YORUM | UĞUR TEZCAN
Bir önceki yazımızda özetle; ‘mafya devlet’ gibi soyut kavramlar yerine ‘mafyalaşmış devlet sistemi’ şeklinde tanımlamalar kullanılması gerektiğine ve bunu sosyo-politik bir bakış açısıyla irdeleyerek suçu işleyen öznelerin üzerine odaklanmak gerektiğine işaret etmiştik.
Bunu yaparken de elbette hukuki ve sosyolojik düzlemde hareket edilmeli. Konu, iftiralar, ithamlar ve suçlamalar üzerine bina edilirse şayet; rakip gördüğü kesimleri delilsiz iddialar ve ithamlar üzerinden karalamak dışında pek bir mazisi bulunmayan paranoyak Ulusalcı, Kemalist ve köktenci gruplar ile İslamcı AKP hükümetinin düştükleri benzer hataların içine düşülmüş olunur.
Yani Cumhuriyet trenini rayından çıkaran 80 yıllık hatalar tekrar edilmiş olur. Şanslıyız ki ele aldığımız bu konuda basına yansıyan ve gözlerimizin önünde somut bir şekilde cereyan eden yüzlerce haber, itiraf ve açık beyanlar var. Gözlerimizin önünde Hitler faşizmine denk soykırımlar işleniyor. Her gün yeni bir iftira, delil, belge ortaya çıkmaya devam ediyor.
Mesela geçenlerde meşhur Reina saldırısını yapan teröriste, olayı ‘FETÖ’ adına yaptığını söylerse kendisine kolaylık sağlanacağının söylendiği itirafı ortaya çıktı (Nordic Monitor). Ortaya çıkan başka bir gelişmede ise, İnterpol tarafından Arjantin’de yakalanan başka bir itirafçı Media Diem’e konuşarak Rahip Brunson’a yönelik olarak planlanan suikastın FETÖ’ye yıkılmaya çalışıldığını, emri AKP Genel Başkan Yardımcısı Nukhet Hotar’dan aldığını itiraf etmişti.
Ortada, ‘devlet’ adına yıllardır açıktan öyle suçlar işleniyor ki herkes failleri bildiği halde ya susmayı tercih ediyor ya da görmezden geliyor. Yukarıdaki gibi itirafların peşini kimse takip etmeyecek; çünkü nereye uzandığını çok iyi biliyorlar. Elimizde karaktersiz bir toplum olunca da insanlar hadiseleri sadece bilip görmemekle kalmıyor, bunun da ötesine geçerek o suç işleyen; ama kendilerine ‘devlet iradesi’ diyen hırsız ve arsız çetelerin dikkat dağıtma adına ortaya sürdükleri yanlış hedeflere, kişi ve gruplara saldırma yöntemlerini benimsemekten de kaçınmıyorlar. Bunu grup aidiyeti düşüncesi ile yapan insanların sayısı da azımsanamayacak kadar çok.
Maalesef cahil vatandaşından, kendisini ‘entel’, ‘aydın’ diye tanımlayan daha üst düzeydeki ‘okumuş’ insanlarına kadar toplumun neredeyse tamamı bu cehaletten, zihin sefaletinden ve vicdani çürümüşlükten nasibini almış durumda.
Halihazırda ülkede cereyan eden açık bir soykırım var. İnsanlar ‘FETÖ’ denilen ve hukuken karşılığı olmayan bir ifade üzerinden işkencelere, haksızlıklara, ölümlere ve tecavüzlere maruz bırakılıyorlar.
Liberalinden solcusuna; milliyetçisinden daha bilmem nesine kadar toplumun geniş bir kesimi bu olanlara ses çıkarmadığı gibi bu kaos ortamından nemalanmaya, tabir uygunsa, ‘kaos ortamında yolunu bulmaya’ çalışıyor. Mağdur edilen insanları savunma adına topluca bir refleks üretemediği gibi en ufak vicdani bir hareketlenme, bir kıvılcım dahi sergileyemiyor.
Konuyu hemen daraltıp bu yazıdaki amacımıza gelelim.
