tıkılmasının ayırdında olan, üstelik bunun kuralı-kaidesi olmayan keyfi bir uygulamayla yapıldığını bilen insanlar nasıl olur da bu rejimi kabullenebilir?
Kulağa önemli bir soruymuş gibi gelse de, tarih bu tür rejimler ve bunlara itiraz etmeyen halklarla doludur. İnsanlar istikrar ister; özgürlük değil. İstikrar bazen yanlış anlaşılıyor. İstikrarın olması için ille de bir hukuk devletinin ve temel özgürlüklerin olmasına gerek yok. Mesela Rusya çok istikrarlı bir yer. Ruslar için 1991’de sistem çöktükten sonra karın gurultularının çokseslilikten de özgürlüklerden de daha önemli olduğu öğrenildi. Ortalama bir Rus, Putin ve rejimi iyi midir sorusuna temel özgürlükler ve hukuk temelinde bir yanıt vermiyor. Karnı doyuyor mu, hayat devam ediyor mu, maaşı zamanında hesabına yatırılıyor mu, keskin kış soğuğunda evi sıcak mı, bunlarla ilgileniyor.
Hayat şartları, ortalama bir otoriter toplumun ortalama bir vatandaşını sisteme inanmaya iter. Türkiye’de olan, daha doğrusu olmuş bulunan, budur. Türkiye insanı sisteme inanıyor. İnanç rasyonel aklı bertaraf eder. Bu hep böyledir. Türkiye’de rasyonel akıl tasfiye edildi.
Rasyonel aklın olmadığı bir yerde, insanlar sisteme inanmayı seçer. Biri diyebilir ki: “Peki, otoriter bir rejimde rasyonel olmamayı seçmek, irrasyonel bir davranış olarak nitelenebilir mi”? Rasyonel olmamak kendi içinde bir rasyonellik içerebilir. Türkiye’ye normal bir ülke muamelesi yapanların temel sorunu burada yatıyor. Türkiye’nin “normal olmaktan” uzaklaşmış olması, bu kâbusu daha acı verici hale getiriyor.
Yaşananlar normale geri dönüşü zorlaştırdı. İnsanlar artık bu yaşananların “aslında normal kabul edilebileceğine” ikna edildiler. Hitler Almanya’sında Yahudileri sosyal-Darvinist bir ırkçı bakışla “insan olmayan varlıklara” indirgeyen sistem, bunu Alman toplumuna kabul ettirdikten sonra, Yahudi soykırımına direnecek, karşı koyacak, aldığı emirleri uygulamayacak Alman potansiyelinin de önüne geçmiş oldu. Her şey, rejimin size anlattıklarına inanmanızla başlar. Tüm illüzyon, tüm kitle hipnozu, tüm distopya böyle kuruluyor.
Almanların gerçeklerle yüzleşmeleri için rejimin yıkılışını yaşamaları gerekiyordu. Rejim yıkıldığında, yıkılanın aslında Almanya olduğunu anladılar. Fakat bunca akıllı insan, rasyonaliteye sistem devam ederken geri dönemedi. Çünkü sistemde var olmak, rasyonellikten vazgeçmenin rasyonalitesini gerektiriyordu.
Ben Türkiye’nin normal bir ülke olmadığını, çocuklarımın pasaportlarını iptal ettiklerinde tam manasıyla kavradım. Gözlerimin önünde tüm yapı bir anda çöktü, yerle bir oldu. Ömrümün neredeyse yarısının Türkiye dışında geçmiş olması, tüm üniversite, master ve doktora eğitimimin Almanya’da geçmiş olması, peder gibi sistem-dışı marjinal sanatçı bir adamın oğlu olmam ve kozmopolit ve çok-kültürlü ailem ve diğer birtakım faktörler, illüzyondan kurtulmamda sanırım olumlu rol oynadı. Distopyanın acınası habis ortamını görebildim. Yaşanılan sürecin bir dönemsel zorluk, bir tür geçiş dönemi, bir nevi türbülans olmadığını kavradım. Ülke normalinin bu olduğunu, benim normal zannettiğim şeyin ise bir anomali olduğunu idrak ettim. Hukukun dışına düzenli olarak çıkan bir devletin “restore edilemeyeceği” gerçeği kafama dank etti. Hukuk dışılığın esasında sistemin “normali” olduğu, “hukukla irtibat kurulmasının” bir zorlama ve konjonktürel gerekliliklerden kaynaklı bir numara olduğunu müşahede ettim.
