Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Erdoğan iktidarı bölgesel denklemin dışına itiliyor! – Yusuf Karataş

Türkiye’deki iktidar, bölgede (Ortadoğu) ‘oyun kuruculuk’ iddiasıyla çıktığı yolculukta giderek oyun dışına itildiği bir noktaya doğru ilerliyor.

Bu noktaya nasıl gelindiğini görmek için bu yolculuğun belli başlı dönemeçlerine birlikte bakalım.

2010 sonu ve 2011 başlarında Tunus ve Mısır’da diktatörleri deviren ayaklanmaların bütün Arap coğrafyasına yayılması, emperyalistlerin bu ayaklanmaları bölgeyi kendi politik çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek için harekete geçmelerine neden olmuştu. Bilindiği gibi bu dizayn Libya’da cihatçı grupların NATO desteğinde Kaddafi’yi devirmesiyle başlatılmıştı. Önceleri bu müdahaleye karşı çıkan Erdoğan iktidarı, kısa sürede Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerine ev sahipliği yapmaya başlamış ve ardından bölgesel liderlik iddiasıyla Suriye’ye müdahale politikasının öncülüğüne soyunmuştu. Türkiye’deki iktidar Osmanlının mirasçısı olma iddiasıyla kendini bölgenin yeniden dizayn edilmesinde ‘oyun kurucu’ bir güç ilan ediyor ve elbette o zamanlar bu politika ABD ve Fransız emperyalistleri tarafından da destekleniyordu.

Ancak Suriye’de işler Esad rejimini 6 ayda devirmek ve Şam’daki Emevi Camii’nde cuma namazı kılmak hedefiyle yola çıkan Erdoğan iktidarının beklediği gibi gitmedi. Rusya bölgedeki pozisyonunu güçlendirmekle kalmadı, batılı emperyalistlerin tehdit olarak gördükleri İran ve Lübnan Hizbullahı da bölgede etki alanlarını genişlettiler. Dahası, mezhepsel bir görünüm kazanan Suriye savaşında radikal İslamcı gruplar öne çıkıp IŞİD’in Musul’u işgal etmesi örneğinde olduğu gibi bölgedeki enerji kaynakları ve geçiş yolları için ciddi bir tehdit oluşturmaya başladılar. Türkiye’deki iktidarın Suriye’de öngöremediği sonuçlardan biri de Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) özerk bir yönetim oluşturmaları ve ayrıca IŞİD ve diğer radikal İslamcı gruplara karşı mücadelede öne çıkmalarıydı.

Esad rejimini devirmek ve destekçisi güçleri kuşatmak hedefleri gerçekleşmeyen batılı emperyalistler bölgede kendi pozisyonlarını korumak ve kendilerine yeni müdahale alanları yaratmak üzere 2014 sonlarında IŞİD ile mücadele adını verdikleri bir strateji benimsemeye başladılar. Bu stratejinin başarısı için de IŞİD ile mücadele halindeki Kürtleri desteklediler. Erdoğan iktidarının cihatçı gruplarla iş birliğini sürdürmesi ve batılı emperyalistlerin Suriye ve Irak’a müdahale için bir dayanak olarak gördükleri Kürtleri tehdit olarak görmesi; ABD, Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği batılı emperyalistler ile Erdoğan iktidarı arasındaki makasın açılmasına neden oldu.

Batılı emperyalistlerin desteğinde ‘oyun kuruculuk’ rolüne soyunan Erdoğan iktidarının bu güçlerle karşı karşıya gelmesi ‘oyun kuruculuk’ iddiasının da sonunu getirmişti.

ABD’nin Suriye’de Kürtlerle iş birliğini sürdürmesi ve bu iş birliğini Suriye ve bölgeye müdahalenin bir dayanağı olarak kullanması karşısında Erdoğan iktidarı, Rusya’ya yanaşıp Rusya’nın desteği/oluru ile operasyonlar gerçekleştirdi. Türkiye’deki iktidar bu dönem sahada ‘oyun bozucu’ bir aktör olarak öne çıkmaya başladı. Ağustos 2016’daki Fırat Kalkanı’ndan başlayarak Rusya’nın oluru/desteği ile gerçekleştirilen operasyonlarda bir tehdit olarak görülen Suriye Kürtlerinin kazanımları darbelenip sınırlandırıldı. Elbette bu iş birliği üzerinden NATO üyesi Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirmek, en çok ABD’nin planlarını bozmak isteyen Rusya’nın işine geliyordu.

Rusya için Erdoğan iktidarı ile iş birliği aynı zamanda Halep, Doğu Guta, Deraa gibi bölgelerdeki cihatçı grupların tasfiye edilip İdlib’e taşınması bakımından da oldukça kullanışlı bir iş birliğiydi. Ancak bu tasfiye sürecinin tamamlanmasının ardından Suriye ordusu ve Rusya’nın cihatçı grupların son kalesi İdlib’e yönelik operasyonlarının gündeme gelmesi, Türkiye’deki iktidarın Rusya ile karşı karşıya gelmesine yol açtı.