Biliyorsunuz geçenlerde gazeteci-yazar Taha Akyol, devlete çöreklenmiş bir çete tarafından ‘FETÖ’ ifadesi üzerinden dolandırıldığını ifade etti. Bu yaşanmış ilk örnek değil. Erdoğan’ın topluma ve demokrasiye açıktan savaş ilan ettiği ve öncesinde ‘paralel devlet’, sonrasında da ‘FETÖ’ tabirlerini gündeme soktuğu 2012’li yıllardan itibaren yaklaşık sekiz senedir benzer hadiseler yaşanıyor.
Taha Akyol gibiler ve birçok siyasi çevre, Hizmet Hareketi insanlarına karşı açık bir soykırım uygulanırken hep sustular; hatta bazıları yazıları ile bu sürece dolaylı veya direk yollardan destek oldular; hala da oluyorlar. Bizzat Akyol’un oğlu Mustafa Akyol’un ‘önleyici tedbir’, ‘elimde delil yok ama suçlu olduklarını biliyorum’ tarzı yazı ve mesajları arşivlerde duruyor.
Erdoğan’ın otoriterleşme çabalarının ilk günlerinden itibaren AKP ve Erdoğan sayesinde devlet sisteminin çökeceğini ve mafyalaşmanın artacağını, adalet sisteminin kötürüm kalacağını ve yasama-yürütme-yargı dengesinin alt üst olacağını sürekli olarak yazdık ve söyledik. Sosyolojik bir gelişme neticesinde sistemde oluşan bütün boşlukları hırsız, yolsuz, çete, mafya, liyakatsiz bir sürü insan doldurdu ve şimdi de bulundukları makamlarda karakterlerinin gereğini sergiliyorlar. Erdoğan’ın Ergenekon işbirliği ile kurduğu bu yeni ara rejimin bu tarz insanlara ihtiyacı azımsanamayacak önem ve değerde.
Tüm bunlar olurken ‘aydın’ kesimler bu süreci uzaktan izlemekle yetindiler. Polisi, askeri, belediye başkanı, parti yöneticisi toplanmış insanları önce ‘FETÖ’ ilan etmekle tehdit ediyorlar veya bizzat bunu sağlayıp ardından da para talep ediyorlar. İştahı hala kesilmemiş olanlarsa, Akyol örneğinde olduğu gibi, daha da azıp telefonla insanları kandırarak yeni para çarpma yöntemleri geliştiriyorlar.
Akyol’un kendi başına gelen dolandırıcılık olayını yansıtma biçiminin arka planına bu yazıdaki sosyo-politik çerçeveden iyice bakmak gerekiyor. Açıklamasında çetenin kendisine “oğlunuz ile ilgili soruşturma var… parayı oğlunuza aktarın, yoksa o paraya da ‘FETÖ’ el koyacak, ‘FETÖ’ soruşturmasını bozmayın suçlu olursunuz…” denildiğini oğlunun da gizlice giderek istenen 43,000 doları o kişilere teslim ettiğini anlatıyordu.
Burada durup olayı aktarış biçimine yansıyan tutarsızlığı ve toplumun geldiği noktayı izleyin. ‘FETÖ’ diye bir örgüt olmadığını en iyi bilen insanların başında gelmeli Taha Akyol. Suçlanan kesimin bizzat Hizmet Hareketi olduğunu, onun da kimler tarafından neden hedef alındığını kendisi çok iyi biliyor olmalı. Hizmet Hareketi’nden olup bürokraside çalışan insanların telefondaki sesin kendisine söylediği gibi asla “yeni bir örgüt kurup insanları İnternet bankacılığı üzerinden aldatacak” bir sistem kurmayacaklarını en iyi kendisi bilir.
Hizmet Hareketini tasvip etmeyen ve devlet kanallarından temizlemek isteyen iradenin bunu hareket bir ‘çete’ mantığı ile çalıştığı için değil; sadece ve sadece alternatif bir güç olduğu için temizlemek istediğini adı gibi bilir. O nedenle de Akyol’un, “beni telefonla işte böyle kandırdılar, siz kanmayın” demesini hiç samimi bulmuyorum. Ülkenin aydını, ülke ve hatta kendisi soyulurken bile çıkıp da hala ‘hırsız şurada’, ‘bu noktaya Erdoğan’ın bir insan grubunu hedef alırken hukuk ve demokrasiyi rafa kaldırması neticesinde geldik, bu hatadan dönülmeli’ demiyor, diyemiyor.
Akyol olayında asıl irdelenmesi gereken husus işte budur. Burada kesip bundan sonrasını sizin düşünce dünyalarınıza havale ediyorum.