Dahası, birçoklarının hiçbir illüzyona ve hipnoza gerek duymadan, bu durumu gayet olağan karşıladıklarını görüp şaşırdım. Sonra da hala şaşırıyor olmama şaşırdım. İllüzyonun halen tam sona ermemiş olduğu anlamına gelen bu gözlemim, aynı bir korku filminde bir canavarın kendisini öldüreceğini anladığı esnada uyanan, ama uyanıp tam rahat bir nefes alacakken bir anda canavarın bu esas gerçeklikte de karşısına çıktığı bir adam gibi hissettirdi beni. Devletin ne olduğunu anlayıp, “neyse ki toplum böyle değil!” derken, toplumun da böyle olduğunu görmek, gerçeklik ötesi bir gerçekle yüzleşmeydi. Yoksa kim çocukların pasaportlarını iptal edebilirdi?
Şimdi, esas sorun şu ki, benim yaşadıklarım, veya bizim yaşadıklarımız, bir hiç! Tabi bizim için dünyadır bu, o başka da, bunu zulüm saymaya utanıyorum, Türkiye’de yaşanan zulmü gördükçe. Mesele şu ki, her şey mukayeseli olarak daha iyi anlaşılıyor. İnsanların hayatları ellerinden alındı! Hala da alınıyor! Ve birileri hala daha kalkmış, sisteme inanmayı seçiyor. Sistem nedir? Sistem döngüdür. Düzenliliktir. Süreçtir. Öngörülebilirliktir. Zannediyorlar ki, bu dönemsel bir evre. Bu evrenin sonu aydınlıktır. Tüneldeyiz, etraf karanlık. Ama tünelin ucunda ışığı görmeye az kaldı.
Dedim ya, inanmak inanmamaktan çok daha kolaydır. Bir de inanmamak, inanmaya nazaran çok daha riskli! Yaşananlara karşın, bir anda geldiği gibi gidecek bu rejim diye düşünenlerin çoğunlukta olmaları bundan mı? Oysa uçak bir anda düşer, ama düştükten sonra bir anda yolcular kendilerini havada, rahat koltuklarında verilen yemeği yerken bulmaz. Uçağın düşüşünün hızlı olması, aynı hızda bir normale dönüşün garantisi değildir. Yok etmek hep var etmekten daha kısa sürer. Kaybetmek hep kazanmaktan hızlı olur.
Biden’ın gelmesi gibi, Türkiye’ye de biri gelir zannediyorlar. Trump’ın oyun alanının daralıp, sonunda havlu atması gibi, Erdoğan da pes eder diye düşünüyorlar. KHK’lara uyandıkları gibi, KHK’ların iptaline ve görevlerine iade edildikleri ana varacakları bir geleceği hayal ediyorlar. Seçimler olacak da, demokratik bir parti veya lider seçimleri kazanacak da, Erdoğan iktidarı devredecek de, o rejim aparatı veya işbirlikçisi bürokratlar, yargıçlar, savcılar, askerler, polisler, valiler, kaymakamlar, istihbaratçılar, vs. tümü bir anda kanatsız melek olacak da! Beklentiler bu!
Türkiye’de gelip geçici bir ara dönem yaşanmakta zannediyorlar. Oysa ara dönemlerin bile düzeltilmesi on yıldan fazla zaman almıştı. Kaldı ki bu yaşanan diğer ara dönemlerden on kat daha fazla hasara yol açtı. Ve köprülerin altından çok, ama çok sular aktı. Unuttular mı bilmem. Çocuklar Meriç’te ve Ege’de boğuldu, Haluk Hoca kansere yenildi ve bağıra-bağıra öldü! Daha dün hapse girdi zannedilen Ahmet Altan, benim oğlumun yaşının yarısı kadarını içeride geçirdi. Felaketler, üzerine felaketler, üzerine felaketler. Şimdi ABD düzelince otoriter rejimler de demokratikleşmeye başlar diyorlar.
Türkiye’de yaşayanlar için: Sistemde var olmak, rasyonellikten vazgeçmenin rasyonalitesini gerektiriyor. Fiziken Türkiye dışında fakat duygu dünyalarında halen Türkiye’de yaşayanlar için: geliştirdikleri psikolojik savunma mekanizmaları, her şeyin düzeleceği günü temel almış. İnanmak, inanmamaktan daha kolaydır demiş miydim? Öyledir!