Bu kez Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya gelmesini teşvik ederek oyun bozucu bir aktör olarak devreye sokma sırası ABD’ye gelmişti. Bu yılın başlarında (şubat ayında) Türkiye’nin İdlib’de Suriye ordusu ile karşı karşıya gelmesi ve Suriye ordusunun saldırısında Türk askerlerinin yaşamını yitirmesi sonrasında Ankara’ya gelen ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, “Sahada şehidimiz var, başınız sağ olsun” demiş ve Türkiye’ye desteğe hazır olduklarını söylemişti.

Ardından sıra Libya’ya geldi. Erdoğan iktidarı 2019 sonlarında Rusya tarafından desteklenen Hafter güçleri karşısında zor durumda olan Serrac’ın Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması ve “güvenlik ve askeri iş birliği” konularında iki muhtıra imzaladı. Devamında İdlib’den Libya’ya binlerce cihatçı militan gönderen Türkiye’deki iktidar aynı zamanda UMH’ye İHA, SİHA, zırhlı araç ve tank gibi büyük oranda askeri destek sağladı. Bu destek Hafter güçlerinin Trablus kuşatmasının kırılması ve stratejik bir önem taşıyan Watiyye Üssü’nün UMH’nin eline geçmesini sağlamıştı. Erdoğan yönetimi yeniden oyun bozucu bir aktör olarak sahaya çıkmıştı.

Fakat tam da Erdoğan iktidarının zafer havasına girip Libya’da denklemin Türkiye olmadan kurulamayacağı propagandasını yaptığı bir dönemde bu ‘oyun bozuculuk’ rolünün masada sanıldığı kadar etkisi olmadığını gösteren gelişmeler ortaya çıktı. Ağustos ayında Serrac’ın UMH’si ve Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu (LUO) ateşkes ilan ettiler. Aynı dönemde Serrac Paris’e giderek Erdoğan iktidarının Libya ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya geldiği Macron ile görüştü. Ardından Serrac ve Hafter güçleri Fas’ta yapılan görüşmelerde devletin üst kurumlarına yapılacak atamalar konusunda anlaştıklarını açıkladılar. Geçtiğimiz günlerde de BM gözetiminde Cenevre’de yapılan görüşmelerde kalıcı ateşkes ilan edildi. Libya’daki tüm paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların 3 ay içinde ülkeden çıkartılmasını öngören bu anlaşma karşısında Türkiye’nin düştüğü durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Güvenilirliği bana göre çok da olabilecek gibi değil” sözleri açıklıyor.

Geçtiğimiz günler Rusya’nın İdlib’de Türkiye destekli Suriye Milli Ordusuna (ÖSO) bağlı çatı örgütlerinden Feylaku’ş Şam grubunu hedef alan ve Suriye İnsan Hakları Gözlemevine (SHOR) göre 78 militanın öldürüldüğü saldırısı, Suriye’de de oyun bozuculuk rolünün sonuna gelindiğini ve Türkiye’nin Rusya ile daha fazla karşı karşıya kalacağı bir döneme girildiğini gösteriyor. Zaten Türkiye’nin geçtiğimiz günlerde Mornik başta olmak üzere M4 Otoyolu’nun güneyinde kalan gözlem noktalarını taşımak zorunda kalması, her ne kadar Rusya’ya bir ‘jest’ olarak gösterilmeye çalışıldıysa da aslında buradaki hareket alanının giderek sınırlandığını haber veriyordu.

Erdoğan iktidarının bölgede hareket alanını sınırlayacağı görülen bir diğer gelişme de ABD’nin bir yandan Türkiye’deki iktidarla ilişkileri gerilimli olan İsrail ile BAE ve S. Arabistan’ın başını çektiği körfez ülkeleri arasında iş birliğini geliştirmekle kalmayıp bu ülkeleri Türkiye’nin en önemli müttefiki olan Katar’la da uzlaştırmaya yönelik girişimlerde bulunmasıdır.

Toplamı üzerinden söylemek gerekirse; son dönemlerde yaşanan gelişmeler bize Türkiye’nin sahada soyunduğu rol ile bölgedeki sorunların çözümü için kurulan masada karşılığının aynı olmadığını, Erdoğan iktidarının bölgesel denklemde giderek masanın dışına itildiğini gösteriyor. Ancak Erdoğan iktidarının masanın dışına itilmesi, bölgedeki emperyalist güçlerin Türkiye’den vazgeçtiği anlamına da gelmiyor. Aksine bu emperyalist güçler, hareket alanı giderek sınırlanan Erdoğan iktidarına kendi politik eksenlerine doğrudan bağlanmayı dayatıyor. Sonuçta kah bu emperyaliste kah şu emperyaliste yaslanarak kendine hareket alanı yaratmaya dayanan ve antiemperyalizm olarak yutturulmaya çalışılan politikanın zaten daha öteye gitme şansı bulunmuyor.

Exit mobile version